(Toplumsal İlişkiler 796)
وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِصٖينَ لَهُ الدّٖينَ حُنَفَٓاءَ وَيُقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ وَذٰلِكَ دٖينُ الْقَيِّمَةِؕ
“Halbuki, onların da, yalnız Hakka ve tevhide yönelerek, Allah’ın dinini ve düzenini içtenlikle benimseyerek samimiyetle toplumlarında uygulayıp, Allah’a kulluk ve ibâdet etmeleri, O’nun şeriatına bağlanmaları, O’na boyun eğmeleri, namazı erkanına, şartlarına, vaktine riayet ederek âşikâre kılmaları, vicdanlarını, servetlerini, sosyal bünyelerini arındıran, berekete vesile olan zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte sağlıklı bir toplumun dini, insanlığı, insanî değerleri ayakta tutacak hak din, zamanla değişmeyen tabiî hukuk kurallarını içeren şeriat, düzen, medeniyet budur.” (Beyyine/5)
Her şey bir yanıyla da olsa güzeldir, lakin samimiyet, bir başka ifadeyle içtenlik büsbütün güzel değil midir dostlar? Saf berrak arı duru olma hali her insanın dikkatini çekmede pek mahirdir.
Hz. Mevlana; “gönül aynan saf olmadıkça çirkini güzelden ayıramazsın” derken ne anlatmak ister acaba?Gönül aynası nasıl saf olur? Samimi, iyi niyetli, kalp temizliği yaparak değil mi? Gönlü geniş ruhu gezgin olmakla değil mi?
Gönlü geniş ruhu gezginlerin onyedinci kuralı şöyle der:
“Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun
dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.” Bu aşk usulü romanımızda nasıl işlenmiş gelin bir görelim:
GÖNLÜNÜ YIKAYIP ARITMAMIŞSAN, SÜREKLİ ABDEST ALIP DURMAKTAN FAYDA BEKLEME!
Zindankale’nin daracık taş dehlizlerinden geçen adamlar, demir kollarla çevrili, kalın meşeden kapısının, tam ortasındaki pencerenin, yanında durdular ve insan azmanı gardiyanın, dar penceresini gıcırtıyla açmasını merakla seyrettiler. İçeriye bir meşale uzandı. Biraz da olsa, aydınlanmış olan zindanın içerisini, pencerenin deliğinden, canavar gözleri gibi parlayan bakışlarla, içeriyi uzun uzadıya kolaçan ettiler. Elleriyle içeride yatan, eski değerli bir devlet adamını işaret ettiler.
İçeride, elleri ve ayakları demir prangalarla zincire bağlanmış, altı göz, meraklı bakışlarla onlara bakmaktaydı. İçerisi doğrusu çok havasızdı, otlardan yapılmış şiltelerin sağından ve solundan ışığın yansımasıyla kaçışan fareler seçilebiliyordu. Mahkûmların saçları dağılmış, kıyafetleri çok kötü görünüyordu. Günlerce banyo yapmamaktan ekşi ekşi kokuyorlardı. Vücutlarında işkence izlerine rastlamak mümkündü. Sırtlarında, göğüslerinde, ellerinde ve bacaklarında sadece biri hariç, derin yaralar açılmıştı. Hemen hemen her gün kırbaç cezasına çarptırılıyorlardı. Bu cezaların en hafifi sayılırdı. Kızgın demirlerle vücutlarını dağlıyorlardı. Ayaklarından tavana asıyorlar saatlerce öyle kalmalarına göz yumuyorlardı. Zincirleri eskimiş, küflenmiş, kırılmış ve çürümüştü. Akan yıllarda birkaç kez halkalarını, mıhlarını bile değiştirmişler ama bu mahkûmların tunç gibi çelikten vücutlarına sert adaleli kol ve bacaklarına bir şey olmamıştı.
