AÇLIK FAKİRİ DOYURAMADIĞIMIZDAN DEĞİL ZENGİNLERİ DOYURAMADIĞIMIZDAN BİTMİYOR

(Toplumsal İlişkiler 408)


Ey iman edenler! (Uyanık bulunun) Ahbar ve Ruhbanın (Yahudi hahamları ve Hristiyan papazları gibi her dini dünyalık kazanç kapısı yapan bilgin takımının) birçoğu insanların malını, hakkı olmadan (din istismarı ve sahtekârlıkla) alıp yemekte (kendisine itimat ve itibar eden kimseleri zalim sistemlere uşak haline getirmekte) ve onları Allah yolundan çevirmektedir. Altını ve gümüşü (parayı ve serveti) biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar(a gelince), onlara acı bir azabı müjdele. (Ki bunlar dine hizmet perdesi altında servet ve şöhret edinmektedir.)” (Tevbe/34)
Bunların (haksız yollarla yığılan ve Allah yolunda harcanmayan malların) üzerlerinin cehennem ateşinde kızartılacağı gün; onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla (din istismarıyla kazanılan haram ve haksız kazançlarıyla) dağlanacak (ve): “İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; (haksız kazanıp, hayırda harcamadığınız) bu yığıp-sakladıklarınızı(n azabını ve pişmanlığını şimdi) tadın” (denilecektir).” (Tevbe/35)

Kapitalizmi en yalın dille anlatan şu cümle her nedense hep dikkatimi çekmiştir: “Açlık fakiri doyuramadığımızdan değil, zengini doyuramadığımız için bitmiyor.” Ebu Zer el-Gıffari’nin yaşam tarzı da tam olarak Tevbe suresinin yukarıda geçen 34-35. ayetlerine odaklıdır:

“Malın iki dirhem olsun! Birini ailen için harca, diğerini ahiretin için, bir üçüncü dirhem sana yarar değil, zarar verir! İki dirhemi olanın hesabı bir dirhemi olanın hesabından daha zordur! Bir keseye atılıp ağzı bağlanan her altın ve gümüş tanesi, sahibini yakacak birer kordur, ta ki onu Allah yolunda harcayıncaya kadar.”

Cemil Meriç üstadın da Ebu Zer hakkında kaleme aldıkları da harika. Kırk Ambar’da şöyle diyor:

Eski İslâm tarihçilerine göre, Sahabe’den Ebu Zer El Gıfari, Hristiyan ve Musevi rahiplerinin açgözlülüklerini kı­nayan bir ayeti yorumladığı için muahezelere uğramış. Ebu Zer’in suçu; bu ayetin İslâm zenginleri için de geçerli olduğunu söylemek, Cenab-ı Hak bize de ihtarda bulunu­yor, demek. Güzel bir örnek bence. İktidara geçen her ide­oloji, dayandığı prensipler sayesinde, başkalarında ayan beyan gördüğü kusurlardan münezzeh olduğuna inanır; kendi hatalarına gözlerini yummak, onları gizlemek, hatta meziyet gibi göstermek eğilimindedir. Bunun için gerçekleştirilen toplumun, tahayyül edilen topluma tıpatıp uydu­ğunu ispata çalışır. Bir adam ayağa kalkıp da, durun baka­lım, prensipleri çiğniyorsunuz, prensipler, bağlı olduğunuz ideolojik teşkilât üyeleri için de geçerlidir, deyince, bir dö­nemeç aşılmış olur. Münzevi Ebu Zer’in, bu ayet bizim için de nazil olmuştur diye haykırması, tarihin devam ettiğinin, beşer vicdanının ölmediğinin, gerçeğin pürüzleri karşısın­da birilerinin daima sesini yükselteceğinin inkâr kabul et­mez bir delili. Tarih boyunca nadiren şahit olduğumuz bir ihtar. Bu ihtarlar sayesindedir ki, insan tabiatına hâlâ güve­nebiliyoruz. Yaratıcı iyimserlik İslâm’da başlangıçtan itibaren mevcut. İslâmiyet, insan aracılığıyla zulümsüz bir toplum kurmayı emreder. Tabii Allah’ın inayetiyle ama insan aracılığıyla. Klasik İslâmiyet asırlarca şeriatın zulmü önleyeceğine inanmıştır. Ama acaba Şeriat, adaletin gerçekleşmesi, zulmün önlenmesi için yeterli olmuş mudur?

Şemsettin ÖZKAN

16.07.2021 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-1000kitap.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir