KİMİ ÇAMURA DÜŞER KİMİ GÜL YAPRAĞINA

(Toplumsal İlişkiler 68)


لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓي اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ
“Biz insanı, yaratılış amacını gerçekleştirmesi için ihtiyaç duyduğu her türlü zihnî ve bedenî özelliklerle donatarak, varlık mertebelerinin en yükseğine çıkabilecek bir yetenek ve kapasitede, yani, olması gereken en güzel biçimde yarattık.”
ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِل۪ينَۙ
“Fakat insan, vahiyden uzaklaşarak kendi asli/olumlu kişiliğini saptırıp yozlaştırınca, —geçerli kıldığımız kanunlar gereğince— onu varlık mertebelerinin en dibine yuvarlayarak aşağıların aşağısına çeviririz. Kur’an’dan yüz çevirerek şeytanın boyunduruğu altına giren insan, vahşî hayvanlardan daha da canavarlaşır. İşte, Allah’ın yol göstericiliğinden yüz çeviren insanoğlu, bu derece alçalır.” (Tin/4-5. Ayetler

Üstat Necip Fazıl “Sakarya Türküsü” adlı o muhteşem şiirinde insanı çok güzel tanımlar:

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;

Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;

Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;

Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.

Gerçekten de öyledir insan, su misali kaygan ve akar durur ama bu suyun aktığı oluklar hep öyle arı duru değil, çünkü birinden nur akıyorsa birinden de kir akar. Evet, Allah’ın ruhundan üflediği, meleklerin kendisine saygı secdesi yaptığı, yeryüzünün halifesi, en mükemmel varlık, ahlaki meziyetlerle donatılmış bir varlık, ama bir de madalyonun öbür yüzü var. Nisyan kökünden insan her şeyi unutan nankör, kötülük işlemeye meyyal, şeytani özellikleri de bünyesinde barındırabilen bir varlık.

          İnsan zaten bir damla sudan yaratılmadı mı?

“Şüphesiz Biz insanı, (içeriği çok harika bir karışım olan) karmaşık bir damla sudan (spermden) yarattık. Onu deneyip imtihan etmekteyiz. Bundan dolayı onu işitir ve görür hale getirdik.” (İnsan/2)

          İnsanın yaradılışı kompleks bir yapıya sahiptir. En güvenilir bilgi kaynağı olan Kur’an’da, insanın aşama aşama yaradılış evreleri şöyle anlatılır:

“Ey insanlar! Eğer ölümden sonra yeniden diriliş konusunda herhangi bir şüpheniz varsa, kendi yaratılışınıza bir bakın.
Hiç kuşkusuz biz sizi, ilk önce atanız Âdem’de olduğu gibi topraktan, sonra topraktan yetişen yiyeceklerle babanızın vücudunda oluşan nutfeden, sonra ana rahmine düşen bu nutfenin, belli bir dönem sonunda da  kan pıhtısı görünümünde, rahmin duvarına yapışmasıyla oluşan alakadan, sonra temel unsurları bakımından yaratılışı kısmen tamamlanmış, fakat bütün organlarıyla henüz tamamlanmamış olan bir çiğnem et parçasından yarattık. Ve bu yaratılışı size böyle ayrıntılarıyla anlattık ki, Kur’an’ın ilâhî bir kelam olduğunu, hiçbir şüpheye meydan vermeyecek biçimde size açıkça gösterelim. Cenin hâlinden sonraki aşamalara gelince; bu ceninlerden sağlıklı bir şekilde doğmasını dilediklerimizi, belirli bir vakte kadar rahimlerde tutar, zamanı gelince de sizi bir bebek olarak dünyaya getiririz. Sonra da ergenlik çağınıza erişinceye kadar sizi besleyip büyütürüz; içinizden bazıları daha genç yaşta hayata gözlerini yumarken, kimileriniz de bildiği şeyleri dahi, bilemez hâle geleceği, ömrünün o en düşkün ve perişan çağına kadar yaşatılır. Dış dünyanızdaki delillere gelince;  kış mevsiminin sonunda, yeryüzünü, bitki örtüsü ölmüş, kupkuru bir hâlde görürsün. Derken oraya bahar yağmurları halinde su indirdiğimizde, bir de bakarsın ki, düne kadar hayattan eser olmayan yerde, toprak birdenbire coşup harekete geçer, altındaki tohumların çatlamasıyla öbek öbek kabarır ve her güzel çiftten, renk renk, çeşit çeşit ürünler verir.” (Hac/5)

           Hz. Mevlana; “Her insan yağmur tanesi gibidir. Kimi çamura, kimi gül yaprağına düşer” derken insanı yine suya yağmura benzetir. Yağmur tanesinin nefis kokulu gül yaprağına düşmesi başkadır, çamura düşmesi farklıdır. Birinde iyi, güzel, ahlaki meziyetlerin doruğunda bir şekillenme, diğerinde ise kötü, çirkin ve ahlaksızlığın çamurlaşmış hali vardır. İnsanın bu çamurlaşmasını Hz. Mevlana; “insanı ateş değil, kendi gafleti yakar. Herkeste kusur görür kendine kör bakar.  Bil ki neye nasıl bakarsan, o da sana öyle bakar,” diye özetler.

           Mahmut Nazik “Gül Açar” adlı şiirinde aşk ateşini güle benzetir ve her şeyi güle dönüştürür:

Bir yüreğe aşkın narı düştü mü;
Elleri gül açar, yüzü gül açar.
Gizli gizli yar ile görüştü mü;
Halleri gül açar, sözü gül açar.

Başında eser de bir kavak yeli
Sevgi ile titrer yüreğin teli.
Garazın gıybetin bükülür beli
Külleri gül açar közü gül açar

Nideyim sevgisiz günü, ışığı.
Nideyim sevdasız, aşksız maşuğu.
Sevdası var eder ozanı, aşığı
Telleri gül açar sazı gül açar

          Yağmur taneleri gül yaprağına düşüp, insan da fabrika ayarlarına dönebilmeli ki, bu dünyada kısa sürecek sınav çamurlaşmadan tamamlanabilsin…

Şemsettin ÖZKAN

   01.07.2020 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-neoldu.com

4-antoloji.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir