KIR KALEMİN UCUNU BUNDAN SONRA YOLCULUĞUMUZ AŞK YOLCULUĞU

(Toplumsal İlişkiler 419)


وَالَّذٖينَ هَاجَرُوا فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ ثُمَّ قُتِلُٓوا اَوْ مَاتُوا لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللّٰهُ رِزْقاً حَسَناًؕ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقٖينَ
Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen veya ölenlere gelince; Allah onları muhakkak güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Hac/58)

Hayat dediğimiz şey iman ve cihattan ibaret değil midir dostlar? Alnımızın yazısı, gözlerimizde bir hırsı, kamçılayan bir arzu, sana ulaşan çağrı; ey şehit, ey şehit diye seslendirdiğimiz bir ezgi değil midir? Evet hayat tam da budur. Yani hakimin kalemini kırıp sanığın idamını talep ettiği andır hayat. Allah’tan başka ilahlara “la” yani hayır demenin adıdır hayat. İsyan kültürünün beton duvarlarda yankılandığı eylemin adıdır hayat.

Hayat bir başka adıyla aslında aşkın yansımalarıdır. Evrilmedir bir bakıma sonsuzluğa öldürücü bir göz kırpmadır. Edeptir aşk sevdirenin hürmetine. Beton duvarlarda açan Peygamber çiçekleridir dolaşan her yerde Kur’an müjdesidir aşk. Bir yeni vakitler geldi dediğimiz içimizdeki sürekli ayak seslerinin adıdır aşk.

İşte size kalemin ucunu kırıp aşk yolculuğuna başlayan yiğit, yakışıklı, dürüst, adam gibi adam, muallim, şehit bir sahabe; Musab bin Umeyr…

Mus’ab bin Umeyr, hem annesi hem de babası tarafından Kureyş’in asîl ve zengin bir âilesine mensub idi. Zengin oldukları için gâyet râhat bir hayat sürüyordu. Orta boylu, güzel yüzlü, nâzik ve yumuşak huylu, son derece zekî idi. Güzel konuşurdu. Akl-ı selîm sâhibi olduğundan, putların bir fayda veya zarar veremiyeceğini bilir onlara tapılmasından nefret ederdi. Annesi tarafından en iyi şartlar altında refah ve bolluk içinde yetiştirilmişti.
Güzel yüzlü ve zengin olduğundan Mekke halkı ona gıpta ile bakardı. Peygamber efendimiz bunun için “Mekke’de Mus’ab’dan daha zarîf, daha nârin, daha güzel kimse yok idi. Saçları kıvrım kıvrım idi.” buyurmuşlardı.
Bütün bu rahatlıklara rağmen kalbinde büyük bir boşluk hissediyordu Mus’ab bin Umeyr. Bu maksatla sevgili Peygamberimizin bir merkez olarak seçtiği, İslâmı anlattığı ve o zaman Mekke’de müslümanların toplandığı Erkam bin Ebi’l-Erkam’ın evine gitti. Resulullahı görür görmez Müslüman oldu.
İslâmiyeti kabûl ettiği an hayatı da birdenbire değişti. Eski servet ve zenginliğin yerini fakirlik aldı.
Âilesinin sevgili oğullarına yapmadığı eziyet kalmadı. Onu dîninden döndürmek için evlerindeki bir mahzene hapsederek günlerce aç ve susuz bıraktılar. Arabistan’ın yakıcı güneşi altında ağır ve tahammülü zor işkenceler yaptılar.
Fakat Mus’ab bin Umeyr, bu ağır ve acımasız işkenceler karşısında sabır ve sebât göstererek aslâ İslâmiyetten dönmedi. Her seferinde bütün gücüyle haykırıyordu:
– Allahtan başka tapılacak, ibâdet edilecek ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O’nun peygamberidir.
İslâmiyet’i kabûl ettikten sonra Mekke’de sıkıntı ve işkencelere mâruz kalan Mus’ab bin Umeyr, Resûlullahın izniyle iki defa Habeşistan’a hicret etti. Bir müddet orada kalıp, her türlü sıkıntıya katlandı.
Daha sonra dönüp, Peygamberimizin yanına geldi. Onun bu gelişini Hazret-i Ali şöyle anlatmıştır:
Resûlullah ile oturuyorduk. Bu sırada Mus’ab bin Umeyr geldi. Üzerinde yamalı bir elbiseden başka giyeceği yoktu. Resûlullah onun bu hâlini görünce, mübârek gözleri yaşla doldu ve:
– Kalbini Allahü teâlânın nûrlandırdığı şu kimseye bakın! Anne ve babası onu en iyi yiyecek ve içeceklerle besliyorlardı. Allah için bunların hepsini terk etti. Allah ve Resûlünün sevgisi, onu gördüğünüz hâle getirmiştir, buyurdu.

Bedir savaşına katılan iki kişiden biri idi. Mus’ab, Uhud savaşına da katıldı. Yine sancağı o taşıyordu. Bu savaşta Peygamberimizin yanından ayrılmayarak saldıranlara karşı koyuyordu. İki zırh giyinmişti. Bu hâliyle Peygamberimize benziyordu. Müşrik ordusundan İbn-i Kâmia adında biri Peygamberimize saldırırken, Mus’ab bin Umeyr onun karşısına çıktı. Bu müşrik, bir kılıç darbesiyle Mus’ab bin Umeyr’in sağ kolunu kesti. Mus’ab bunun üzerine sancağı derhâl sol eline aldı.
Mus’ab o esnâda; “Muhammed (aleyhisselâm) ancak resûldür. Ondan evvel daha nice peygamberler gelip geçmiştir” meâlindeki Al-i İmrân sûresinin 144. âyet-i kerîmesini okuyordu. İkinci bir darbe ile sol kolu da kesilince, sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırdı ve yine aynı âyet-i kerîmeyi okudu. Bu hâliyle kendini Peygamberimize siper yapan Mus’ab bin Umeyr’in üzerine hücum eden İbn-i Kâmia, vücûduna bir mızrak sapladı ve Mus’ab bin Umeyr yere yıkılıp şehit oldu. Mus’ab bin Umeyr zırh giydiği zaman, Peygamberimize benzediği için müşrikler onu şehit edince Peygamberimizi öldürdüklerini zannetmişlerdi.
Hazret-i Mus’ab şehit olunca; onun sûretinde bir melek, sancağı aldı. Mus’ab’ın şehit düştüğünden Resûlullahın henüz haberi olmamıştı. “İleri ey Mus’ab ileri!” diye sesleniyordu. Bunun üzerine bayrağı elinde tutan melek, geri dönüp Resûlullah efendimize; “Ben Mus’ab değilim” diye cevap verince, Resûlullah sancağı elinde tutanın melek olduğunu anladı. Bundan sonra Peygamberimiz sancağı Hazret-i Ali’ye verdi. Resûlullah efendimiz, Mus’ab bin Umeyr’i şehit olmuş görünce, başı ucuna dikilerek Ahzâb sûresinden:
“Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah’a verdikleri sözde sadâkat gösterdiler. Onlardan bâzıları şehit oluncaya kadar çarpışacağına dâir yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehit olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü aslâ değiştirmediler” meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve sonra şöyle buyurdu:
– Allah’ın Resûlü de şâhittir ki, siz kıyâmet günü Allah’ın huzûrunda şehit olarak haşrolunacaksınız.
Daha sonra yanındakilere dönüp;
– Bunları ziyâret ediniz. Kendilerine selâm veriniz. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, kim bunlara bu dünyâda selâm verirse, kıyâmette bu aziz şehitler kendilerine mukâbil selâm vereceklerdir, buyurdu.
Mus’ab bin Umeyr’e kefen olarak bir şey bulunamamıştı. Mekke’nin en zengin iki ailesinden birinin çocuğu olan Mus’ab bin Umeyr’in örtünecek kefeni yoktu. Vücûdu kaftanı ile ve ayak tarafı da otlarla örtülmek sûretiyle defnedildi.
Habbâb bin Eret der ki:
Mus’ab bin Umeyr, Uhud’da şehit edilince, kendisini saracak kısa bir hırkadan başka bir şey bulunamadı. Hırkayı baş tarafına çektik, ayakları açıldı. Ayaklarına çektik, baş tarafı açıldı. Resûlullah bize:
– Onu baş tarafına çekiniz! Ayaklarını otlarla kapatınız! buyurdu.

Yani aşk hayatımız Hz. Şems-i Tebrizi’nin dediği gibi; “kır kalemin ucunu bundan sonra yolculuğumuz aşk yolculuğu. Aşkı kalem yazmaz ki kitaplarda bulasın.”

Şemsettin ÖZKAN

31.07.2021 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-dinimizislam.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir