OTUNU SUYUNU BİLMEDİĞİN GÖNÜLLERDE KOYUN GÜTME YOKSA KAÇIRACAĞIN KEÇİLERE ÇOBANLIK YAPAMAZSIN

(Toplumsal İlişkiler 430)


قَالَ يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍࣗ فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهٖ عِلْمٌؕ اِنّٖٓي اَعِظُكَ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلٖينَ
قَالَ رَبِّ اِنّٖٓي اَعُوذُ بِكَ اَنْ اَسْـَٔلَكَ مَا لَيْسَ لٖي بِهٖ عِلْمٌؕ وَاِلَّا تَغْفِرْ لٖي وَتَرْحَمْنٖٓي اَكُنْ مِنَ الْخَاسِرٖينَ


“Allah, “Ey Nûh!” dedi, “O, kan bağı yönünden senin öz oğlun olsa da, inkârcılarla birlikte olmayı tercih ettiği için senin ailenden değildir. Çünkü o, Allah’a isyan etmekle çok çirkin bir davranış 
sergiledi. O hâlde, ilâhî prensiplere uygun olup olmadığını 
bilmediğin bir şeyi isteme benden. Bütün inkârcılara ne yapılacaksa, senin oğluna da o yapılacak. Çocuğuna duyduğun babalık şefkati, zâlimlere verilecek ceza konusunda seni adâletsizliğe sürüklemesin. Zira bu, senin gibi vahyin eğitiminden geçmiş birine hiç yakışmaz.Sana, câhilce davranmamanı tavsiye ederim.” (Hud/46)
“Bunun üzerine Nûh, “Ey Rabb’im! İçyüzünü bilmediğim bir şeyi senden istemekten Sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz, bana merhamet etmezsen, dünyada da âhirette de kaybedenlerden olurum!” dedi.” (Hud/47)

Değerli dostlar! İsterseniz bugün Hz. Şems’in bu sözünü noktasına virgülüne dokunmadan ŞEMSABÂD (Kitab-ü Usul-i’l Aşk) romanımdan anlamaya çalışalım:

13. USÛL

Şu küre-i arzda, semadaki kevâkibden daha ziyade sahte hacı, hoca, şeyh ve şıh var. Hakiki mürşit, seni özünün derununa nazar etmeye ve nefsinin haddini geçip, özündeki cemâlâtı tek tek mükâşefeye dikkati nazarı celbeder. Tevkif edip de, ona müptela olmaya değil!

( Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı, hoca, şeyh ve şıh var. Hakiki mürşit, seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup ta ona hayran olmaya değil! )

OTUNU SUYUNU BİLMEDİĞİN GÖNÜLLERDE KOYUN GÜTME! YOKSA “KAÇIRACAĞIN KEÇİLERE” ÇOBANLIK YAPAMAZSIN.

Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in etrafı kendini koltuğa oturtan, rantı devşiren emirler ve komutanlar tarafından çoktan sarılmıştı. Bunların arasında, sultanı ne hikmetse, en çok etkileyen, yönlendiren ve sivrileni Sadeddin Köpek’ti.

Sadeddin Köpek doğrusu bilinmeyen biri değildi. Babası Alaeddin Keykubat’ın çalışma arkadaşlarından biriydi. Mimari alanda başarılı çalışmalara imza atmış, hem de onun av emiriydi. Sessiz ve derinden gidiyordu ama Sultan 1. Alaeddin Keykubat’ın zehirlenmesi ve yerine kendisinin tahta çıkmasıyla birlikte birden bu adam esrarengiz bir şekilde öne çıkmıştı. Otunu suyunu bilmediği gönüllerde koyun güdüyordu. Bir gün keçileri kaçıracağının henüz farkında değildi. “Saldım çayıra Mevla’m kayıra” felsefesiyle hareket ediyordu. Nasıl olsa artık o bir hükümdardı. On altı yaşın verdiği çocukça heyecanlar içindeydi. Devlet yönetme kapasitesi hiç yoktu. Babası belki onu bu yüzden veliaht olarak hiç görmemişti. Ama ne olursa olsun şu anki konumunu Sadettin Köpeğe borçluydu. Diğer emirlerde ona nasıl boyun eğiyorlardı? Bunu hissediyor ve görüyordu. Vezir-i azamlığa getirilmesi artık onun için kaçınılmaz gözüküyordu. Nitekim de öyle oldu.

