Toplumsal Bilinç
- وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ
- اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ اَفَتُهْلِكُنَا
- بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ
172: Hani Rabbin Âdem oğullarının bellerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine şâhit tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuştu. Onlar da: “Evet, şâhitlik ederiz ki sen bizim Rabbimizsin” demişlerdi. Böyle yaptık ki kıyâmet günü: “Doğrusu bizim bundan haberimiz yoktu!” demeyesiniz.
173: Veya: “Çok önceden beri atalarımız Allah’a şirk koşmuşlardı; biz de onların ardından gelip yapabileceği başka bir şey olmayan bir nesil idik. Şimdi kalkıp, o bâtıl şirk yolunu başlatanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin?” şeklinde bir mazerette bulunmayasınız. (Araf suresi, 172-173. Ayetleri)
Bilinç, herhangi bir anda insanın iç yaşantılarının ve davranışlarının farkında olabilme yetisidir. (Osmanlıcası şuur, İngilizcesi consciousness) 1
Bilinç dış duyuyla hissetmektir. İdrakin (algılamanın) ilk mertebesi, yani bir şeyin akıl gücüne ulaştığı ilk mertebesi, ilk tecellisidir. 2
Nitekim münafıkların söz konusu edildiği bir ayette; “Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışıyorlar. Halbuki yalnızca kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar.” 3
“Farkına varmazlar” ibaresiyle şuurlanmamış ve bilinçlenmemiş denilmek isteniyor.
Freud’un deyimiyle gizli olan bilinçsizliği ifade eden ön bilinçtir. 4
Burası bilince yakın olan anıların arzuların bir deposu gibidir. Herhangi bir anda kişi bunların farkında değildir. İstediği zaman bunları bilinç alanına çıkarabilir. Bir de bilinçaltı dediği bir şey var ki, farkında olmadığı duyguları, dürtüleri bilinç alanına çıkaramamaktadır.
İdrak (perception; algı) ise duyu organlarının yeteri kadar uyarılması sonucunda dışımızdaki objenin veya içimizdeki oluşumların farkında olmaktır. 5
Algılarımızda geçmiş yaşantılarımızın etkisi büyüktür. Yukarıda geçen Araf suresi, 172-173. Ayetlerini bu bağlamda ele alacak olursak kendisi için bütün insanlardan söz alınan husus; her bir şahsın işlediği fiiller hususunda bilinçli ve tam mesul yapmaktadır ki, böylece Rabb’lerine karşı asi olanlar suçlarından dolayı hesaba çekilebilsinler. Gene izaha kavuşturulmaktadır ki, bu antlaşmadan sonra bir kimse, bir suçu bilgisizlik yüzünden işlediği için temize çıkmaya ya da inhiraflarının (sapma) sorumluluğunu kendisinden evvel geçenlere yıkmaya kalkışamaz. Yine Allah bu sözü almakla onların kalplerine kendilerinin Rabb’inin yalnız O ve ilahlarının gene yalnızca kendisinin olduğu hususunun zerk edildiğine dikkat çekmektedir. Binaenaleyh hiçbir kimse “ben bundan tamamen habersizdim” veya “kötü çevrem tarafından yoldan saptırıldım” diyerek sapkınlığının sorumluluğunu üstlenmekten kendini vareste kılamaz. 6
Kur’an’a göre insanı hariçten kuşatan bir zulüm yoktur. İnsanın nefsine ettiği zulüm vardır. Tarihin özü, toplumun yasası işte budur. 7
Şimdi yukarıda söz konusu edilen antlaşmanın bilinçaltı ile izahını yapalım: Ayette adı geçen yaradılışımız sırasında hangimiz Allah’ın huzuruna getirildiğinin ve bahsi geçen konuşmanın hakikaten meydana geldiğinin şuurunda? Eğer cevaplar olumsuz ise o zaman nasıl olur da ne hatırladığımız ve ne de farkında olduğumuz böyle bir misakın bize karşı delil olarak getirilmesi hakkaniyete uygun olur? Cevap şöyle olacaktır. Evet bu misak bize bir şahit olarak getirilecektir. Çünkü her ne kadar onun anısı ve idraki hatırımızdan ve bilincimizden gittiyse de, bu bilinç altında(sub-consconsinid) ve vicdanda muhafaza edilmektedir. 8
Bellek ve idrakimizden niçin silinip gittiğine gelince eğer bu misakın tesiri hafıza ve şuurumuzda devamlı canlı taze kalsaydı o zaman herkes otomatikman onu yerine getirir ve dolayısıyla da imtihan ve yargılamanın bir anlamı kalmazdı. Böylece insanın esas yaradılış gayesi anlamsızlaşırdı. Oysa ki bu bir potansiyel olarak bilinç altında ve vicdanda (intuition) muhafaza edilmektedir. Ve diğer la şuuri bilgi branşlarında olduğu gibi keşif, sezgi ve deruni (internal) faktörlerle bu bilinç haline, şuur haline çıkarılabilmektedir. Hakikat şu ki insanlık kültür, uygarlık, ahlak, bilim ve bütün diğer beşeri faaliyetlerde ne başardıysa, aslında potansiyel olarak daha önceden gizli olanın harici (externel) faktörler ve sezgi yoluyla dışarıya çıkarılmasıdır bu. Öte yandan hiçbir eğitim, terbiye, çevre dış faktör ve sezgi, bilinçaltında saklı yetenek olarak zaten yatmakta olandan başka bir şey vücuda getiremez. Ve aynı şekilde bu faktörlerden hiçbirisi de bilinçaltında saklı olanı hiçbir surette silmeye muktedir değildir. En fazla onun tabiatını tahrif edebilirler. Ama bütün çabalarına rağmen o güç, gizli olarak şuuraltında var olmaya devam edecek ve harici faktörlerin uyarılarına karşılık olarak da açığa çıkmaya çalışacaktır. 9
Bilinçaltında var olan bu bilgilerin materyallerinin ele geçirilmesi önemli de, islam uygun normlara göre düşünmek çok daha önemlidir.
Müslüman kulun her şuurlu iyi hali ibadet, her şuursuz hali iyi bile olsa suçtur. Namaz kılanlar için Allah Teala “şu namaz kılanların vay haline”10 buyurmaktadır. Evet namaz kılanlar için… Niçin? Çünkü “onlar namazlarından gafildirler.” Namaz kılıyorlar ama şuursuzca, ne yaptıklarını bilmeden, tam bir ikiyüzlülükle.11
Ashap soruyor: “Ey Allah’ın rasülü! Siz Kur’an’ı okuduğunuz zaman öyle manen haz duyuyoruz ki, kendi kendimize okuduğumuzda aynı halveti bulamıyoruz.” Allah rasülü buyuruyor: “Evet ben Kur’an’ı anlayarak okuyorum. Siz ise zahiri ile okuyorsunuz” dediler ki; “Ya resulullah zahir ile batının (fehmin) farkı nedir?” Buyurdu ki: “Ben Kur’an’ı okuyorum, düşünüyorum ve hükümleri ile amel ediyorum. Halbuki siz şöyle okuyorsunuz” buyurdu ve elini süratle geçirerek işaret etti.12
Yine bir hadiste Allah’ın elçisi; “İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, Kur’an’ın merasimi (manasının düşünülmeden ve anlaşılmadan törenlerde ve toplantılarda okunması) ve Müslümanlığın da (aslı değil) ismi kalacak. Onlar Müslüman ismi alırlar. Halbuki kendileri Müslümanlıktan insanların en uzağıdırlar. Camileri süslü olur. Hidayet bakımından ise viran olur. O zamanın âlimleri gök kubbesi altındaki âlimlerin en şerlisi olup, fitne onlardan başlar ve yine onlara döner. 13
Bugün bir Müslümana “bilinçli” diyebilmek için, bir başına onun ibadetlerine bakmak yetmiyor. Bir kimsenin namaz kılıp kılmadığına, oruç tutup tutmadığına bakarak hüküm vermek, bizi hiç de sağlıklı sonuçlara ulaştırmayabilir. İslam’ın şartları arasında sayılan bu hususları yerine getirmek, her Müslümanın kişisel yükümlülüklerinden sayılır. Yani birey olarak ibadetlerini ifa etmek Müslümanların zaten söylenmeden yapması icap eden kişisel borcudur. Öyleyse bir kimseye “bilinçli Müslüman” diyebilmek için, onun özel kişisel sorumluluklarının ötesinde, toplumsal davranışlarına da göz atmamız gerekiyor. Toplumsal ilişkilerde ne kadar doğru, alışverişlerde dürüst bir insan mı, helal lokma kazanmaya dikkat eder mi, alçakgönüllü mü ve benzeri konularda tavırlarına bakmalıyız.
