GRİ AŞKLAR ÇAĞI…

Age of gray love

(Toplumsal İlişkiler 43)


هُوَ الْحَيُّ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 
“O, daima diridir; hayatın, canlılığın biricik kaynağıdır. O’ndan başka ilâh yoktur! Öyleyse, ey insanlar, bütün içtenliğinizle, sadece Allah’a bağlanarak, tertemiz ve katkısız bir inançla O’na yalvarın! Unutmayın ki:
Her türlü övgü ve yücelik, bütün âlemlerin gerçek Rabbi ve Efendisi olan Allah’a aittir. Her türlü övgüye, teşekküre lâyık olan, sadece Odur. Gerçek anlamda övülmek Onun hakkıdır ve yalnızca Ona yaraşır.”(Mü’min/65)

“Ya tam açacaksın yüreğini, ya da hiç yeltenmeyeceksin. Grisi yoktur aşkın ya siyahı ya da beyazı seçeceksin.” Diyen Hz. Şemsi Tebriz-î “gri aşklar çağı” (age of gray love) dediğim şu zamanları görse acaba ne derdi? Ya  “Gülüş her şeyden önce içtenlik ister. Oysa insanlarda içtenlik nerede şimdi?” diye ta 1850’lerde soran Dostoyevski?  Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, makyajlar, maskeler çok, jestler mimikler haddinden fazla… Gerçek diye bildiğimiz şeyler sahte ve senaryodan ibaret. Rol kesiliyor adeta, karmakarışık bir sosyal ilişkiler ağıyla… Şöyle bir bakarsanız çevrenize, hilekâr bakışlı ve riyakâr yüzlü ne kadar sahte tanıdık yüz vardır hemen anlarsınız, yapmacık kokan konuşmalarından, bakışından, hal ve hareketinden.  Hatta “içtenlik oyunu” oynarlar bir de sizinle üstüne üstlük. Samimiyet yani içtenlik öyle bir dildir ki, yüreklerin konuştuğu bir lisandır o. Herkesin yüreği bu dili konuşmaya yetmez.

       Samimiyet yani riyasız, gönülden içinden geldiği gibi davranmaya denir. Kişinin eylemleri, sözleri dolu doludur, kenarından kıyısından bir yapmacıklık bulamazsınız. Onun gözlerinden belki test edebilirsiniz. Samimiyet öyle sanıldığı gibi karşındakiyle istediğin gibi konuşmak demek değildir. Ona karşı özen göstermek demektir. Aslında sevgi ve saygının da yolu içtenlikten geçer.    

        İsmet Özel; “teslimiyet pazarlıksız, ihlas endişesiz ve samimiyet gösterişsizdir,” derken bize iki kişinin senli benli sıkı fıkı olmasının içtenliğin bir göstergesi olduğunun altını çizer. 

        Samimiyet; saflık, duruluk, temizlik, sadakat, ihlaslı olmak ve yaptığı bir işi yalnızca Allah için yapmak gibi anlamlara da gelir. Hz. Mevlana’nın “aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır” sözündeki sevgi dilinin de samimiyetten doğduğuna inananlardanım. Tuba Gürdere’nin şiirinde içtenlik şöyle anlatılır:

Ben en çok anlaşılmayan bir dilde, kalbe anlam katan anlaşmayı sevdim sessizce.
Ben en çok anlaşabilmekteki anı sevdim yaşadıkça.
Oysa zaman, anlam ve bilmek bütünlüyordu yaşama kalpten baktıkça.
Anladıkça yakınlık; bir manada dile geliyordu kimsenin anlamayacağı bir dilde.
Sükût oluyordu gerçek içtenlik ve samimiyet bakışlarında.

        Allah’ın birliğine inanç da tam bir teslimiyet ve samimiyet olduğu için ihlas suresi adında bir sure inmiştir. Allah’ın birliğine hiçbir şeyi O’na ortak koşmamanın tam bir özgür irade ile onun varlığına inanmanın adıdır aslında samimiyet.

        Yukarıda geçen ayette Allah Teâlâ, kullarını kendisine dua ve ibadet etmeye davet etmişti. Bu ayette Rabbimiz bizi kendisine dua ve ibadete de çağırmakta; ayrıca bu duanın tam bir dindarlık ve derin bir samimiyetle yalnız Allah’a yöneltilmesi emredilmektedir. Şu halde inançta olduğu gibi dua ve ibadette de şirkten korunmak, Allah istemeyince hiç kimsenin hiçbir iyiliğe, yardıma gücünün yetmeyeceğini bilmek gerekir. Kuşkusuz insanlardan da yardım görürüz; ancak bu beklentilerin makul ölçülerde tutulması, yaratılmışın Yaratan’ın yerine konmaması gerekir. Diliyle söylerken Abdülkadir Geylani hazretlerinin “Sözlerini kalbin doğrulamıyorsa Hakka bir adım dahi ilerleyemezsin,” dediği gibi kalp ağızdan çıkanı tasdik etmelidir. Hâsılı din ve iman işi tam bir samimiyet işidir. Bakmayın siz münafık ikiyüzlü insanların karaktersizliklerine.

          Mevzuyu Mesnevi’de defalarca okuduğum Hz. Musa ve Çoban hikâyesiyle kapatıyorum.  Musa (a.s.) ve çobanın hikâyesi, kalbin samimiyeti konusunda güzel bir örnektir.

           Hikâyeye göre Musa (a.s.) yolda bir çoban görüyor. Çoban; “Ey Allah! Ey Allah!” Diye sesleniyor. Çoban ümmi. Yani okuryazar değil. Ama diyor ki; “Ey Allah’ım! Sen neredesin, Sana kul-kurban olayım, senin çarığını dikeyim, saçlarını tarayayım.” Dikkat edin! Allah’ı maddileştirmekte. Çünkü yapısı/kapasitesi o kadar. Dünyasında ne kadar iyilik varsa hepsini Allaha sunuyor. “Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım. Ey Büyükler Büyüğü sana süt getireyim. Ellerini öpeyim, ayaklarını ovayım. Uyku zamanı gelince yatağının yerini silip süpüreyim. Bütün gecelerim sana kurban olsun. Seni andığım Hey, hey diye feryat ettiğim Rabbim” diyor.

          Hz. Musa bu sözleri duyunca hiddetlenir. Çoban boş sözler söyleyip durmaktadır. Çünkü  bir insan bunları söylediğinde küfre düşer. Doğrudur. Ama çobanın bunları söylemesi farklıdır. Hz. Musa çobana; “sen kiminle konuşuyorsun, sen nasıl konuşuyorsun” diye sorar. Çoban; “bizi yaratanla, yeri göğü halk edenle” diye cevap verince Hz. Musa der ki; “Hey! Kendine gel. Aklını mı kaybettin. Sen Müslüman olmadan kâfir olmuşsun. Allah’a böyle yalvarılır mı?”

          Burada yapılan yanlışlık üzerinden anlıyoruz ki akait çok önemlidir. Ve her Müslümanın akait ilmi tahsil etmesi gerektiği ortaya çıkıyor. Allah’ı yanlış tanımak şirktir. Yanlış tasvir etmek küfre götürür. Günah işlemek küfre götürmez. Fakat Allah’ı Allah olarak tanımamak küfre götürür.

          Burada farklı bir durum var. Bu yakarış, çobanın iç dünyasında  çok samimi olduğunu gösteriyor.  Bildiği kadar söylüyor. Böyle bir Rabbim var benim diyor. Samimiyet duygusu var. Samimiyet çok önemli bir kavramdır.

          Hz. Musa: “Bu ne saçma söz, küfür, ağza alınmayacak laf, bunları söylememek için ağzına pamuk tıka” diyor. “Senin küfrün din kumaşını yıprattı. Bu sözleri kime söylüyorsun vs.” diyor.
          Çoban ise buna karşılık; “Ey Musa sen bu sözlerinle, azarınla benim ağzımı diktin ve bağladın. Pişmanlıktan beni perişan bir hale getirdin. Canımı yaktın Ey Musa diyor yana yakıla, elbisesini yırtarak ve ah çekerek çöllere düşüyor.

          Bu olaydan sonra; “Kulumuzu bizden ayırdın.” diye Hz. Musa’ya vahiy gelir. “Sen kullarımı benimle buluşturmak, bana yaklaştırmak mı yoksa ayırmak, uzaklaştırmak için mi geldin? Sen bizi ayırdın. Gücün yettikçe ayrılık yoluna ayak basma. Benim için en hoşlanılmayan şey boşamaktır.”

Şemsettin ÖZKAN

  03.05.2020 KONYA 

KAYNAKLAR

1-antoloji.com

2-kuran.diyanet.gov.tr

3-kuranmeali.com

4-hazardernegi.org

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.