GÜN GELİR HERKES SEVDİĞİNİ ANLAR KAŞLA GÖZ ARASINDA

(Toplumsal İlişkiler 337)


وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ قَدْ شَغَفَهَا حُباًّۜ اِنَّا لَنَرٰيهَا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Şehirdeki bir takım kadınlar da dediler ki: “- Vezir’in karısı, delikanlısının nefsine yaklaşmak istiyormuş. Ona olan aşkı, kalbinin içine nüfuz etmiş. O hanımı görüyoruz ki, çıldırmış besbelli…” (Yusuf/30)

Gün gelince evet anlıyor insan anlamasına sevdiğini de, o kaş göz arası sevdiklerimizi ancak ölünce farkedebiliyoruz. Ne ilginç bir durum değil mi?

Neden o atasözümüzde denildiği gibi “kör ölünce badem gözlü oluyor?” Niye insanların kıymeti hayatta iken değer kazanmıyor da illa ölünce anlaşılıyor? İnsanın doğasında sevmek varken neden sevmemek moduna takılıp kalıyor?

İnsanın en büyük sıkıntısı çok beklenti içinde olmasıdır. Herkesten, herşeyden birşeyler bekliyor alıcı pozisyonunda. Birgün de ben ne verebilirim derdi yok. Hep 180 derece ağzını açmış su aygırı gibi bekliyor hep alıcı, hep alıcı.

Birgünden birgüne ben ne verebilirim düşüncesi yok. Ha verirse de karşı tarafa göre gardını alıyor. Halbuki takas yapıyor farkında değil.

O beni severse ben de onu severim, o bana gelirse ben de ona gelirim. O bana verirse, ben de ona veririm. Mantığı bu. Sevgiyi de aynı felsefeyle halletme çabasında.

Turgut Uyar der ki; “gün gelir herkes sevdiğini anlar, kaşla göz arasında.” İnsan illa günü gelecekte anlayacak hep. Niye gün gelmeden anlayamıyor bir türlü aklı yatmıyor bu sevgi işine? Bir türlü aklım yatmıyor. Ama herşeyi önceden hesap edip biçebiliyor, mantık yürütüyor da, sıra sevgiye gelince hafakanları basıyor, Allah Allah Allah, bu nasıl sevgi?Anlamak mümkün değil. Herhalde sevgi olayı kayıtsızlık şartsızlık içerdiğinden olsa gerek. Mantığa yatırsak yatmaz, akla yorsan yorulmaz. Hacıyatmaz gibi birşey. Ne yana yatırsan yatır hep aynı dik kalabilmeyi başarabilen oyuncak gibi sevginin ağırlık noktası ya da tamamı çıkarsız, saf ve kalbin duruluğu üzerine bina edilmiş sanki. Gerçi mecazi anlamda hacıyatmaz güç durumlarda, çıkarları uğruna kişiliğinden özveride bulunarak kendini çabucak toparlamayı beceren kimseye deniyor ama kasdettiğim o değil.

Erdem Taşkınsu, “Gerçekten Sevdiğini ve Sevildiğini Nasıl Anlarsın?” yazısında şunları söylüyor:

Ne kadar sevdiğinin ya da sevdiğinin formülünü söyleyeyim, beni sevmen için ya da sevilmek de seni mutlu etmek derdin de değilim, ne yapıyorsam gizli bir kazancım olmadan, Seni gönlüne aldığı kadar, o yürekte kapladığın yer kadar sevilirsin ve seversin. Ve bunu hissedersin, saf, çıkarsız, koşulsuz bir niyetle gelen bakışın, ilginin, enerjinin kabul edişidir. Evet bu zamanda, emsaline zor rastlanır olduğunun farkındayız ama koşulsuz seven insanlar sevginin gerçek temsilcileridir, bu insanlara özeniriz gördüğümüzde çünkü bu insanların yüreği konuşsa şöyle diyebilirdi, seninle olan tek ihtiyacım sevgin, benim senin için yaptığım her şey senden bir şey almak için değil seni sevdiğim içindir. Bir şey almak için yapılan her eylem menfaat alışverişidir burada da sevgi vardır ama olgun değildir daha ergen sevgisidir. Bu konuda Erick From olgun sevginin tanımını şöyle yapmıştır :
Olgun olmayan sevgi şöyle der: ‘Seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var’. Olgun sevgi ise şöyle söyler: ‘Sana ihtiyacım var çünkü seni seviyorum’. İkincisini herkes yapamaz, hayatta kendi ayakları üzerinde durmayı başaran, önce kendi hayatında bir olmayı, birey olabilen, muhtaç olmayan insanın harcıdır. Birey olan insanlar ise sadece adaydır ama kesin yapabilir diyemeyiz, IQ ‘nun yanında EQ’nun da gelişmiş olması gerekir.
Dolayısıyla, sevmek mi sevilmek mi gibi bir ikileme girmekten ziyade , en güzeli sevmek ve sevilmektir.
Özellikle konu duygusal ilişkilerse seni, sevmek mi yoksa sevilmek mi gibi bir ikileme getirip seni sevmeye motive etmeyeceğim çünkü sevmek ve sevilmek bir döngüdür, doğru kişiyi bulursan ve dozunda seversen, sevdikçe sevilirsin, sevildikçe seversin. Asıl mesele sevdiğini sandıkların için hala çırpınman ya da sevmeleri için tavizler vermendir ! ve tüm bu davranışlar gerçek bir sevgi değildir, sevilme ihtiyacı doymamış içindeki çocuğun beni daha çok sev diye haykırışlarıdır, yaptığın fedakarlıkları bir düşün, verdiğin tavizleri, kendinden verdiğin her ödün gün gün seni tüketirken, ruhunun hissetmek istediği benliğinle buluşmaktır. Yanlış sevmek kendini kaybetmektir, kendini kaybetmek ise ruhun kayboluşudur.
Sonuç olarak sevildiğini ve sevdiğini anlamak istiyorsan, önce kendi gönlüne bak sonra onun gönlüne ve sonra bu gönüllerden gelen emeğe…”

Şemsettin ÖZKAN

04.05.2021 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-milliyet.com.tr (Erdem Taşkınsu’nun 04.11.2020 tarihli“Sevdiğini ve Sevildiğini Nasıl Anlarsın?”yazısından alıntı)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.