(Toplumsal İlişkiler 693)
وَيَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزٖيدُهُمْ خُشُوعاً
“Ve Allah’ın ayetlerini dinledikçe, O’na karşı saygı ve duyarlıkları zirveye ulaşır, gözyaşları içinde yeniden yüzüstü secdeye kapanmaktan kendilerini alamazlar!” (İsra/109)
Önce şu aşkı iyi anlamak lazım. Kime aşıktır insanın özü? Aslında biz kime karşı her halükarda karşılıksız taparcasına sevgi besliyoruz? Hastalandığımızda ya da zorda kalınca veya okyanusların ortasında fırtınaya yakalandığımızda kimden yardım istiyoruz?
Bizi dirilten, yaşatan, öldüren, rızık veren, sağlık sıhhat veren, yoktan vareden, sevgi bahşeden, dert veren derman veren hasılı her zaman darlıkta yoklukta, varlıkta sığındığımız kim? Elbette herşeye kadir olan rabbimiz Allah (c.c) değil mi?
Beste ve güftesi anonim olan çok sevdiğim Segah makamındaki bir eserde kime aşık olunacağı anlatılır:
Ben bu aşka düş oldum
Aşk ateşiyle kül oldum
Yandım yandım külhan oldum hu
Aşkından dolanıyorum
Külhan gibi yanıyorum
Allaha yalvarıyorum hu
Zincir tutmaz urgan tutmaz
Aşk ateşin candan çıkmaz
Yanar yüreğim dumanım tütmez hu
Aşkından dolanıyorum
Külhan gibi yanıyorum
Allaha yalvarıyorum hu
Zincir bana urgan bana
Ben gidiyorum haktan yana
Aşık oldum ben Allaha hu
Aşkından dolanıyorum
Külhan gibi yanıyorum
Allaha yalvarıyorum hu.
Aşkın kaynağı tüm sevgilerin menbaı Allah sevgisidir. Diğer sevgiler O muazzam kaynaktan neşet etmiştir. Diğer sevgileri de O’na bağlamak lazımdır. Odur bize Peygamberini, anne ve babamızı, eşlerimizi, çoluk çocuğumuzu, arkadaşlarımızı vb. sevdiren.
Hz. Mevlana der ki; “senin aşktan yana nasibin varsa dokunsan da yanacaksın dokunmasan da. İyi bil ki bazıları hasrette yanar bazıları vuslatta.” Buradan şu çıkıyor aşık olmak öyle her babayiğidin harcı değil. İlgi, alaka, çaba, gayret ve emek sarfetmek gerekiyor. İstemek lazım. Gönlü geniş ruhu gezginlerin kırkıncı kuralı şudur:
“Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır.Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma!Ayrımlar ayrımları doğurur.AŞK’ın ise hiç bir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk.Ya tam ortasındasındır merkezinde, ya da dışındasındır hasretinde.” Bu aşk usulü Şemsabad (Kitab-ü Usul-i’l AŞK) adlı tarihi romanımızda nasıl işlenmiş bir görelim:
AŞKA UÇMAZSAN, KANAT NEYE YARAR?
Baturalp Hamza, yanına Samsa Çavuş’u ve kardeşi Sülemiş’i de alıp erkenden Nikea’ya doğru yola çıktı. Yollarının üzerinde önce Bilecik vardı. Bilecik tekfuruyla Ertuğrul Gazi’nin arası çok iyiydi. Yazın yaylaya çıktıklarında bazı eşyalarını ona bırakıyorlar, bunun karşılığı da onlara hayvanlardan elde ettikleri ürünlerden veriyorlardı. Koordinasyonu Samsa Çavuş ve kardeşi Sülemiş sağlıyordu. Samsa Çavuş, Rumcayı anadili gibi biliyordu. Üstüne üstlük, onların örf, adet, gelenek ve göreneklerine de vakıftı. Bilecik valisinden bir Nikea’ya gitmek için yazılı bir kâğıt belge alarak yollarına devam ettiler.
Samsa Çavuş buraları avucunu içi gibi biliyordu. Çünkü Nikea’yı ve Sakarya nehri boyunu tutmakla görevliydi. Hedef te öncelikle önlerine ilk çıkan Lefke (Osmaneli) vardı.
Lefke, kuzeybatısı Samanlı dağları, kuzeydoğusunda Kara dağların tepe uzantıları ile batıda Avdan dağı ve kayaları, güneyinde Erikler dağı, güneydoğusunda Paşa dağı ve doğusunda Yaylak tepe ve Kuru dağ ile çevrilmişti. Alüvyonlu topraklara sahip olan Lefke, Sakarya vadisinde yer almakla beraber, Gallos (Göksu) çayı takip edip, Taşköprü civarından başlayıp, Dereyörük köy sınırları ile biten, Göksu vadisini de hesaba katmak gerekiyordu.
Üç atlı, Paşa dağın tepesinden, Lefke’yi temaşa ediyorlardı ki, aşağıdan çan sesine benzer bir ses, dağlarda yankılandı. Samsa Çavuş;
“-Ana len, bugün Pazar gari değil mi?” dedi.
Baturalp Hamza;
“-Evet. Bakın insanlar o yüksek binaya doğru gidiyor.” Dedi.
Sülemiş;
“-Aka, o kilise değil miydi yaaev?” diye ekledi.
Samsa Çavuş;
“-Hee len, orası Aya Yorgi kilisesi. Böğün pazer olduğundan insancıkla kiliseye gidiveriyo gari.” Diyerek onların merakını giderdi. On beş yirmi dakika falan oyalanmışlardı ki, Samsa Çavuş’u eftik bastı:
“-Ne dururuz len, hadi gidelim gari! Yolağçı, yolda yagşı.”
Baturalp Hamza;
“-Doğru söylersin, yolcu yolunda gerek. Ne tarafa gayri?” diye sordu. Samsa Çavuş;
“-Gari kuzeybatı istikametine doğru. Çevre yolundan patikalardan, geçi yolunden şu karşi ki dağa, Samanlı dağlarına at sürüvirelim gari. Nikea’ya hiç girmeyelim. Şurden kestirivirelim gari.” Dedi. Sağ elini gözlerinin üstüne siper eden Samsa Çavuş, ileriye bakarak; “-Şu uzakteki Dikilitaşı görüyon mu len, işte oreye gitcez gari.” Dedi.
Sülemiş dayanamayıp sordu:
“-Aka ne vakıt oreye varırız gari?”
“-Nereye?”
“-Nereye olcek yaaev? Şu gitcemiz yere gari?
“-Haa, Linda’ya mı?”
“-Hee be yaaev!”
“-Goley len, emme, aççik hızlı gidiverirsek akşeme varırız len.”
“-Haydi, o zamen, ya Allah, bismillah! Allah işimizi ansat etsin, (Kolay etsin!)” deyip atları topuklayıverdiler.
Akşama doğru, güneş batmadan, Samanlı dağın eteklerine varmışlardı. Yukarıdan Nikea gölü, muhteşem gözüküyordu. Güneşin son huzmeleri suya yansımış, yansıyan yerden bir balıkçı teknesi geçiyordu. Dünyada güneşin batışının, en iyi seyredildiği ender yerlerden biriydi burası. Tarihi surlar şehre ayrı bir güzellik katıyordu. Baturalp Hamza’nın ve Sülemiş’in Nikea’ya giresi geldi. Ancak Linda’ya daha vardı. Aşağıya inmeseler yarım saatte orada olabilirlerdi. Bunu dikkate alan, Samsa Çavuş;
“-Aççik şurde galcem, seyretçem len, şu manzereyi. Geceleyin Adonia yinge ile Kıristos ağanın kapısını çalmek de emme, iyi olmaz len. Aççik gün yüzü ile gidelim derim gari. Haa Kıristos ağa da öldü ya be, deycek bişey galmedi be yav.” Dedi.
Sülemiş;
“-Aka, kalkcen mi, kalkmeycen mi? Macır Fatme gibi gitcen diyon emme, gitmiyon be yaaev!”
Sülemiş’in uyarmasıyla yola koyuldular. Linda’ya girdiklerinde henüz güneş yeni batıyordu. Samsa Çavuş önüne gelenle konuşuyordu. Sanki yabancı bir memlekete gelmemiş gibi bir hali vardı:
“-Kaliniihta Erasmus len! “
“-Yaa Sas, Hercules,”
“-Tı kanete Nicholaus?
Herkes onu daha önceden tanıdığı için, gülümseyerek karşılık veriyordu. Çünkü Samsa Çavuş’un sempatik bir yapısı vardı. Samsa Çavuş eliyle koymuş gibi, Selina’nın doğduğu evi buldu.
Eve yaklaştıkça Baturalp Hamza’yı bir heyecan sardı. Bir sarmaşık gibi, Selina’nın o kavuran aşkı gönlünü dağladı. Selina’nın attığı o aşk (ışk) tohumu, bir sarmaşık gibi, tüm gönül bahçesini, sarıp sarmalamaya, bütün bedenine yayılmaya başlamıştı. Selina’nın evinin önünde, sevgilisi daha görünmeden bu civanmert, selvi boylu, yiğitler yiğidi, koca bir çınar olan bu adamı, sarıp sarmalamış, görünmez eylemişti. Aşka tutulan bu koca çınarda emirler artık her tarafını sarıp sarmalayan sarmaşık tarafından verilecekti. Ne diyordu piri Hz. Mevlana; ‘Aşka uçmayan kanat, neye yarar ki?” O da işte aşka uçuyordu. Hem de tüm benliğiyle. Pirim Hz. Mevlana’ya;
Sordum aşkın sırrı nedir? Dedi: “Yar’da yok olmaktır.”
Sordum yârin isteği nedir? Dedi: “Samimi olmaktır.”
Sordum samimiyet nedir? Dedi: “Hep yâre bakmaktır.”
Sordum bu nasıl olacak? Dedi: “Nefsi bırakmaktır.”
Sen ve ben gafletini aşıp, biz olanların rızkıdır aşk…
Saniyeler içinde geçtiği bu hayal koridorundan Samsa Çavuş’un sesiyle çıkabildi:
“-Kalovradi! (İyi akşamlar)
Yaşlı bir kadın kapının önünde onlara;
“-Kalos irtate-irtes (hoşgeldiniz!) dedi.
Samsa Çavuş;
“-Kalos sas vrikame (hoş bulduk!) dedi ve ekledi:
“-Pos iste? (Nasılsınız?)”
“-Ta idia, kala, efharistume ki esis? (Aynı bildiğiniz gibi, iyi, teşekkür ederiz, ya siz?)”
“-Poli kala, iperoha. (Çok iyi, harika)”
Baturalp Hamza da Rumca ’yı, Yunanca ’yı iyi bildiğinden tebessüm ederek mukabelede bulundu. Sülemiş sadece tebessüm ederek başını salladı. Adonia nine başına bir örtü almıştı. Yüzünde bir sevimlilik vardı. Onları içeri aldı. Samsa Çavuş ve Baturalp Hamza onunda Müslüman olduğunu sezdiler. Samsa Çavuş eski Adonia’yı çok iyi bildiğinden bu değişikliği sezmesi kolay olmuştu. Ama Baturalp Hamza onun yüzündeki secde izinden anlamıştı. Selina hala ortalıkta gözükmüyordu.
Samsa Çavuş, Adonia nineye hal hatır soruyordu ki, birden bir kız, içeri süzüldü. Sanki gök kapıları açılmış da, bir melek yere inmişti. Tüm güzelliğiyle odayı dolduran Selina içeri girdi. Yıllar geçse de güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemişti. Bir müddet şaşkın ve hayran, dilsiz ve ayaksız Baturalp Hamza’ya öylece bakakaldı. Nerdeyse Baturalp Hamza’ya sarılıp ağlayacak, ağlayacaktı. Kendini zor tuttu. Ama yine de o güzel gözlerinden iki damla yaş süzüldü:
“-Hoş geldiniz” diyebildi.
Baturalp Hamza derhal ayağa kalktı. Sevdiği kadına ta gönlünden bakarak, elindeki değerli hediyeleri verdi:
“-Lütfen bunları kabul buyur” dedi.
Selina:
“-Çok teşekkür ederim, kendinize niye zahmet verdiniz?” dedi.
Baturalp Hamza;
“-Zahmeti mi olur bunun Selina? Senin için daha ne yapsam azdır.” Dedikten sonra Selina’nın annesi Adonia için aldığı hediyeleri çıkarıp ona verdi. ‘Efharistoo, (teşekkür ederim)’ derken, yaşlı kadının gözlerinin içi parlıyordu. Selina ise adeta mutluluktan uçuyordu. Baturalp Hamza’nın gözlerine öylece bakakaldı.
İşte sevdiği adam evindeydi. Bundan müthiş bir zevk duydu. Onun yokluğunda, özlemin hüzzam tınılarında gezinmişti. Aşkın, nihavent saltanatını arıyordu. Yalnızlar evinden, bir gün çıkıp bir daha dönmeyen, yıllarca ilmek ilmek, sabırla, ona olan hasretini dokuduğu, uzun da geçen gecelerde, sarmasını istediği adam, işte karşısındaydı. Onca okuduğu aşk şiirleri, dinlediği aşk şarkıları, hep birbirine yar olamayanlara aitti. Hele şu, bülbül gül hikâyesindeki, aşk tam bir dramdı:
Gül gül dedi bülbül güle, gül gülmedi gitti
Bülbül güle, gül bülbüle, yar olmadı gitti.