İçlerinde en yaşlı olanı, senelerce gemilerde leventlik yaparken, Venedik korsanlarının eline düşmüş, yirmi yıla yakın gemilerde kürek mahkûmu olarak çalıştırılmış, sonra da işe yaramaz denilerek, köle pazarında satılan İlyas reisti. Bir gün efendisine ısmarladığı şeyleri almak için, Aksaray kapısında Sadeddin Köpeğin adamları ile tartışmış:
“-Sen bizi biliyor musun? Biz Köpeğin adamlarıyız.” Dediklerinde, o da gayri ihtiyari diliyle;
“-Köpeğin köpekleri, çekilin önümden” deyince tutup buraya tıkmışlardı. Aslında Köpek tabirini vefalı, sadık, içtenlikle hizmet eden anlamlarında kullanılırken, birden hakaret anlamında değerlendirilerek hareket edilmişti.
Diğer mahkûm ise, saltanat naibi, ünlü bir komutandı. Alaeddin Keykubat’ın daha önceden Genelkurmay başkanlığını (Beylerbeyliğini) yapmıştı. Huy ve karakter olarak yumuşak başlı, düşünceleri sağlam, devlet ve millet çıkarlarını her zaman kendi çıkarlarının üstünde tutan, güzel yazan, güzel konuşan, uzağı gören ileri görüşlü, sözüne güvenilen kısacası adam gibi adamdı. Felsefe ve İslam hukuku bilen güçlü, savaşçı bir insandı. Daha önceden Köpeğin hedefinde iken, araya başka devlet adamlarının ortadan kaldırılması girince, bu iş, hayli gecikmişti. Şimdi ise Sadeddin Köpek, bu adamlara emir vermiş, bu emri yerine getirmek için gelmişlerdi.
“-Geceleyin Kamyar’ı Gevale (Konya) kalesinde idam edin” denmişti. Bu yüzden gelenler gardiyana, infaz etmek için, emri okuyup, Kemaleddin Kamyar’ı hızlıca alıp gitmek istiyorlardı.
Bir diğer mahkûm ise, Baturalp Hamza’dan başkası değildi. Baturalp Hamza, Sadeddin Köpeğin adamları tarafından, o akşam, Zindankale de denilen, Konya’nın dış surlarına, batı istikametinde yapılan, bu iç kaleye hapsedilmişti.
Ağır suçlardan hüküm giyenlerin yatırıldığı bu mahpushanede, hayat şartları da, buraya yatırılan mahkûmlara göre işletildiğinden, çok ağırdı. Buraya giren bir umut belki çıkabilirdi, ancak Gevale ’ye gidenin bir daha dönmesi zordu. Kemaleddin Kamyar’ı bir daha göremeyeceklerdi.
Kamyar;
“-Hakkınızı helal edin zindan arkadaşlarım! Benim için ömrümün sonu geldi artık, Gevale son durak.”
Baturalp Hamza;
“-Helal olsun komutanım!”
İlyas reis:
“Helal olsun komutanım!”
Kamyar:
“-İlyas reis sen en kısa zamanda çıkarsın belki de, hükümdarlara kaptanıderya bile olursun. İçimde böyle bir his var. Baturalp Hamza sana gelince, sahi sen niye içerdesin? Seni gelip yargılamadılar, suçun şu demediler, konuşturmak için işkence bile yapmadılar. Nasıl bir suçun varsa, gardiyan bile bilmiyor. Bana kalırsa, Sadeddin Köpeğin tekerine, çomak soktuğun için, buradasın. Ama o bile gelip, niye şöyle şöyle yaptın demedi. Doğrusu, çok acayip ve garaip bir durum. Ama Allah’tan ümit kesilmez.” dedi. Bu sözler, onun son cümlesi oldu. Gardiyan onu alarak, adamlara teslim etti. Onlar da, Kamyar’ı alarak, yine Zindankale’nin taşlı dar koridorlarından geçerek, geldikleri gibi hızlıca gittiler. Kamyar o gece sabaha yakın, Gevale ’de idam edildi. İdam edildiğinde Takkeli dağdan aşağıya yağmur, bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Öyle ki her yerden seller aktı. Gökyüzü adeta haksızca idam edilen bu değerli komutanın hesabını soruyordu. Bu günahsız deyip yerleri temizliyordu.
Şems’ül aşk, “Geçit Resmi” isimli şiirinde onun için bakalım ne demiş, demiş de ne güzel demiş:
Gökler çullanıverir de yeryüzüne,
Nefesim çıkar iğne deliğinden.
Bağdaş kuruverir de hüzün gönlüme,
Ölüler geçit resmi yapar geceden.
Sonra ışık kaybolur da gözlerimden,
Karanlıklar olur benim yoldaşım.
Tabut yürür korkarım da ölümümden,
Yağmurlarla ağlar musalla taşım.
Baturalp Hamza:
“-Biliyor musun İlyas reis, o çok değerli bir komutandı. Gürzünü kimse yerinden kıpırdatamaz, yayını kimse geremezdi. Alaeddin Keykubat döneminde nice savaşlardan zaferlerle döndük onunla. Orduyu çok güzel sevk ve idare ederdi. Bu insanı sırf art niyet ve haset fesatlıktan Sadeddin Köpek belası harcıyor. Kalplerde yağ bağlamış bu pislik, çıkmaz da. Dışardaki pisliğe su dökersin temizlersin, ama içteki pisliği ne yaparsan yap, temizleyemezsin. İnsanları kötü niyet ve kıskançlık diye bir pas içten kalbi çepeçevre kuşatmış. Gönlünü yıkayıp arıtmamışsan, sürekli abdest alıp yıkamaktan fayda bekleme. Namaz insanı kötülüklerden alıkoyar, koymuyorsa bu namaz değil, oruç kötülüklerden, gıybet hasetten, art niyetten uzaklaştırmıyorsa senin tuttuğun orucu eşekte tutar. Akşama kadar hayvanın önüne su, yem koymazsan o da midesini aç bırakır. İnsanda sadece midesini aç bırakmakla oruç tuttuğunu zanneder. Zekât, hac ibadetleri de öyle.
İlyas reis;
“-Hac dedin de aklıma geldi. Biliyorsun ben denizciyim. Denizlerde geçen birçok yaşanmış hikâyeler bilirim. Bizim tayfalardan biri, daha önce çalıştığı gemide Arap Süleyman bin Ahmet eş-Şair diye biri yaşanmış bir olayı ona anlatmış:
Doğuda gördüğüm, Hint adında beş kez hacca gitmiş, dindar, çalışkan bir kadın, bana aşağıdaki öyküyü anlatmıştı:
“-Ey kardeşim oğlu! Hiçbir zaman, kadınlar hakkında hüsnü zanda bulunma! Çünkü ben sana kendimden söz edeceğim. Allah biliyor ya, doğru şeyler bu anlatacaklarım. Bir defasında gemiyle hacdan dönüyordum. Daha önce dünyayı gözümden silmiş, elimin tersiyle geri plana itmiştim. Dört kadın arkadaşım vardı. Ben beşinci kadındım. Hepsi de benim gibi haccetmişti. Kızıldeniz üzerinde ilerliyorduk. Gemi tayfaları arasında ince, uzun boylu, geniş omuzlu, yakışıklı bir genç vardı. İlk gece onun, arkadaşlarımdan birinin yanına yaklaştığını gördüm. Yanına geldi ve kocaman organını kadının eline tutturdu. Çok geçmedi, kadın kendini ona teslim etti. Sonra aynı genç, ertesi geceler, teker teker öteki kadınlara yanaştı. Hepsini sıradan geçirdi. Tek ben kalmıştım. Kendi kendime ‘Senden öcümü alacağım’ dedim. Bir ustura aldım. Elimde tuttum. Tıpkı önceki gecelerde olduğu gibi gene geldi. Aynısını bana yapmaya kalktı. Tam o sırada usturayı çaldım üstüne. Neye uğradığını şaşırdı. Korktu, kalkıp kaçmak istedi. Fakat bu kez ben ona acıdım. Elimle tuttum, kaldırdım. ‘Senden ben de nasibimi almadan bırakmayacağım’ dedim. Sonra o işini bitirdi ve gitti. O işten dolayı beni affetmesi için hep yalvarırım Allah’a.”
Baturalp Hamza:
“– Benim anlatmaya çalıştığım bu değil İlyas reis. Bu kadınlar ve o şahıs, halisane bir pişmanlıkla kendilerini kurtarabilirler belki de. Gerçekten buna ulaşmaları da öyle kolay olmayacaktır. Çünkü yüce Allah’ın zatı dışında başka bir bağla birleşen iki kişinin, birbirini sevdikten sonra duydukları düşmanlık sürekli bir düşmanlıktır. Şu bir gerçektir ki, onlar çok sıkı ilişkiler kurduktan sonra, birbirlerine sırt çevirirler. Seviştikten kısa bir süre sonra sevgi bağlarını koparırlar. Dostluk kurduktan sonra birbirlerine kin duyarlar. Hınçları da büyük olur. Allah o kadına yardım etsin. Halet-i ruhiyesi, hâsılı, her şeyi ne kadar bozulmuştur kim bilir? Doğrusu onun yerinde olmak istemem. Kalplerimiz iyiye kötüye meyledip duruyor. İlk an, son an ne olacak kimse bilmiyor. Bunun için Müslüman; Yusuf peygamber gibi, ‘zindan kadınların şerrinden daha iyidir’ diye her zaman mücadeleye hazır olmalıdır. Cennet kolay bir şey mi? İki dudağın arası ile iki bacağın arasını garanti etmeden kim gidebilmiş cennete? Kimseyi küçümsememek lazım. İlla kadın olanlarda değil, erkeklerde de aynı sorunlar olabilir. Tövbe etmek lazım, umulur ki Allah affeder. Ama o günah bir iz bırakır. Rabbim irademize Yusuf peygamber gibi, sahip olmayı nasip etsin. Benim vurgulamaya çalıştığım, haset ve art niyet öyle kolayca halledilebilecek bir şey değildir. Peygamberimiz ‘Odunun ateşi yok ettiği gibi hasette iyilikleri öylece yok eder’ buyurarak esas tehlikeye işaret eder. Kıskanç kişi neler yapmaz ki, bir kere art niyetlidir. Samimiyetten, içten davranmaktan uzaktır. İkincisi daima kötülük peşindedir. Hiçbir zaman senin iyiliğini düşünmez, düşünemez. Etrafına zarar verir. Bu tip insanlar bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış gibi karantinaya alınmalıdır. Yoksa bu hasetçilerin hastalığı sadece bir insana değil, tüm topluma zarar verebilir. Pirimiz Mevlana şöyle bir hikâye anlatmıştı:
Birisini kadı yapmışlardı. Adam ağlayıp, inlemeye başladı. Ona o işi veren naip:
“-Bu ağlamada neyin nesi? Şimdi ağlama, inleme zamanı değil, tam tersine sevinme, kutlama zamanı” dedi.
Kadı bir ah edip, dedi ki;
“-Gönlüne hâkim olmayan, işin iç yüzünü bilmeyen kimse, nasıl hükmedebilir? O işin gerçeğini bilen iki kişi arasında, bir cahilden başka bir şey değildir ki. Zavallı kadı, o iki kişinin hilesini ne bilsin? Böyle olduğu halde, kanlarına mallarına nasıl hükmedecek?”
Naip:
“-Hasımlar bilgili ama hastalıklıdır. Hâlbuki sen, cahilsin ama şeriat mumusun.” Demiş.
Pirim Mevlana konuşmasının sonuna şunları eklemişti:
“-Çünkü sende bir kasıt, niyet, bilerek isteyerek yapma ve illet sebep yok. İşte şu illetsizlik yok mu? Gözlerin nurudur. O iki bilgiyi, art niyetleri kör etmiştir. Bilgilerini de kasıtları, illetleri mezara tıkmıştır. Kasıtsızlık bilgisizi âlim yapar, kasıt ve garaz ilmi aykırı bir hale sokar, zulüm haline koyar. Sen rüşvet almadıkça kör değilsin, fakat tamah ettin mi körsün, kul köle kesilirsin.”
Baturalp Hamza, Mevlana’nın gönüllü bir müridi olduğundan, anlatırken adeta onun yanındaymış gibi, heyecanlanarak, duygu seline kapılarak anlatıyordu. Derin bir ah, çekerek;
“-Allah kalbimizden samimiyeti, doğruluğu, aşkı hiç ama hiç eksik etmesin. Bu iradeyi bize versin.” Dedi.
İlyas reis:
“-Âmin… Âmin, âmin…” diye mukabelede bulundu.
Şemsettin ÖZKAN
30.08.2022 GÜZELYALI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-h-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-Şemsettin ÖZKAN, ŞEMSABAD (Kitab-ü Usul-i’l AŞK) adlı tarihi romanımdan alıntı