Bilincin temeli üzerine Allah’ın yasalarıyla ilgili yapılacak tüm çalışmalar sonucu itibariyle, hem mü’minleri hem de kâfirleri içine alacaktır.14
Şimdi şöyle bir soru akla gelebilir. Neden bugün Müslümanlar çokluk olmalarına rağmen üstün değiller?…
Bu soruya şu şekilde cevaplar verilebilir:
a- Müslümanlar yegâne toplumsal yaşam biçimi olarak niteledikleri İslam’ı, henüz algılayamadılar. Öğrenemediler, bilemediler demiyorum. İslam’a hep ütopya olarak bakıp, onu kaf dağının arkasında sandılar. Anka kuşunun onu masal dünyasından getireceğini beklediler. Neticede İslam hicretten hicri 2. Asra kadar medeniyet kökünden türeyen Medine’ de yaşandı.
b-Müslümanlar taptaze canlı ve hayat dolu kitaplarını belleklerinde özgürleştirecekleri yerde tutup onu sayfalara tutsak ettiler. Yani pratik alandan uzaklaştırıp varsayımlar kitabı haline dönüştürdüler. Yaşamak için değil, bilgi edinmek ve ansiklopedik insan tipleri yetiştirmek maksadıyla bir sürü islamolog yetişti. Bunlar bilinçten yoksun, “bilgi taşıyıcısı” oldular.15
c- Allah’ın ortaya koyduğu evrensel yasalar karşısında olayları hep özelleştirmeye koyuldular. Müslümana has çözümler üretme çabasına girildi. Halbuki Allah Kur’an’da çoğu yerde “ya eyyühennas” (ey insanlar!) ibarelerini kullandığı, herkes için geçerli kurallar olduğunun bilincinden uzaklaşarak, üstünlük kompleksine kapıldılar. Bu konuda Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın Kültür Değişmeleri adlı eserini hararetle tavsiye ederim.
d- Müslümanlar nitelikli kaliteli insan olmayı bırakıp, nicelikli, sayısal insan olmaya yöneldi. İslam’ın birçok değerini, teferruat deyip çiğnediler. Sayısal olarak her gün biraz daha arttık, ama nitelikli iyi insanlar, iyi atlara binip gitti. Ya da nitelikli insanlar, artık toplumda itibar görmüyor.
e- Kur’an’a sadece namazda okunan bir kitap olarak bakıldı. Dipdiri, canlı ve evrensel bir kitabın; sosyal, iktisadi, ekonomik, diplomatik, estetik, sanat, edebiyat, siyaset, aile, fen, felsefe, astronomi, eğitim ve benzeri yönleriyle, tam bir toplumsal yaşam biçimi olduğu gerçeği, hep göz ardı edildi ve hâlâ da edilmeye devam ediyor. Örneğin, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmeni her şeyi yoktan var eden Allah diye konuyu işleyip, buna deliller getirmeye çalışırken, Fen Bilgisi, Biyoloji hocası bunu doğa yarattı, kendiliğinden oldu, diye ders kitaplarında işleyerek varlıkları yaratıcı yerine koymuyor mu? Akıl kalp ilişkisini nasıl kuracağız? Gönüllerinden tutamadığımız için, rahmetli Nuri Pakdil’in ifadesiyle yeni nesiller elimizden kayıp gidiyor. Hatta hiç umulmadık bir biçimde, gençliği acaba ateistleştiriyor muyuz diye kendime sormadan edemiyorum. Uykularım kaçıyor. Bu ne yaman çelişki, bir derste yaratıcı Allah, bir derste doğa veya başka bir şey örneğin amip.
İLKOKUL 2. Sınıf Hayat Bilgisi, evrendeki düzen İNKÂRCI BİR DİL ile anlatılıyor:
“Doğada birçok olay KENDİLİĞİNDEN BELLİ BİR DÜZEN İÇİNDE oluşur. DOĞA ve OLAYLAR bu düzenin sağlanmasında etkilidir. Yeryüzündeki sular, Güneş’in etkisiyle buharlaşır, gökyüzüne doğru yükselir ve bulutları oluşturur. Bulutlarda biriken suların yeryüzüne düşmesi yağmuru oluşturur. Kar, su buharlarının havada donarak beyaz ve hafif tanecikler hâlinde yere inmesidir.” (s.201)
DOĞA ve olaylar Allah yerine konuyor, doğadaki düzeni sağladıkları iddia ediliyor.
Netbil Yayıncılık’ın yayınladığı 9. sınıf BİYOLOJİ kitabı yazarı Özgür Suna, tek hücreli amip oluşunu bakın nasıl anlatıyor:
“Tek hücreli bir canlı olan amip neslini devam ettirebilmek için ürer ve çevresel uyarılara tepki verir. Amip, tüm bu olayları ve süreçleri gerçekleştirecek hücresel organizasyonlara sahiptir.” (s. 18)
Amip hücresel organizasyonlara nasıl sahip oldu? Ona kim hayat verdi? Hücreyi kim inşa etti?
Böyle sorular sormayın. Varlıkları yaratıcı yerine koyuyor kitap.
Bir başka örnek:
“Çevremizde görebileceğimiz diğer bir organizma çok hücreli canlılar. Tavşan çok hücrelidir, olayları, şekil ve işlev bakımından birbirinden farklı çok sayıda hücrenin oluşturduğu sistemlerin düzenli çalışması sonucu gerçekleşmiştir.” (s. 18)
Sistemleri kim kurmuş? Sistemleri kim düzenli çalıştırıyor?
Sistem kurandan söz etmiyor kitap. (26 Eylül 2019 tarihli Yeni akit gazetesi, Ali Erkan Kavaklı, Ders Kitapları Değil, Şirk Kitapları…. …yazısı)
Rabbimden en kısa zamanda, uzmanların bu konulara el atıp, bütün derslerde, akıl ve kalp birlikteliğinin sağlanmasını umut ediyorum.
Hayırlı cumalar
31 EKİM 2019 ŞEMSETTİN ÖZKAN
KAYNAKLAR
- Prof.. Dr. Feriha BAYMUR, Genel Psikoloji, s. 311
- M. Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, c.1, s. 199
- Bakara suresi, 9. Ayeti
- Sigmund Freud, Psikanaliz Üzerine (Çeviri: A. Avni Öncel) s.91
- Sabri Özbaydar ve Arkadaşları, Psikoloji, s.65
- Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, c.2, s.105
- Cevdet Said, Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, ist. 1984, İnsan yay. (Çeviri: İlhan Kutluer) s.14
- Mevdudi, a.g.e, c.2, s. 106
- Mevdudi, a.g.e, c.2, s.105-106
- Maun suresi, 4. Ayeti
- Adil Akkoyunlu, İslam’ı Bilmek makalesi
- Ramuz’el Ehadis Tercemesi, A. Bekkine,514-1
- A.g.e, 301-4
- Cevdet Said, a.g.e, s.37
- Şemsettin Özkan, (Kur’an ve Sünnete Göre) İNSANI TANIMA SANATI, (PsikososyalYaklaşımlar)s.144 yayınlanmamış
Kusura bakmayın yazı biraz akademik oldu, bilimsel makale gibi yazdık. Bu yazıyı geçenlerde bir işaret olarak, kalemle yazan el emojisinden esinlenerek sayın Prof. Dr. Sefa BARDAKÇI hocama ithaf ediyorum.
Değerli hocam, beni olabildiği kadar duygulandırdın. Belki en açık ifadeyle insan ve müslüman olmanın özlemini çeken dünyayı uyardınız. Herşeyi yazı içinde dile getirdiniz. Dünyaya karşı görevlerimizi yaptığımızı zannediyoruz, bunu bile yerine getirmiyoruz, halbuki Allah’a karşı görev bilincimiz olması gerekiyor. Bu görevin gerçekleşmesi halinde dünya ve ahiretin mamur olması söz konusu, ama neredeyiz? Bu yazıya karşılık teşekkürü bir borç addediyorum.
Sa. Doğru biraz akademik bir yazı olmuş. Ama bir emek var, tebrikler üstadım. Sefa hocamı da tebrik ediyorum Rrof.luğu hayırlı olsun inşallah. Rabbim hayırlı hizmetlere muvaffak kılsın. Selam ve dua ile.
Ali Erkan Kavaklı beyin incelediğini söylediği ilkokul 2. sınıf Hayat bilgisi ve 9. sınıf Biyoloji kitaplarını ben de inceledim. Ancak böyle bir şeye rastlamadım. Acaba değişti de farkına mı varamadı?