Sultan’ın ilk yıllarının, Sadeddin Köpek gibi bir baş vezirle, sıkıntılı olacağını her halinden belli ediyordu. Sultan tahtında otururken, nöbetçi;

-Sultanımız baş veziriniz Sadeddin Köpek huzurunuza çıkmak için emirlerinizi bekliyor.” Dedi.

Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev:

-Derhal huzuruma alınız.” Deyince Sadeddin Köpek üzerinde paha biçilmez kaftanıyla çıka gelip, sahte bir selamlamayla hemen konuya girdi:

-Sultanımız gelişimin sebebi hikmeti, Kayır Han’la ilgilidir.”

-Ne? Kayır Han mı? Neden?”

Sadeddin Köpek “evet” dercesine başını sallayarak, ikna edici bir dille, hayali bir senaryo ile sultanı korkutmak istiyordu:

– Sultanımız, Kayır Han siz cihan sultanımızın itaatinden ayrılacaktır. Eğer o, bu ülkeden başka bir yere giderse, ordumuzun sayısı ve gücü hakkında bilgi sahibi olduğu için düşmanları devletinize karşı kışkırtacaktır. Beldeleri zor duruma sokacaktır. O zaman saltanatta zayıflama görülecektir. Onun tutuklanması iyi olur görüşündeyim. Kayır Han tutuklanırsa, diğer Harezm beylerinin çıkış yolları kapanır. Korkup çekinerek doğru yola girerler. Sizden de ayrılmaya kalkışmazlar.”

-Bize geç biat edenlerden biri de Kayır Han değil miydi?

-Evet sultanımız,

-O zaman ne yapalım?”

-Bir ferman çıkartarak onu Zamantı kalesine atalım.”

-Derhal Kayır Han tutuklansın.”

-Emredersiniz sultanım!”

Sadeddin Köpek başını öne eğerek, sultana sahte bir boyun eğişle, vahşi bir gülümseme gönderdi. Hızla geri dönüp oradan uzaklaştı.

Baturalp Hamza günlerdir yollardaydı. Sultan Alaeddin Keykubat onu bir türlü fethedilemeyen Amid’e göndermişti. Kayseri’de verdiği ziyafette ordusunu Meşhed ovasında toplayan Sultan Alaeddin öldürücü bir darbeyle Anadolu’nun son kalesi Amid’i almak istiyordu. Bu yüzden iyi bir istihbarat çalışması yapma gereğini hissetmiş olmalı ki en yakın adamını buraya göndermişti. Dönüş yolundaydı. Eski Malatya Kayseri yolu üzerinden hızla Sultanın bulunduğu Kayseri’ye ulaşmak istiyordu.

Atının yorulduğunu fark ederek onunla konuştu:

-Şurada yeni yapılmış Karatay hanı olacaktı. Bir mola versem iyi olacak pegasusum, hem sen de bir dinlenmiş olursun.” Atını çok önceleri Konstantinopolis’e gittiğinde bir at cambazından almış, adam ata pegasus adını takmıştı. Bu isim yunan mitolojisinde uçan at anlamına geldiğini duyunca adını değiştirmeye gereksinim duymamıştı. Gün batmak üzereydi, kırlangıçlar havada daireler çizerek çığlık çığlığa dans ediyorlardı. Tepeyi aşınca han gözüktü.

-İşte geldik” dedi, atının başını okşayarak. Selam vererek bir masaya oturdu.

-Çok açım hancı gardaş, bir et yemeğin varsa alayım.”

-Et sote var yiğidim derhal getiriyorum.”

