BİZ SAKALLARI ŞİİRLE KARIŞIK YÜREĞİ ALLAH’LA BARIŞIK İNSANLARI SEVDİK

(Toplumsal İlişkiler 335)


وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُباًّ لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعَذَابِ
“(Buna rağmen) İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını (O’na) ‘eş ve ortak’ tutanlar (ve bazı kulları tanrı gibi kutsayanlar) vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi sevmektedirler. (Halbuki ) İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri (herkesten ve her şeyden) 
daha kuvvetli ve şiddetlidir. (Başkalarına Allah’tan daha çok sevgi ve saygı göstermekle) O zulmedenler (insanları Allah’tan üstün gören ve İlahi kanunların uygulanmasını engelleyen zalimler), azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi (ve düşünüp anlasalardı…)” (Bakara/165)

Cahit Zarioğlu “biz sakalları şiirle karışık, yüreği Allah’la barışık insanları sevdik,” derken tam da Kur’an’da söz edilen tipteki şairleri sevdiğini, ama “şairlere gelince onlara azgın kimseler uyar. Her vadide başıbozuk dolaştıklarını görmez misin? Onlar yapmadıkları şeyleri söyler,” ayetinde anlatılan şairleri asla sevmediğini de ilan etmiş olur.

Üstat neden böyle söyleme gereksinimi duymuş olabilir ki? Çünkü Zarifoğlu Hak’tan yanadır. Özgürlükten yanadır. Bu özgürlük ancak şiirini Hak’ka teslim etmekle olabileceğinin farkındadır ve bunun bilincindedir o.

Asla işleri güçleri şehvet gıcıklayıcı aşk ve içki sahneleri tasvir etmek, eğlenmek, alay etmek, komikleştirmek ve övmek, ya da başkaları aleyhinde kin, nefret ve düşmanlık duyguları uyandırmak, ya da halkı memnun etmek, alkış ve beğenilerini kazanmak için genelevlerdeki fahişelerle, evlerinde oturan iffetli kadınların çekiciliklerini tanımlamak olan insanlardan yana değildir Zarifoğlu.

Zarifoğlu’nun şiir toplantılarına katılan ve “ünlü” şairlerin peşinden giden kalabalıkların, hiç bir ahlâkî sınır tanımayan, hayatta hayvanlar gibi şehvet ve tutkularını doyurmaktan başka amaç taşımayan ve hayatta yüce ve soylu idealler nedir bilmeyen kişilerle birlikte olması asla söz konusu olamaz.

Bu iki “sakalları şiirle karışık yüreği Allah’la barışık” insan türü ile sadece “sakalı şiirle karışık ama yüreği yüce yaratıcı ile küs” olan şair arasındaki açık farkı göremeyen ancak kör birisidir. Biri kalemini Allah yoluna adamış, diğeri ise şeytana.

Sanat meclislerinde yaşının çok ilerisinde bir itibara mazhar olan üstat Necip Fazıl, kendini Arvasi’nin camisinin kapısının süpürgecisi olarak gördü. Orada oldu, orada erdi. Orada kalemini Hak’kın emrine verdi. Orada sıyrıldı bohem hayatından. Sanata, fikre Allah boyasını orada vurdu. İman ocağında kulluk icazeti aldıktan sonra hayatın anlamını anlatmaya başladı insanlara.

Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış…

Sadece üstat Necip Fazıl değil, daha birçok ünlü şair ve yazar kalemini Allah’a adamıştır. Ancak en uçta üstat olduğu için onu en başa yazmak gerektiğini bilmem söylememe gerek var mıdır? Hele Nazım Hikmet’le Bahriye (deniz) Lisesinde birlikte okumaları, mektuplaşmaları, tartışmaları ve medenice birbirinden ayrılmaları gerçekten görülmeye değer.

Sanatı Allah’a adamak ve herşeyde Allah’ı bulmak öyle herkese nasip olmayacak bir şey. Liseli yıllarda sürekli “sanat sanat için mi, halk için midir?” münazarası yapılırdı. Konu buydu. Halbuki sanat ne sanat için, ne de halk için yapılırdı. Sanat Allah için yapılmalıydı. Çünkü sanatın bilakis kendisi yüce Rabbimizdi.

Şemsettin ÖZKAN

02.05.2021 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.