GENÇLİĞİMİ SADAKA VERDİM ŞU DİLENCİ YILLARA

(Toplumsal İlişkiler 165)

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةًۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۚ وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْقَد۪يرُ

Sizi zayıf [bir halde] yaratan, zayıflığınızdan sonra [size] güç veren ve güc[ünüzü gösterdiğiniz bir dönem]den sonra [yaşlılığın getirdiği] zayıflığa sizi dûçâr eden ve saçlarınıza aklar düşüren O’dur! O, dilediğini var eder; O her şeyi bilendir ve sınırsız güç Sahibidir.” (Rum/54)

Hiç unutmam yetmişli yıllardı. Üstat Necip Fazıl’ı Milli Türk Talebe Birliği zaman zaman konferans vermek üzere şimdi yıkılan stadyumun yanındaki kapalı spor salonuna getirirdi. Rahmetli üstadın elinde sigarası ve yanağında tiki o meşhur gençliğe hitabesini yapardı ve şöyle derdi: “Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik…

“Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!” şuurunda bir gençlik…

Devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk ikibuçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hakimiyetle süsleyici; üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını Allah’ın, Kur’ân’ında “belhüm adal” dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da İşgâl ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, Türk’ü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici tam dört devre bulunduğunu gören… Bu devreleri, yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi… Beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik…

Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün “dikey”leri “yatay” hale getirecek bir nida kopararak “Mukaddes emaneti ne yaptınız?” diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik…

Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün dâvacısı bir gençlik…

Halka değil, Hakk’a inanan; meclisinin duvarında “Hakimiyet Hakk’ındır” düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bulan bir gençlik…

Emekçiye “Benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın!” ; Kapitaliste ise “Allah buyruğunu ve Resûl emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın!” ihtarını edecek… Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik…

Bir buçuk asırdır yanıp kavrulan ve bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığını, Türk’ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezheb, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin İslâm’da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âlemine ve bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik…

“Kim var?” diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan fert fert “Ben varım!” cevabını verici, her ferdi “Benim olmadığım yerde kimse yoktur!” duygusuna sahip bir dâva ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik…

Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette strateji ve taktik sahibi bir gençlik…

Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik…

Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş albümü gazetesi, şaşkına dörmüş ailesi ailesi, ve daha nesi ve nesi, hâsılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine, telkin ve temmişesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tek başına onlara karşı durabilecekdestanlık bir meydan savaşı içinde ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik…

Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiçbirini beğenmeyen, onlara “Siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başınıza gelmezdi!” diyecek ve gerçek müslümanlığın “ne idüğü”nü ve “nasıl”ını gösterecek bir gençlik…

Tek cümleyle, Allah’ın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin alemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O’ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, sarınak tanımayacak ve O’nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik…

Bu gençliği karşımda görüyorum. Maya tutması için otuz küsur yıldır, devrimbaz kodomanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allah’a hamd etme makamındayım.

Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim manevî babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır!

Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!

Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!

Gençlik insanın en verimli çağı. Peygamberimize ilk inananlar gençlerdi. Aksiyon eylem adamları tarih boyunca hep gençlerden teşekkül etmişti. Acaba biz gençliğin kıymetini biliyor muyuz? Değerini takdir ediyor muyuz? Gençliğin o güzelim yıllarını heba mı ediyoruz? Doğrusu bir eğitimci olarak benim uykularım kaçıyor. Eğitim veriyoruz da o eğitime ruh veremiyoruz. Bu yüzden gençlik atıl vaziyette okuma bilincinde olanla olmayanı harmanlamışız ikisini de bu eğitim kazanında öğütüyoruz demiyorum, yitiriyoruz. Hayatım boyunca sekiz yıllık zorunlu eğitimi de oniki yıllık zorunlu eğitimi de asla savunmadım. Okutacaksak adam gibi okutmayı, okumayacaklarsa sanayide onların dinamizminden yararlanarak ekonomik, sosyal yönden geleceğimizi daha güvenli, inançlı, çalışkan ve ahlaklı bireyler olarak yetişmelerini istedim. Onları asla gibi erdemli, gibi yapar, gibi gibi olmamasını arzuladım. Üretken olmalarının elzem olduğunu söyledim. Milli manevi değerlerine bağlı olmasını salık verdim. Diplomalı cahiller olmamaları için çabaladım. Önce insan olmalarını öğütledim. Sevgi ve saygı aşıladım. Bel verdim emek verdim. Eğitim Yunus Emre’den, Hz. Mevlana’dan değerler eğitiminden bahsetmekle olmuyor. Nerede artık o Yunus Emre’ler, Hz. Mevlana’lar? Bir şeyler yanlış, yitiğimizi keşke samanlıkta yüzüğünü kaybeden Nasrettin hocamız gibi dışarıda aydınlıkta arasak. Niye karanlıklarda batmış batının batığında arayıp duruyoruz? Söyler misiniz gençliğin suçu ne? Daha kaç genç nesilleri kaptıracağız şu dilenci, batıcı, amerikancı, kapitalist, ahlaksız, sadist, arsız, din, vatan, millet ve devlet düşmanı yıllara…

Selam ve dua ile…

Şemsettin ÖZKAN

14.11.2020 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-islamveihsan.com

GENÇLİĞİMİ SADAKA VERDİM ŞU DİLENCİ YILLARA” için 1 yorum

  1. Ellerinize yüreğinize sağlık hocam. Allah ım belirttiğiniz ve canı gönülden katıldığım gençliği yetiştirmeyi en kısa zamanda görmemizi nasip etsin inşallah

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.