Hancı yemeği getirip hemen yanına ilişti. Onu şöyle bir tepeden tırnağa süzdü. Sabırsızlıkla;

-Nereden nereye yiğidim” dedi. Baturalp Hamza aç olduğu için cevap vermede hiç acele etmiyordu. Ağzındaki yudumu midesine indirdikten sonra;

-Amid’den Kayseri’ye gidiyorum. Sultan Alaeddin Keykubat’ın Meşhed ’deki ordusuna.” Deyince, adam;

– Biliyor musun yiğidim Sultan Alaeddin Keykubat yemeğine zehir konulmak suretiyle öldürülmüş. Allah rahmet etsin kendisine. Bir daha öyle biri gelecek mi acep?” dedi.

Baturalp Hamza kekeleyerek iştahı kaçmış bir dille;

-Zehirlenmiş mi öldürülmüş mü?” dedi, şaşkın bakışlarla.

-Evet. Yerine de büyük oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev geçmiş.”

Baturalp Hamza ikinci kez şaşırmıştı:

-Gıyaseddin Keyhüsrev mi geçmiş? Dedi sayıklayarak.

Neler olmuştu böyle, şu birkaç gün, devletin merkezinden ayrı kalınca öyle. Gayri ihtiyari;

-Allah rahmet eylesin çok değerli bir hükümdardı. Yeri kesinlikle doldurulamaz” dedi.

Hancı;

– Al benden de o kadar bir daha öylesi gelmez cihana” dedi.

Son olarak onunla Gürcistan seferine çıkmadan önce konuşmuştu. Çok içten konuşuyordu. O tam bir kraldı. Hem de adil bir hükümdardı. İleri görüşlüydü. Oğlu asla onun yerini tutamazdı, tutamayacaktı. Alaeddin Keykubat onu veliaht göstermemesine rağmen, sahi o nereden böyle tahta çıkmıştı? Bakalım bunu varınca öğreneceğiz. Kesin bu etrafındaki yalaka emirlerden bazılarının işiydi. Onu son karşılaştıklarında uyarmıştı. Ama ne yapsın? Zehirlemişlerdi. Yapılacak bir şey yoktu. Ama olsun yine de bazı tedbirler alınabilirdi. Bu düşünceler içinde sabahı zor etti. Sabahleyin erkenden yola çıktı. Fazla oyalanmadan darü’l mülk olan Konya’nın yolunu tuttu. “Acaba Selina ne yapıyordu? Aylardır ortalarda yoktu. Çok merak etmiştir şimdi” diye düşündü. Varır varmaz onu da ziyaret edecekti. Onu gerçekten çok özlemişti. Hayali gözünün önünden hiç gitmiyordu. Atını tırısa alınca Şems’ül Aşk’ın

Yâd-ı Şebabet (Gençlik Hatırası) adlı gazelini terennüm etmeye başladı:

Fasl-ı gül çoktan geçti figan et dil

Hamuş olma peyda olup öt ey bülbül

Sevmiştim sevmiştim bana şuh-i sitemkârı

Yine emvac-ı savlet döğerken kıyıları

İştiyakım sanadır nihal-i işve dildar

Devam etsin bu hevayı aşk mahşere kadar

Fena bulmadın sen bende yine bir duşizesin

Yâd-ı şebabetim olan hüsnü bi-bahanesin.

Sonra atını dörtnala kaldırıp uçan atı pegasusu hızlandırdı. İkindi ezanı okunurken Konya surlarının Aksaray kapısından şehre girdi. Doğruca sultanın saltanat sarayına çıktı. Hükümdar haznedarıyla görüşüyordu. Nöbetçi muhafız içeriye girdi:

-Sultanımız Amid’den gelen babanızın fedaisi Baturalp Hamza huzurunuza çıkmak için emirlerinizi bekliyor.” Dedi.

Sultan:

– Hemen yanıma gelsin” dedi, eliyle de haznedarın gitmesini söyledi. Yanında kimseler yoktu. Anlaşılan gelenle yalnız konuşmak istiyordu. Baturalp Hamza dimdik tam bir vakarla hükümdarı selamlayıp, bağlılık yemini etti.

-Gel bakalım yiğitler yiğidi Hamza. Gürcistan seferinde yaptığın istihbarat unutulmadı. Yaptıkların sayesinde sadece Gürcistan’ı değil kraliçenin kızı Thamara’yı da aldık. Babam sana güvenmekle çok haklıymış.”

Baturalp Hamza:

-Sultanım öncelikle başınız sağ olsun. Emirlerinize amadeyim. Her görevi yapmaya hazırım.”

Sultan:

-Bundan böyle benim de fedaimsin, ancak gizli fedai. Senin birileri tarafından harcanmanı istemiyorum. Kâğıt üzerinde gözükmeyeceksin ama gölge gibi her yerde takip edeceksin. Yapacağımız bütün işler kâğıda yansımayacak. Ama bir görevin olacak. Her şey gizli kapaklı olacak. Bunu vezirlerim dahi bilmeyecek. Konuşmalarımız hiçbir zaman birilerinin yanında olmayacak, hep böyle baş başa yapılacak. Şifreli konuşup gelme diyorsam o gün yanımda çekindiğim birileri vardır bu yüzden müsait bir durumu kolladığımı anlamalısın.”

Baturalp Hamza:

-Amid fethedilmeye müsait sultanım. Amid konusunda merhum babanızın emirleri gereğince günlerdir Amid surları, emiri, halkı ve surların zayıf noktası hakkında bilgi toplamak için oralarda bulunuyordum. Tuttuğum notları da size vereyim sultanım” diyerek koynundan çıkardığı istihbarat bilgilerini hükümdara sundu. Hükümdar notları büyük bir dikkatle aldı, içinde çizilmiş planları şehrin haritası, surlarının temsili krokilerine kısaca göz attıktan sonra;

-Eminim bu bilgilerinin de diğer yaptıkların gibi bize çok faydası olacak. Benim senden bir isteğim olacak

Baturalp Hamza:

-Emredersiniz sultanım,” dedi.

II. Gıyaseddin Keyhüsrev:

– Biliyorsun babam zehirlenerek menfur bir cinayete kurban gitti. Bunu aydınlatmanı istiyorum. Ancak dediğim gibi bu iş çok gizli olarak, kılı kırk yararcasına resmi olmayan evrakların dışında olmasını istiyorum. Hiçbir şey yazıya alınmayacak. Kim ya da kimler bu işi yapıyor? Bilmek istiyorum.”

Baturalp Hamza:

-Emredersiniz sultanım” deyip selam verip, geri geri giderek kapıdan bir hayalet gibi çıktı gitti. Giderken, yeni görevindeki başarıya ulaşmasında, hayli zorlanacağını, daha işin başında kendini belli ettiğini anladı. Sultanın emirlerin kölesi olduğunu, onlardan çekindiğini, konuşmalarının satır aralarından çıkardı. Acaba sultan bu menfur cinayetin neresindeydi? Cinayetin içinde ise kendisine böyle bir görev niye veriyor? Yok, cinayetin dışında ise, cinayetin aydınlatılmasında niye açıktan bir tavır almıyordu? Sorular kafasında üst üste takla atıyordu? İşe çaşniğir Nasireddin Ali’den başlanılması gerekiyordu. Ama nasıl? Herkes susarken, hatta sultan bile, babası zehirlenmiş iken, o bile susuyordu, hayrette ne hayret. Bir taraftan da, gizlice, kendine olayı aydınlatma görevi veriyordu. Anlaşılan fırsatını bulunca, suçlulara, en ağır cezayı verecekti. Bir taraftan da olayın aydınlatılmaması için en ufak bir resmi soruşturma, araştırma bile yaptırmıyordu. En azından çaşniğir sorguya çekilebilirdi. Demek ki cinayetin ardında derin bir yapılanma var. Bunun iç bağlantıları olabileceği gibi dış bağlantıları da olabilir.” Gizli araştırmamızda bir de kimseyi uyandırmadan sessiz ve derinden gideceğiz anlaşılan” deyip Alaeddin tepesinin güneyindeki Rum mahallesine indi. Dar taşlı sokaklara saptı. Daha önce geldiği evin taşlı merdivenlerini çıkıp çift kanatlı kapıdaki halkayı çalkaladı. İçerden bir ses:

-Kim o?” dedi. Bu ses Selina’nın sesiydi. Sesini tanımıştı:

-Senim” dedi, Baturalp Hamza. İçerdeki ses:

-O halde gelebilirsin zira bu gönül evi çok dar iki kişi almaz.” Deyip sihirli elleriyle kapıyı açtı, o masum ve gözleriyle Baturalp Hamza’ya bakıp;

-Buyurmaz mısın, hoş geldin dedi.

Baturalp Hamza;

-Hoş bulduk” deyip içeri süzüldü. Bir taraftan da Selina’ ya bakarak ondaki değişimi fark etmişti. Aylar öncesinin Selina’sından, daha da bir güzeldi, karşısındaki kız. Başına güzel, sarı zemin üstünde, kırmızı gülleri olan, işlemeli bir yemeni bağlamıştı. Yüzüne de aydınlık gelmişti. Beş vakit namaza da başlamıştı anlaşılan. Yüzünden nur akıyordu. Gerçek sevgiliyi bulmuştu. Sevgilerin ana kaynağı, menbaına ermişti. Yavaşça kanepeye ilişti, neredeyse onun yakıcı güzelliği karşısında düşüp bayılacaktı. Sanki karşısına insan değil bir melek çıkmıştı. Daha önce de onu görmüştü ama bu sefer ki gibi doğrusu etkilenmemişti. Onun çok şaşırdığını gören Selina söze girdi;

-Bu seferiniz uzun sürdü galiba aylar oldu sen gelmedin” dedi.

Sözlerinde bile bir gizem, tatlılık ve sıcaklık vardı. Öylesine yakıcı bir bakış fırlattı ki kaş altından bu sefer Selina sendelemeye başladı, boğazı düğümlenir gibi oldu. İmdadına bu sefer Baturalp Hamza yetişti:

-Gerçekten bu sefer çok yoğun bir çalışma yaptım. Gürcistan, Kayseri ve Amid üçgeninde aylar geçti, ama sensiz asırlar geçti Selina!

Selina:

-Benim içinde öyle oldu, buraları seninle güzel. Sen olmayınca, hiçbir şeyin tadı yok. Keşke hiç buralardan gitmesen. Hep buralarda kalsan. Biliyor musun? Handa gördüğüm rüyadan beri seni unutamıyorum. Rüyamda ateşlerden beni koruyordun, hidayete, Allah’a kul olmaya çağırıyordun. Beni Yaratan ile buluşturduğun için sana minnet duyuyorum. Sen sahte bir yol gösteren değilsin. Hâlbuki bu dünyada gökteki yıldızlardan daha çok sahte hoca, şeyh, pedagog, eğitimci var. Gerçek mürşit yol gösteren hoca senin içine bakmaya, nefsini aşıp içindeki güzellikleri keşfetmeye yönlendirir. Yoksa kendine hayran olmaya değil. Sen benim rüyalarımda bile benden yararlanmaya kalkmadın, hep iyiye, Allah’a, onun dosdoğru yoluna çağırdın. Sen gerçek bir mürşitsin Baturalp Hamza.” Der demez yukarıdan bir ses;

-Selina’cığım kimmiş o?” diye seslendi. Bu Kerra Hatun’un sesiydi. Mutfakta kızı Kimya’nın karnını doyurmaktaydı.

Şemsettin ÖZKAN

11.08.2021 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-Şemsettin ÖZKAN, ŞEMSABÂD (Kitab-ü Usul-i’l Aşk) romanımdan alıntı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir