(Toplumsal İlişkiler 123)
كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُٓوا اٰيَاتِه۪ وَلِيَتَذَكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
“
(Bu
“(Bu Kur’an) Ayetlerini düşünüp anlasınlar ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye, Sana indirdiğimiz mübarek bir Kitaptır.” (Sad/29)
Elbette Kur’an-ı Kerim’i biz Müslümanlar çok ama çok seviyoruz. Bu sevgimizi onu göbeğimizden yukarıda tutarak gösteriyoruz. Yüksekçe duvarlara asıyoruz. Hatta gelin kızlarımız onları çok güzel kanevçe oyalarla bezeyip onlara kılıflar hazırlıyorlar. Hürmetimiz sonsuz gerçekten bu milletin kutsal kitaba hürmetine belki de Rabbimiz Osmanlı Devletini dünya tarihinde bir numara yaptı. Osman Gazi’nin Kur’an’a saygısından sabaha kadar ayağını uzatmayıp misafir olduğu o evdeki davranışını hatırlayın. Onlar böyle başladılar, Kur’an’ı okudular, anladılar ve okuyup anladıklarını davranış haline getirdiler. Yükselme dönemlerine ulaştılar. Sonra bir nesil geldi önce amel etmeyi, sonra anlamayı bıraktılar. Sadece bı bı diye okumalar üzerine metot geliştirdiler de geliştirdiler. Kur’an’ın bizden istediği eleştirel düşünme, muhakeme etme, anlama ve amel etme (eyleme dökme) yetmez, eylemde samimi olma gibi metotları yavaş yavaş kaldırdılar. Geriye kala kala duvarda en yüksekte tırnak içinde “güzel dantelli kılıflar içinde saklanan bir Kur’an” kaldı.
Halbuki
Kur’an-ı
Kerimi
okumaktan maksat, onu anlamak, anlamaktan maksat da, onun
hükümleriyle amel etmek ve onun gösterdiği yoldan yürümektir.
Nitekim milli şairimiz Mehmet Akif şiirinde şöyle diyor:
“Lafzı
muhkem, yalnız anlaşılan Kuran ın;
Çünkü
kaydında değil, hiçbirimiz mananın
Ya açar Nazm-i Celil in
bakarız yaprağına;
Yahut
üfler geçeriz bir ölünün toprağına,
İnmemiştir hele
Kuran, bunu hakkiyle bilin;
Ne
mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için”.
Kuranı okumalı, düşünmeli, Kuran üzerinde kafa yormalıyız.
Kuranı dost edinmeli, onunla arkadaş olmalıyız.
İyi bir Kur’an okuyucusu üç şeyin payını vermelidir. Bunlar;
1-Dil 2-Akıl 3-Kalptir.
Dilin payını; bir müslüman Kur’an’ı okuduğunda harflerini, sıfatlarını ve mahreçlerini tam çıkararak ve tecvit kurallarına uygun, hüzünlü bir musikiyle okuyarak verebilir. Aklın payını; dille telaffuz edilen Kur’an ayetlerinin anlamlarına akıl ve hafızamızda yer açarak verebiliriz. Hatta bazı ayetler bilinçaltımıza adeta nakşedilmelidir. Kalbin payını ise dille okunan ve akılda anlamları canlandırılan Kur’an ayetlerinin günlük hayatımıza tam bir samimiyetle kalpten, yürekten ve ciğerden uygulanması pratiğe aktarılmasıyla vermiş olur ancak bir Müslüman. İşte bu metotla Kur’an okuyan kişiler dört dörtlük Kur’an okuyucusudurlar.
Sezai Karakoç Hızırla Kırk Saat 1 şiirinde her evde kutsal kitap olduğunu, ancak okuyanın olmadığının, okusalar da anlamadan okuduklarını söyler:
Bu
çok sağlam surlu şehirden de geçtim
beni yalnız yarasalar
tanıdı
az kalsın bir bağ bekçisi beni yakalayacaktı
adım
hırsıza da çıkacaktı
her
evde kutsal kitaplar asılıydı
okuyan
kimseyi göremedim
okusa
da anlayanı görmedim
kanunlarını kağıtlara
yazmışlar
benim anılarım gibi
taşa kayaya su
çizgisine
gök kıyısına çiçek duvarına değil
kedi
yavrularından başka
-o da gözleri açılmamış olanlardan
başka-
el
uzatmaya değer
soluk
alır bir nesne bulamadım
bir gün daha öldü
ey
batıdaki mağaralar
beni
afyonunuz bağlasaydı da
uyusaydım
bu
katı bu sert kente gelmeseydim
Hızırla Kırk Saat’in birinci şiirinde, kutsal kitabın sadece duvarlarda âdeta bir süs olarak kaldığını gören Karakoç, “bu katı bu sert kente gelmeseydim” der. Çünkü Karakoç kentin insanı objeleştirdiğini, insanların kentlere değil, kentlerin insanlara biçim vermekte olduğunu, insanların yerine kentlerin düşündüğünü hatta savaştığını belirtmektedir. Kentten soğuyan Karakoç, kentte sadece atları cana yakın bulur. Onların yelelerini öpüp çıkar. Kentteki okumayan, düşünmeyen ve âdeta kent içinde objeleşen insanlar değil; atlar daha doğal gelir Karakoç’a.
Şemsettin ÖZKAN
15.09.2020 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-siirantolojim.wordpress.com
4-dergipark.org (Ensar Kesebir, Hızırla Kırk Saat ve Modernleşme Vurgusu, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi yıl:2005 cilt:12, sayı:29
Kur’an yaşam rehberi olması gerekirken hâlâ okumayı dahi bilmeyen müslümanlar yer almakta bu dünyada. Sorsan dünya telaşı derler. Çocuk yaşta neyin derdi o da muamma. Hep bahane hep bahane. Özümüze dönerek dünyanın ve içinde bulunanların boş olduğunu bir anlasak ve nefsimize bir anlatabilsek her şey anlamını tam olarak kazanmış olacak. Şuurlu bir yaşama merhaba diyebilmeyi ne kadar da isterdim.