(Toplumsal İlişkiler 11)
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ
“Onlar ki, inanmışlar ve Allah’ı anmakla kalpleri huzur ve doyum bulmuştur; çünkü bilin ki, kalpler gerçekten de ancak Allah’ı anarak huzura erişir.”(Rad suresi, 28. Ayeti)
Kalbimizi çok mağdur ettik değerli dostlar! Hem de öyle az falan değil, çok fazla çok. Modern zamanlarda yaşıyoruz, her şey akılla teraziye konup ölçülürken, kalbimiz yerlerde sürünüyor, sol yanımız çok ağrıyor dostlarım. Aşkın pazarında kalpler satılıyor, satarız kalplerimizi alan bulunmaz. Kalplerimiz buruk, kederli ve bir o kadar da hicran yarası yüklü. Ah şu bizim senkronize yalnızlıklarımız. Çinden ithal madein china yazan ritmi bozuk kalplerimiz. Herkes birbirinin eski sevgilisi. Bir tramvay durağından, öbürüne varıncaya kadar süren aşklarımız. Para sarhoş naraları atınca, kalplerimiz sustu. Herkes evlerinde eşyalarıyla sevişirken, evlerimiz gurbet oldu. Onca gürültü patırtının içinde, iletişimsizlik sorun oldu, analar ancak sanal âlemde görülür oldu. Kalplerimiz viran oldu. Harap olmuş duvarlarına da, baykuşlar kondu.
Hani anlatırlar ya, fantastik bir hikâye… Zamanın birinde bir delikanlı, kızı çok ama çok seviyor. Kıza evlenme teklif ediyor etmesine de, kız bir şartı olduğunu, onu yerine getirirse, onunla evlenebileceğini söylüyor. Delikanlının gözleri ışıldıyor:
“-Söyle bakalım neymiş o şartın?” Kız;
“-Annenin kalbini kesip bana getireceksin, ben de köpeğime yedireceğim,” diyor. Delikanlı, başka teklifler öne sürmesini istese de, kız inat edip, “illa annenin kalbini getireceksin” ısrarını sürdürüyor. Lafı uzatmayalım, nihayet delikanlı, annesinin kalbini kesip, bir çıkının içine koyup, koşa koşa sevdiği kıza getirmek üzere yola çıkıyor. Yolda, ayağı bir taşa takılıp yere düşüyor, elindeki annesinin kalbi de, çıkıdan fırlıyor bir yerlere. Çocuk yere kapaklanırken gayri ihtiyari;
“-Anam,” diye bağırıyor. Çıkının içinden annesinin yüreği;
“-Buyur kuzum, bir yerin mi acıdı, anan sana kurban olsun,” diye sesleniyor.
Biz bu hikâyeyi dinlerken kalplerimiz buruluyor, ciğerimiz yanıyor, ama delikanlının annesinin yüreği, hiç de öyle değil… Yansa da dayanma kapasitesi çok ama çok yüksek… İşte hakiki kalp, bu dostlarım.
Göğsümüzün sol yanındaki et parçası yürek, yürekte bulunan kuvvetse kalptir. Kalp sadece insanda, yürekse hayvan da bile vardır. Gözle görünmeyen elektrik gibi akımı olan, kalbimiz için, “gönül” kavramını da kullanıyoruz. Hayvandan da aşağı nicelerinde gönül aramayın dostlar.
Kalp vücudumuzun ana kumanda merkezidir. Her şey onda toplanır. Bütün azalar kalbe amadedir. İnanma, sevme ve korkma kalptedir. Kalbi temiz olanlar, Yaratan’ın onun için gönderdiği “Yol Gösterici”yi kale alır. İyilikler ve ibadetler, tüm içtenliğiyle yapıldığında, kalbi pırıl pırıl parlatıp temizlerler. Nefsin arzularından kaçınarak, (riyazetle) ve nefsin istemediklerini yaparak (mücâhedeyle) kalbimize dönebiliriz. Kötülükler ve işlenen günahlar da, alabildiğine kalbi karartır ve kirletir. Hadisler de kalp temizleme operasyonları şu şekilde anlatılır:
- TÖVBE: “Bir kimse, günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta hâsıl olur. Eğer tövbe ederse, o leke silinir. Tövbe etmeyip tekrar günah işlerse, o leke büyür ve kalbin tamamını kaplar, kalp, kapkara olur.”
- ALLAH’TAN BAĞIŞLANMA DİLEME: “Paslanan her şeyin bir cilası vardır. Kalbin cilası “Estağfirullah” demektir.”
- FAZLA YEMEK, UYUMAK VE RAHATTAN KAÇINMAK: “Üç şey kalbe kasvet verir: Yemeği, uykuyu ve rahat olmayı sevmek.”
- ORUÇ TUTMAK: “Her ay 3 gün oruç tutanın kalbinin pası temizlenir.”
- ÖLÜMÜ HATIRLAMAK VE KUR’AN OKUMAK: “Su değdiği, [rutubette kaldığı] zaman demirin paslandığı gibi, kalpler de [günah yüzünden] paslanır.) Orada bulunanlar, (Kalplerin cilası nedir ya Resulullah) dediler. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Ölümü çok hatırlamak ve Kur’an-ı kerim okumaktır.”
- KALBİNİ DİNLEMEK: “Elini göğsüne koy, helal şeyde kalp
sakin olur. Günah işte çarpıntı olur. Şüpheye düşersen, din adamları fetva
verseler de yapma!”
“Günah olan iş yapılırken kalpte çarpıntı olur.”
Hz
Şems der ki;
“Aradığın şeyi dünyada arayacaksın, aradığın şeyi
yüreğinle bulacaksın. Dünyadaki tüm kitaplar, tüm hesaplar, akıl oyunları,
sayfalarca laflar, sevginin yerini tutmaz. Okuyarak öğreneceksin ama severek anlayacaksın.”
“Şeytanda insandaki özelliklerin birisi hariç hepsi vardır. Şeytanda eksik olan tek nimet Aşk… Şeytanın insanı çekememesi aşksızlığındandır.”
Kalbimize dönmeliyiz dostlar, kalbimize. Aradığın her şeyi, orada bulacaksın. Çünkü kalbin yakıtı sevgidir, aşktır. Bugün insanlığın yakıtı yoksa sebebi şeytanlaşmaktır, yani aşksızlıktır. Kalbinin sesine kulak tıkamaktır. Bu dediklerimi okuyorsun, he hu diyerek öğreniyorsun, ama severek anlayacaksın dediklerimi. Pratiğe dökmeden hiçbir şey anlaşılmaz, dünyanın kitabını okusan, sayfalarca laf etsen de sonuç değişmez. Anlaşılıp, uygulanmayan şey, öğrenilmiş sayılamayacağından bir manası da yoktur. Dünyada yaptığımız işlere, sevgimizi yani kalbimizi katık etmediğimiz sürece, o işin ne lezzeti vardır, ne de verimliliği. Ancak kalplerimiz de sıkıntıda. Doygun değil kalplerimiz mutmain değil yüreklerimiz. O halde onların da doyurulması gerekiyor. Bizim de o tatmin olmuş kalplere dönmemiz gerekiyor. Peki nasıl doyurulacak o kalpler? Rad suresi, 28. Ayeti, kalplerin neyle tatmin olduğunu anlatır:
“Onlar ki, inanmışlar ve Allah’ı anmakla kalpleri huzur ve doyum bulmuştur; çünkü bilin ki, kalpler gerçekten de ancak Allah’ı anarak huzura erişir.”
Ayetin bağlamı dikkate alındığı takdirde Allah’ı zikretmekten maksadın Kur’an olduğu düşünülebilir. Zira bir önceki ayette inkârcıların kabul etmedikleri şey Kur’an’dı. Buna karşılık müminlerin gönüllerini huzura kavuşturan zikir de, yine Kur’an’dır. Ayrıca Kur’an-ı Kerîm’de birçok yerde zikir kelimesi Kur’an’ın adı olarak geçmektedir (meselâ bk. Hicr 15/9; Nahl16/44; Enbiyâ 21/50; Fussılet 41/41 vd.). Bununla birlikte zikir mastar olarak “anmak” manasına gelir. Ayette bu mananın yani dil veya kalp ile Allah’ın anılmasının kastedilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Allah’ın hidayete erdirdiği kimseler Allah’a ve Kur’an’a gönülden ve samimi olarak inanan, Kur’an-ı Kerîm’i okumakla ve Allah’ın adını anmakla kalpleri huzur, ruhları sükûnet bulan kimselerdir.
İnsan ancak Allah’ı anmakla ferahlar, kendine gelir. Çünkü insanın istekleri sınırsızdır. Elde ettiği şeylerden de çabuk bıkar. Yalnızca Allah’ın, sınırsız ve sonsuz varlığına ermekle razı olur ve kendisini bulur. Bu durum, insanın en temel özellikleri arasında yer alır. Bu durum Kur’an’da insanın özellikleri anlatılırken, onun artıları arasında yer alır.
Kalp en güzel aynadır, ne yaparsan ne edersen, ne düşünüp yazarsan o kalbinin yansımasıdır dostlar. Kalplerimizde iyiliği barındıralım, kötülüğü değil. Kalp boşsa beynin de bir anlamı yoktur. Kalple beyin arasında olumlu bir ilişki yoksa, sonuçlar hep negatif çıkacaktır. Ne demiş bizim Yunus;
“Dil söyler kulak dinler,/ kalp söyler kâinat dinler.
Lütfen iyi kalpli bir insan olmanın, mükemmel insan olmaktan daha değerli olduğunu anlayalım. Hz. Mevlana der ki; “Aklın yoksa yandın. Ya kalbin yoksa o zaman sen, yoksun ki…” Kalbine dönen; insandır demektir. Kalbinle yaptığın her şey sana geri dönecektir. Sen yeter ki samimi ol! Kalbe dönüşün yolu; sevecenlikten, samimiyetten ve candan bir insan olmaktan geçer.
Bilmem Kızılderilileri sever misiniz? Ben çok severim. Western filmleri seyrederken, kovboyların değil, onların yanında yer alırım. Kalbimize dönmenin yollarını, bir Kızılderili öğretisi şöyle açıklar:
“Bir atın içtiği sudan iç, at hiçbir zaman kötü su içmez. Kedinin yattığı yerde uyu, kurdun değdiği elmayı ye. Sivrisineklerin yerleştiği mantarları korkusuzca topla. Köstebeklerin kazdığı yere ağaç dik. Yılanın ısınmaya durduğu yere ev yap. Sıcak günlerde kuşların yuva yaptığı yere kuyu kaz. Horozlarla beraber uyu ve uyan ki, tüm gün için en sarı mısırlara ulaşabilesin. Daha çok yeşillik ye ki, bir hayvandaki gibi güçlü bacaklara ve dayanıklı bir kalbe sahip olabilesin. Daha çok yüzmeye git ki, dünyada kendini bir balığın kendini denizde hissettiği gibi, hissedebilesin. Daha sık gökyüzüne bak, daha az ayaklara, böylece düşüncelerin daha net ve hafif olacaktır. Konuşmak yerine, daha çok sessiz kal; böylelikle ruhun sakinliğe ve huzura erecektir.”
Olay 18. Yüzyıl İngiltere Kraliyet Akademisinde geçiyor. Ünlü ressam William Holman, Hunt (Kâinatın ışığı) adını verdiği tablosunu sergilemektedir. Tabloda bir bilge adam, akşamleyin bahçede elinde fenerle, bir kapının önünde durmaktadır. Boşta kalan eliyle de, kapıya vurmaktadır. Davete katılanlardan biri ressama;
“- sanki kapı hiç açılmayacakmış gibi duruyor. Üstelik kapının tokmağı da yok,” deyince, ressam derin bir iç geçirdikten sonra, sanki bu soruyu beklercesine;
“-Vurduğu kapı öyle alelade bir kapı değil ki,” dedikten sonra, gülümser ve şu müthiş cevabı verir:
“- Bahçedeki bu kapı, insanın kalbini temsil ediyor. Kapı ancak içeriden açılabildiği için, kapının tokmağa da ihtiyacı yok. O kapı size açılmamışsa, içeri de giremezsiniz.”
O halde şu soruyu, hep beraber kendimize soralım mı? “Kalbimize dönelim ama hangi yolla? Tokmağa gerek var mı? Kapılarımızda, bu ziller de neyin nesi?” Şemsettin ÖZKAN
12.12.2019 KONYA
KAYNAKLAR
- Kur’an.diyanet.gov.tr
- Muhammed Esed, Kur’an Mesajı Rad suresi, 28. Ayeti meali
- Şemsettin ÖZKAN, (Kur’an ve Sünnet’e Göre) İNSANI TANIMA SANATI (Psiko sosyal yaklaşımlar) s.17-18) henüz basılmadı.
- İmam-ı Gazali, I hya-i Ulum-id-din
Ellerinize yüreyinize salık
Teşekkür ederim Toğrul gardaşım… O senin gözel yüreğinin yansıması… Can Azerbaycan’ımıza kucak dolusu ateşli selamlar….
Hocam eline sağlık gerçekten çok güzel bir yazı…
Teşekkürler Recebim, umarım faydalı olmuştur.