TEK BİLDİĞİM ŞEY HİÇBİR ŞEY BİLMEDİĞİMDİR (One thing only I know, and that is that I know nothing)

(Toplumsal İlişkiler 885)

اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذٖي خَلَقَۚ
خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍۚ
اِقْرَأْ وَرَبُّكَ الْاَكْرَمُۙ
اَلَّذٖي عَلَّمَ بِالْقَلَمِۙ
عَلَّمَ الْاِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْؕ
Olayları, hayatı seni yaratan Rabbinin adıyla oku! Rabbinin adıyla Rabbinin gösterdiği şekilde okuman hayatı daha iyi anlamanı daha iyi düşünmeni sağlar. Bugüne kadar başkalarının adıyla okumuş olabilirsin. Başkalarının bakış açılarıyla, başkalarının yol göstermeleriyle hayatı, olayları okumuş olabilirsin. Başkalarının adıyla okursan hayatı gereği gibi anlayamazsın! Atalarının yolundan okursan ataların yanlış anlamış olabilir. Kendi aklınla okursan eksik yanlış anlayabilirsin!” (Alak/1)
Rabbin insanı alak denilen küçücük bir kan pıhtısından yarattı. Rabbinin İnsanı neden, niçin, nasıl yarattığını sadece Rabbin bilir. Başkası bilemez.” (Alak/2)

Onun için Rabbinin adıyla, O’nun bakış açısıyla, O’nun öğrettiği, O’nun yönlendirdiği şekilde oku! Rabbin kerem sahibi olarak olayları gerçeğiyle okumayı sana öğretecektir. Unutma! İnsan eksik özelliklerle yaratılmıştır. Bu nedenle aklıyla, mantığıyla, araştırmalarıyla ancak kendi sınırları içinde öğrenir. Gerçek bilgi sınırsız olan Rabbinin bildirdiklerindedir. O’nun için Rabbinin bildirdiklerine dikkat et!” (Alak/3)

Rabbin sana sözle, yazıyla kendini ifade etme yeteneği verdi. Rabbinin bu nimeti olmasaydı kendini ifade edemezdin.” (Alak/4)

Hiç şüphesiz Rabbin insana bilmediği gerçekleri öğretir. Onun için Rabbinin sözlerine kulak veren yanlışsız, eksiksiz bilgilere sahip olur. Varlıkların yaratılış nedenlerini daha iyi kavrar. Yaratıcı olmakla yaratılan olmak arasındaki farkı öğrenir. Yaratılmış olmayı anlayan insan şeytana uyup yaratıcılık iddiasında bulunmaz.” (Alak/5)

İlmin başı la edridir yani ben bir şey bilmiyorum, tek bildiğim şey, hiçbir şey bilmediğimdir demektir. (One thing only I know, and that is that I know nothing.)

İnsan aslında çok şey bildiğini sanır, bilhassa yaşları hepey ilerlemiş olanları. Ama öyle çok şey bilmezler aslında. Hani şu Kur’an’da da geçen Hz. Musa ve Hızır (a.s) kıssasını gelin bir hatırlayalım. Aslında bildiğimiz herşey Rabbimizin bize bildirdiği kadardır:

Mûsâ aleyhisselâm, kendisine vahiy ile işâret edilen zâtı, bir kayanın üstünde hırkasına bürünmüş olarak gördü ve selâm verdi: “Ben Mûsâ’yım!” dedi. Hızır aleyhisselâm da cevâben: “Demek Benî İsrâîl peygamberi olan Mûsâ sensin!” dedi. Mûsâ aleyhisselâm: “Bana Allâh tarafından bildirilen, insanların en âlimi sen misin?” diye sordu.

Hızır aleyhisselâm cevâben: “Yâ Mûsâ! Allâh bana bir ilim vermiştir, o sende yoktur. Sana da bir ilim vermiştir, o da bende yoktur.” dedi.

Mûsâ aleyhisselâm, Hızır aleyhisselâm’dan bu ilmi telâkkî etme arzusunu bildirdi. Zâhiren akılla anlaşılması mümkün olmayan, kendisine acâib ve garâibden görülen bazı hakîkatlerin hikmetini Hızır (a.s)’dan öğrenecekti. Mûsâ (a.s) O’na: “Allâh’ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tâbî olabilir miyim?” dedi.” (Kehf/ 66) Hızır aleyhisselâm: Dedi ki: “Doğrusu sen, benimle beraberliğe sabredemezsin.  (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?”  (Kehf/ 67-68)

Bu sözlerle Hızır aleyhisselâm, Hazret-i Mûsâ’nın psikolojik durumu hakkında ilk keşfi yapmış, O’na kendini anlatmış oluyordu ki, bu tespit sonunda gerçekleşecekti. Hazret-i Mûsâ’nın alacağı hisse, kendi yerini bilmek ve bir sabır dersi almaktı. Yâni Hazret-i Mûsâ’ya hâl lisânı ile: Benimle beraberliğe sabretmek, senin elinden gelmez. Sen bu hususta mâzursun. Çünkü bu ilmin kemâli, henüz Sana verilmemiştir.” demekteydi. Mûsâ aleyhisselâm: İnşâallâh, beni sabredenlerden bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem!” dedi.” (Kehf/ 69) Hızır aleyhisselâm: Eğer bana uyacaksan, ben sana sırrımı açmadıkça, hiç bir şey hakkında bana suâl sorma! Yâni tartışma şöyle dursun; sorup anlamak için bile sorma!” dedi. (Doğrusu o sâlih kul): “Eğer bana tâbî olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana suâl sorma!» dedi.” (Kehf/ 70)

Ve o meşhûr yolculuğa çıktılar. Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinde bu hikmet ve ibret dolu yolculuk şu şekilde anlatılır: Bunun üzerine yürüdüler. Nihâyet gemiye bindikleri zaman O Hızır (a.s)gemiyi deldi. Mûsâ (a.s): “Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten Sen (ziyânı) büyük bir iş yaptın!” dedi. Hızır (a.s): “Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?” dedi. Mûsâ (a.s): “Unuttuğum şeyden dolayı beni muâheze etme; işimde bana güçlük çıkarma!” dedi.” (Kehf/ 71-73)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki: Böylece Hazret-i Mûsâ’dan ilk unutma vâkî oldu. Bu sırada bir serçe gelip geminin kenarına kondu ve ardından su içmek üzere gagasını denize daldırdı. Bunun üzerine Hızır aleyhisselâm Hazret-i Mûsâ’ya: “Al­lâh’ın il­mi ya­nın­da se­nin, be­nim ve bütün mahlûkâtın ilmi, şu ku­şun denizden ga­ga­sıy­la al­dı­ğı su ka­dar­dır.” dedi.”  (Bu­hâ­rî, Tef­sîr, 18/2-4) Yine yürüdüler. Nihâyet bir erkek çocuğa rastladıklarında Hızır (a.shemen onu öldürdü. Mûsâ dedi ki: “Bir cana karşılık olmaksızın mâsum bir cana nasıl kıyarsın? Gerçekten sen fenâ bir şey yaptın!” Hızır (a.s): “Ben sana, benimle beraber (olacaklara) sabredemezsin, demedim mi?” dedi. Mûsâ (a.s): “Eğer, bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme! Hakîkaten benim tarafımdan (ileri sürülebilecek) mâzeretin sonuna ulaştın!” dedi.”  (Kehf/74-76) Bu sözü ile Hazret-i Mûsâ, artık özür dileyecek hâli kalmadığını anlatmak istemişti.

Yine yürüdüler. Nihâyet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misâfir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. Hızır (a.shemen onu doğrulttu. Mûsâ (a.s): “Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alabilirdin!” dedi. Hızır (a.sşöyle dedi: “İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim!”  (Kehf/ 77-78) Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu hâle getirmek istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı. Erkek çocuğa gelince, onun ebeveyni mü’min kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk. Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin!”  (Kehf/ 79-81) Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara âit bir hazîne vardı; babaları ise, sâlih bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazînelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur!” (Kehf/ 82)

Şemsettin ÖZKAN 27.11.2022 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-pixabay.com

4-islamveihsan.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.