Can the eyes facing the rocks see the flowers?
(Toplumsal İlişkiler 38)
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ
“Ve (onlara söyle:) görünmez varlıkları ve insanları yalnızca (Beni tanımaları ve) Bana kulluk etmeleri için yarattım.” (Zariyat/56)
Rahmetli Cahit Zarifoğlu; “asıl marifet buluttaydı ama herkes yağmura şiir yazdı,” derdi. Hacı Bektaş Veli ise “marifet nefsi silmek değil, bilmektir,” derken bize ma’rifeti nefs (kişinin kendini bilmesi anlamında tasavvufi, ahlaki ve felsefi bir terimin) izahını yapar.
Hz. Mevlana da; “Marifet nedir bilir misin? Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir.” Allah’ın yüce kudretini okuyabilme sanatıdır.
Hz. Şems şöyle anlatır marifeti; “Şeriat der ki; seninki senin, benimki benim. Tarikat der ki; senin ki senin, benimki de senin. Marifet der ki; Ne seninki senin, ne benimki benim. Hakikat der ki; ne sen varsın, ne de ben.”
“Kusur bulmak için bakma birine, bakarsan bulursun. Kusur örtmeyi marifet edin kendine, işte o zaman kusursuz olursun,” diyen Hz. Pir efendimiz marifet ehli insanların nasıl olması gerektiğini de öğretir. O halde marifet nedir?
Marifet; Allah ve O’nun sıfatları, fiilleri, isimleri ve tecellileri hakkında manevî tecrübeyle doğrudan elde edilen bilgi anlamında bir tasavvufi terimdir. Yukarıda geçen;
“Ben cinleri ve insanları ancak bana
ibadet etmeleri için yarattım” (ez-Zâriyât 51/56) mealindeki ayette “ibadet
etsinler” ifadesini sufiler “beni tanısınlar” şeklinde yorumlamışlardır. Çünkü
ibadet, ibadet edilenin bilinmesine (marifet) bağlıdır. Bilinmeyene ibadet
edilmez, dolayısıyla marifetsiz ibadetin bir anlamı yoktur. Sufilere göre,
“Allah’ın, kalbini İslâm’a açtığı bir kimse rabbinden bir nur üzere değil mi?”
(ez-Zümer 39/22); “Ey iman edenler! Eğer takva üzerinde olursanız O size bir furkan
verir” (el-Enfâl 8/29) mealindeki ayetlerde geçen “nur” ve “furkan” kelimeleri
de marifete işaret etmektedir. Sufilerin kutsi hadis olarak kabul ettikleri,
“Ben bir gizli hazine idim, tanınmaya muhabbet ettim ve âlemi tanınmak için
yarattım” ifadesi onlara göre âlemin yaratılış gayesinin muhabbet ve marifetullah
olduğunu göstermektedir. Bu sebeple bütün varlıkların fıtratında marifet arzusu
vardır.
Mutasavvıflara göre marifet “kalbin Allah’la olan
hayatı”, “Allah’ı sıfat ve isimleriyle tanıyanın niteliği”, “birbirini izleyen
nurlarla Hakk’ın kalplere doğması”, “ilâhî bir na‘t / vasıf” (Serrâc, s. 56;
Kelâbâzî, s. 63; Kuşeyrî, s. 601), “kalbe atılan bir nurla iç aydınlığa kavuşma hali”, “kalp gözüyle
ilâhî gerçekleri görmektir.” Bu tarifler söz konusu bilginin mahiyetini
tanıtmaktan ziyade kaynağı, elde ediliş yolu ve biçimi, gerçekleşme şartları,
güvenilirliği, çeşitleri, etkileri ve sonuçları gibi hususlarla ilgili olup
bunların her biri marifetin ayrı bir yönüne vurgu yapması bakımından önemlidir.
Tarifler üzerinde düşünerek marifet hakkında genel bir kanaat sahibi olmak
mümkünse de bunun özüne nüfuz etmek (sülûke; kalbin ve nefsin temizlenmesi için yapılan
manevi yolculuğa) ve manevî tecrübeye bağlıdır. Tanınan ama sözle tanıtılamayan
bir bilgi, bir duygu ve bir aydınlanma hali olan marifetin; (yakīn; bir şeyi kesin, doğru bir
şekilde bilme), (zevk; keşif ve ilham yoluyla
kalbin hakikate erişmesi, bu şekilde kalbe atılan ilâhî bilgi, dinî ve manevi
tecrübe), (vecd; ruhun dünyevi
gerçeklikten kurtulup kendinden geçme hali ve coşkunluğu), (fenâ; ölmeden önce ölmüş gibi olup” yokluk sırrına ermek, Allah’ın
varlığında yok olmak, erimek) ve huzur gibi tasavvufî hallerle de yakın ilişkisi
vardır.Marifet konusundaki tariflerin yetersiz kalması ve bu yolda ilerleyen
sufilerin gittikçe Hak’la ilgili bilinmezliklerin arttığını görmeleri onları,
“Marifet Hakk’ın bilinmeyeceğini bilmektir” deme noktasına ulaştırmıştır.
Marifet Allah, insan ve âlemle ilgili
kapsamlı bir bilgi olmakla beraber tasavvufta esas olan “marifetullah” denen özel bilgidir.
Âlem ve nefis hakkındaki marifet ise Allah’ı tanımanın aracı olması bakımından
değerlidir. Bu sebeple marifetullah “Allah’ın zatı, sıfatları, fiilleri ve
isimleri hakkındaki bilgi” şeklinde tanımlanmıştır. Fakat Allah’ı bu şekilde
tanımak da insanın kendini tanımasına (ma‘rifetü’n-nefs) bağlıdır. Nefsini bilen
kimsenin rabbini bileceğini belirten hadis de (Süyûtî, el-Ḥâvî, II, 451-455;
ed-Dürerü’l-müntes̱ire, s. 185) bunu anlatmaktadır. Ebû Saîd el-Harrâz aynı
kavramı, “Nefsini bilmeyen rabbini bilemez” şeklinde ifade etmiştir. İnsanın
nefsini bilmesi rabbini bilmesinin başlangıcı, rabbini bilmesi nefsini
bilmesinin neticesidir; yani insan nefsinin sıfatlarında arif olmadıkça
rabbinin sıfatlarını idrak edemez.
Marifet ehli şu iki muhterem insanın hikâyesiyle noktalayalım yazımızı. Etrafınızda böyle insanlar varsa sıkı sıkı sarılın onlara.
Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli‘nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. (O zamanlar dergâhlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu.)
Durumu Hacı Bektaş Veli‘ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve ayni durumu Mevlâna‘ya anlatır, Mevlâna ise bu hediyeyi kabul eder.
Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli ‘ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlâna’ya bunun sebebini sorar.
Mevlâna şöyle der:
– Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş Veli dergâhına gider ve Hacı Bektaş Veli’ye, Mevlâna’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli’ye sorar.
Hacı Bektaş Veli de şöyle der:
– Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlâna’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.
Şemsettin ÖZKAN
20.04.2020 KONYA
KAYNAKLAR
1-flicrk.com
2-kuran.diyanet.gov.tr
3-kuranmeali.com
4-islamansiklopedisi.org
5-sezgiler.com