Acaba bu durum, kendileri içinde işleyecek miydi? Ne diyordu, Hz. Mevlana’nın aşk şehidi Hz. Şems; ‘olduğu kadar, olmadığı kader.’ Rabbim yazmışsa, bu iş bugün olacak. Baturalp Hamza, ta Konya’dan buralara, herhalde gezmeye gelmemiştir. Kendisini annesinden istemeye gelmiştir, diye düşünürken, Samsa Çavuş, annesine gelmelerinin nedenlerini açıklamaya başladı. Selina bu arada, tekrar dışarı çıkmaya hazırlandı. Biraz utanarak;
“-Ben size bir şeyler hazırlayayım,” diyerek mutfağa gider gibi yaptı. Aralık kapıdan içeriyi dinlemeye başladı.
Samsa Çavuş, usulen Baturalp Hamza’yı Adonia nineye tanıttıktan sonra;
“-Erenler derler ki; Aşksız geçen bir ömür boşuna yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, mecazi mi? Yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar, ayrımları doğurur. Aşkın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde… Ya da dışındasındır, özleminde… Şinci sıkı dur gari Adonia nine. Bu kızancıklar çok bekledi be yaa. Bunnar birbirlerini delile gibi seviyolar biliyon mu? Bu iki âşık birbirinden başkelerine yar olmecek gari. Allah’ın emri, peygamberin kavliyle kızınız Selina’yı, oğlumuz Baturalp Hamza’ya istiyoruz, deyiveriyom gari, dedim gitti” dedi.
Adonia nine, aslında buna hazırlıklı olmasına rağmen, bir şaşkınlık geçirdi, dili tutuldu, bir şey diyemedi. Bir Baturalp Hamza’ya baktı, bir Samsa Çavuş’a baktı. Neden sonra kendini toplayarak usulen;
“-Eee, agali agali yinete i agurida meli. ( Sabırla koruk helva olur.) Ben bir Selina’ya sorayım da geleyim” diyerek odadan çıktı. Kızından onay aldıktan sonra tekrar içeri girdi. Gözünden yaşlar süzüldü. Bunlar sevinç gözyaşlarıydı. Samsa Çavuş’a dönerek;
“-Selina’yı, Baturalp Hamza oğluma verdim gitti.” dedi ve dışarıdan Selina’yı da çağırarak;
“-Selina, gel bakayım kızım! Baturalp Hamza ile elimi öpün.” dedi, demesiyle birlikte Selina içeri girdi. Baturalp Hamza’da birden ayağa kalktı. Selina, Baturalp Hamza’nın yanına gelip durdu. İki sevgilinin yüzünde, güller açıyordu. Ne kadar da, birbirlerine yakışmışlardı. Biri dünyanın en güzel prensesiydi, diğeri de en yakışıklı prensiydi. Adonia onlara bakarken;
“Selina haklıymış, damadım da çok yakışıklıymış. Doğrusu birbirlerine, çok ama çok yakıştılar” diye düşündü.
Baturalp Hamza ve Selina, birlikte yaşlı annelerinin elini öptü. Selina ile annesi öylece sarılıp kaldılar. Dakikalarca se- vinç gözyaşları döktüler. Samsa Çavuş da Baturalp Hamza’yı sarılarak ve tokalaşarak tebrik etti, hayırlara vesile olmasını temenni etti. Namazları eda ettikten sonra, Samsa Çavuş, onların nikâhını kıydı. Bir dualar ediverdi, bir dualar ediverdi ki, yer gök âmin dedi. Yeryüzüne inmiş, bu en güzel meleğin nikâhına, semadaki meleklerde iştirak etmişti. Bu iki güzel aşığın, mutluluğuna ortak oluyorlardı. Herkes onlardan hoşnut idi, onlarda herkesten. Artık onlar, karı koca olmuşlardı. Ancak bir araya gelmeleri, bakalım ne zaman gerçekleşecekti? Düğün yapacak zamanları da yoktu. Çok mütevazı bir birliktelikleri vardı. Hiçbir zaman, Allah’ın koyduğu sınırları aşmamışlardı. İşte artık, Allah onlara bu davranışlarından ötürü, helal yolu açmıştı. Artık, dayanma limitlerini tüketmişlerdi. Dışarı çıkan Baturalp Hamza, Selina’nın yanına gelerek gece için, uygun bir zaman ve yer ayarlamasını, tembih etti. Selina, sadece başını salladı ve bu gece, herkes uyuduktan sonra, evin dışına çıkmasını istedi. Baturalp Hamza da, tıpkı Selina gibi başını salladı. Yemekler yenildi, misafirler odasına çekildi. Adonia nine, çoktan uykusu geldiği için, derin bir uykuya daldı. Önce kapının önüne, Selina çıktı. Ne de olsa, burası onun eviydi. Hiç yabancılık çekmiyordu. Sonra, Baturalp Hamza çıktı. Dışarıda, çok güzel bir bahar havası vardı. Zaten buralarda kışları bile, en düşük beş derecenin altına inmiyordu. Mikro klima iklimiyle, bu havalar, insanı kesinlikle üşütmezdi. Cırcır böceklerinin gevezelikleri, her yeri sarmıştı. Susmak nedir bilmiyorlardı. Dolunay, gökyüzünde parlıyordu. İlk kez, birbirlerine sarıldılar. Birbirlerini öpmeye doyamadılar. Selina, onu ahıra doğru çekti. Baturalp Hamza’yı, atları çıkarttıktan sonra, babasının, Linda’nın yukarısındaki şelale, kanyon ve su değirmenin, hemen yanına yaptığı, dağ evine doğru götürdü. Kızılçam ormanlarının içindeki patikadan kolayca geçtiler. Kanyondaki suyun sesi, gittikçe çoğalıyordu. Yerleşim birimine biraz uzaktı, ama buraya gelmeye değerdi. Selina, Baturalp Hamza’yı balayına götürüyordu. Nasıl geldiklerini, bilemediler bile. Dışarısı çok aydınlıktı. Ahşaptan yapılmış dağ evi gözüktü. Hemen aşağıda şelale çağlıyordu. Selina;
“-İşte burası” dedi ve kocaman eski kilidi, elindeki anahtarla açtı. Çoktandır açılmamış olan kapı, büyük bir gıcırtıyla açıldı. Selina eliyle bulmuş gibi, duvardaki kandili yaktı. Sonra da, evin köşesindeki şöminede, çaprazlama dizilmiş odunları tutuşturdu. Baturalp Hamza, şelalenin sesine dışarı çıktı. Her yer aydınlıktı. Hemen ileride, suyun akış istikametine kurulmuş, bir su değirmeni vardı. Suyu, elleriyle kontrol etti. Suyun döküldüğü yerin az ötesinde, yüzmek için, çitlerle çevrilmiş, bir yer bulunuyordu. Su bu bölgede soğukluğunu, ılımaya bırakıyordu. Baturalp Hamza, üzerindekileri çıkarıp suya girdi. Üzerinde sadece uzun bir şort kalmıştı. Selina meraklı gözlerle onu takip ediyordu. Ayın ışığında Baturalp Hamza muhteşem gözüküyordu. Belli ki, halvetten önce bir boy abdesti almak istiyordu. Birden Selina da kararını verdi. Uzun askılı gece kıyafetiyle, o da suya yavaşça girip, balık gibi yüzmeye başladı. Saatlerce suda kalıp, murad verip murad aldılar. Sonra her ikisi de, boy abdesti aldıktan sonra, Baturalp Hamza Selina’yı kucakladığı gibi, kulübeye götürdü. Selina ıslak elbisesiyle, harika gözüküyordu. Baturalp Hamza onun ayaklarını bulduğu küçük bir leğende yıkadıktan sonra, o suyu evin değişik yerle- rine serpti. Sonra da bu evliliklerinin huzurlu, bereketli ve mutlu olması için iki rekât şükür namazı kıldı. Selina da Baturalp Hamza’nın arkasına geçip, dualar etti. Allah’tan, en az dört tane hayırlı evlat vermesini, niyaz etti. Şömine, odanın içini bayağı ısıtmıştı. Ateşin önünde sabahlara kadar geçen yıllara inat hasretlerini giderdiler. Coğrafi keşif yapar gibi, vadilerinde, dağlarında, ovalarında, ormanlık alanlarında ve yanardağlarında, birbirlerinin gezindiler durdular. Sabahlara kadar, durmadan, bıkmadan ve usanmadan. Mutasavvıfların ‘cimada tevhid sırrı vardır’ tezini ispatlamışlardı, hem de kaç kez ikisi de bilmiyorlardı.
Şemsettin ÖZKAN
14.05.2022 GÜZELYALI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-sarkisozum.gen.tr
5-Şemsettin ÖZKAN, ŞEMSABAD (Kitab-ü Usul-i’l AŞK) adlı henüz basılmamış tarihi romanımdan alıntı