GÖNLÜMDE KELİMELERE İHTİYAÇ HİSSETMEYEN BİR SES VAR: “DİNLE!”

  (Toplumsal İlişkiler 13)

Baba Sultan, İnegöl /BURSA

وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“ Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve sessiz durun ki rahmete nâil olasınız.”      (ARAF/204)

Sinop Üniversitesi, Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi, Enerji Sistemleri Mühendisliğinden değerli hocam, arkadaşım Doç. Dr. Mustafa Karakaya, ortaya konuştuğum, “suskunduvar.com’da okunacak çok şey var” yazıma;

“okuyacağım hocam, hepsini okuyacağım inşallah. Sen yazmaya devam et. Şuursuz cafe (kafe) gençliğine rağmen yazmaya devam et,” diye bir mesaj atmış. Teşekkür ediyorum kendisine… İşte bu motivasyon yüklü yazısından esinlenerek, bu yazıyı kaleme alıyorum:  

“GÖNLÜMDE KELİMELERE İHTİYAÇ HİSSETMEYEN BİR SES VAR: DİNLE!”

Niye böyle başlıyorum yazıya? Değerli hocam Konya’da Fen Bilgisi derslerine girerken, kendisini sürekli üniversitede çalışmalar yapmasına teşvik edici konuştuğumu şimdi hatırlıyorum. Şimdi de o beni, yazmaya teşvik ediyor sanırım.

         Bilmem hatırlar mısınız? Mesnevi’den sohbetlerimizin daha ilkinde Hz. Mevlana’nın bu ünlü eserine “dinle bu ney nasıl hikâye ediyor? Ayrılıklardan nasıl şikâyet ediyor?” diye başladığını söylemiştik. Mahmut Celalettin Paşa; “Bin dinle, bir konuş demişler ama bu devirde hiç konuşmamak daha iyidir,” derken yine dinlemenin önemine vurgu yapar. Goethe, “konuşmak bir ihtiyaçsa, dinlemek sanattır,” der. Biliyor musunuz, Mevleviliğin temelleri, Mevlana hazretlerinin oğlu Sultan Veled’in, Hz. Şems’le yaptığı sükût-u sohbetlerle atıldı. Sükûtunda bir sesi var, ama onu anlayacak bir yürek lazımdı. İşte bu sükûtun sesini Mevlana hazretlerinin bir oğlu (küçük oğlu Alaeddin) anlamayıp, dinlemeyip öfkelenerek ona muhalefet ederken,  büyük oğlu (Sultan Veled) anlayarak, bugünkü Mevleviliğin öğretilerini Hz. Şems’in susmalarını bile dinleyerek tüm insanlığa anlatmıştır.

          Dinlemek çok önemli dostlar! Benjamin Franklin; “Çocuklarınıza dinlemeyi, dilini tutmayı öğretin. Konuşmasını nasıl olsa öğreneceklerdir,” derken haksız sayılmaz. Bugünkü eğitim modellerinde en büyük sıkıntı da bana göre “dinlememe özrü” desem, her halde abartmış olmam. Eğitimin “öğretmen merkezli olmayışı” desem, bana inanır mısınız? Sonra da ideal öğretmenlikten bahsetmenin, ne kadar boş bir söz olduğunu bilmem söylememe gerek var mıdır? İdeal öğretmen diyebilmemiz için, önce ortada bir öğretmen olmalıdır. Öyle ki bu öğretmen; toplum nazarında itibarlı, bilgili, tam donanımlı, öğrenci ve velilerin saygı gösterdiği, toplumda mesleki açıdan üst sıralarda yer alan, sözü dinlenen, idealist, toplumun ve eğitimin merkezinde yer alan rol model olmalıdır. Mecburi eğitim deyip milyonlarca nice kişiyi sıralara oturtup nitelikli bireyler mi yetişiyor yoksa kalitesiz, ahlaki, milli ve manevi değerlere yabancı bir nesil mi yetişiyor bunu mutlaka sorgulamalıyız dostlar! Avrupa birliği müktesabatını tez elden bırakıp, derhal kendi öz kültürümüze dönmek zorundayız. Evet, maddi yönden çok ilerledik, ama özümüzü kaybettik. Öz (ceviz) yoksa ceviz kabuğunun bir kıymeti harbisi yoktur.  

       Araf suresinin 204. Ayetinde şöyle buyrulur:              “ Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve sessiz durun ki rahmete eresiniz.”

Böyle pek yüce vasıflara ve tarifi imkânsız kıymete sahip olan Kur’an okunduğu zaman, inananlarına düşen vazife, onu can kulağıyla, bütün ruhuyla dinlemek, gönül kapılarını onun manalarına açmak ve nefes almazcasına, kılı kıpırdamazcasına, tam bir teslimiyet ve konstrasyon içinde susup o şekilde dinlemektir. Kur’an-ı Kerîm’i böyle dinlemek, ilâhî rahmetin tuğyan edip, coşkun bir ırmak gibi dinleyenleri kuşatmasına vesile olacaktır. Çünkü susmak güzel bir şekilde dinlemeye, iyi dinlemek basiretin açılmasına, basiretin açılması manevî duyguların harekete geçip, kişinin iman ve salih amellere yönelmesine, iman ve salih ameller de, ilâhî rahmete ve nimete ermeye sebep teşkil eder. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’e gösterilmesi gereken tazim ve ihtimamın derinliğini anlamak bakımından şu misaller pek ibretlidir:

       Hz. Ömer ve Hz. Osman her sabah kalktıklarında Mushaf-ı Şerif’i hürmetle öpmeyi âdet hâline getirmişlerdi. Abdullah b. Ömer (r.a.) da her sabah Mushaf’ı eline alır, büyük bir tazimle öper ve duygulu bir şekilde:

     “Rabbimin ahdi, Rabbimin apaçık fermanı!” diye bağrına basardı. (Kettânî, et-Terâtibu’l-idâriyye, II, 196-197)

       İkrime (r.a.) Mushaf-ı Şerif’i alır, yüzüne gözüne sürerek ağlar ve:

       “Rabbimin kelâmı! Rabbimin kitabı!” diyerek Cenabı Hakk’a olan tazim ve muhabbetini ifade ederdi. (Hâkim, el-Müstedrek, II, 272/5062)

        Önceleri, mürekkeple yazılan yazılar silinmek istendiğinde, su ile yıkanırdı. Hz. Enes, Hulefâ-i Râşidîn zamanındaki talebelerin, Kur’an ayetlerinin yıkandığı suları rastgele sağa sola atmadıklarını, bilâkis hususi bir kapta biriktirerek, kabir kenarlarında veya ayak basılmayan yerlerde, açılan temiz kuyulara döktüklerini bildirmektedir. Bu suları, aynı zamanda şifa niyetiyle kullandıkları da olmuştur. (Kettânî, et-Terâtibu’l-idâriyye, II, 200)

        Ayetin işârî manası şöyledir: Susmak, iyice dinlemek için; iyice dinlemek de kulaklar için şarttır. “Susun” emrindeki işaret şudur: Zahir kulaklarınızla dinlemek için, zahir dillerinizle susun. Bâtın kulaklarınızla dinlemek için de, bâtın dillerinizle susun. Umulur ki hakiki kulakla dinlemekle, rahmete erersiniz. Hakiki kulak ise “Ben onun kulağı olurum da benimle işitir” (Buhârî, Rikak 38) kudsi hadisinde bahsedilen kulaktır. Kim Kur’an’ı Yaratıcısının kulağıyla dinlerse onu asıl okuyandan duymuş olur. İşte “Rahman, Kur’an’ı öğretti” (Rahmân 55/1-2) ayetlerinin sırrı budur. (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, III, 389)

      Bu sırra erişin en mühim yolu, zikrin ruha işlemesi ve gelen ayetlerde tarif edildiği şekilde, kişinin Rabbini daimî olarak zikretmesidir:

          Dinlemeyi çoğu insan bilmez. Anlatanı dinler gibi görünüp, dinlemeyen çok insan vardır. Genellikle  psikologlar sözlü iletişimde; iletme üzerinde dururlarken, dinleme üzerine ne hikmetse pek fazla durmazlar. Aşağıdaki olay, buna çok güzel bir örnek teşkil eder.   

           Adamın biri doktora gider;

“- Doktor bey, galiba karımda işitme kaybı başladı, ne yapmalıyım?” der. Doktor;

“- Eve gidince biraz uzaktan karınızın arkasından seslenin. Duymazsa, biraz daha yaklaşıp seslenin. Duyuncaya kadar yaklaşarak seslenin. Bakalım ne kadar mesafeden ses verecek? Duruma göre bir tedavi uygulayalım” der.                                               Adam eve dönünce, karısını mutfakta yemek yaparken bulur. Uzaktan arkasından kapıdan seslenir:

“-Karıcığım, akşama yemekte ne var?” Ses gelmeyince biraz daha yaklaşarak;

“-Karıcığım, akşama yemekte ne var?” der. Yine karısından ses gelmeyince, iyice dibine gelerek aynı soruyu sorunca, karısı hışımla ve öfkeyle dönerek;

“- Üçtür köfte dedim ya!” diye cevap verir.

         Yukarıdaki resim Bursa’nın İnegöl ilçesi Baba Sultan (Geyikli Baba’dan) bana aittir. Dikkat ederseniz tam bir dinleme halinde tüm ağaçlar, bitkiler, yeşillikler ve bir kırık bank… Bu fotoğrafımla bir başka dinleme biçimiyle Hz. Mevlana’ya kulak verip doğayı dinliyorum: “Gönlümde kelimelere ihtiyaç hissetmeyen bir ses var: DİNLE…”                                                                Şemsettin ÖZKAN                                                      26.12.2019 KONYA                                                                                                                                                             

KAYNAKLAR

  • –  Ömer Çelik Tefsiri   (kuranvemeali.com)
  • –    kuran.diyanet.gov.tr

GÖNLÜMDE KELİMELERE İHTİYAÇ HİSSETMEYEN BİR SES VAR: “DİNLE!”” için 1 yorum

  1. “Elimde sükutun nabzını dinle! Dinle de gönlümü alıver gitsin.” Sözleri üstat Necip Fazıl’a ait, bestesi Alaeddin Yavaşça’ya ait Hicaz eseri dinlemenizi tavsiye ederim. Dikkat ediniz işitmenizi, duymanızı demiyorum, dinlemenizi öneriyorum.

suskunduvar için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.