USTA ÖLMEDEN ÖNCE BİR OYUN ÖĞRET DE, İNSAN OLAYIM



             ( Toplumsal İlişkiler 10)                                

لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓي اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ﴿٤﴾ Biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır                               ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِل۪ينَۙ﴿٥﴾ Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.(Tin suresi/4-5)

             “Korkuyoruz… Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz,” derken Oğuz Atay haksız mı? Seversiniz sevmezsiniz, Freud “insanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve kronik şüpheci olmayı öğrenir” dediğinde, insanın kalbiyle yüreğiyle de ilişkisini kestiğini mi anlatıyor? İnsanların tecrübe, tecrübe deneyim, deneyim diye tutturup, anlattıkları yavaş yavaş sevmekten, insan olmaktan uzaklaşma, güvensizliğe, septizme (şüpheciliğe) yelken açma operasyonu mu? O halde bir daha sevmeyecek miyiz? İnanmayacak mıyız insanlara?

               Dünyamız Hitler ve Mussolini gibi diktatörlerin kaprisleri yüzünden 1. Ve 2. Dünya savaşları yaşadı. Lenin, Stalin gibiler, diktatörlükleriyle dünyayı dizayn etmeye kalkıştı. Ancak dünyamız, bunlardan daha sinsi ve insanları içten vuran diktatörlere maruz kaldı: Para ve teknoloji.

                Endüstri devrimiyle birlikte teknoloji ve para aynı zamanda tanrılığa soyundu. Teknolojinin girişi bizde kalıcı değişimler oluşturdu. Daha doğrusu tüm insanlarda kalıcı, insanlıktan uzaklaşma akımları oluşturdu. Hatta Rusya, Çin gibi dünyaya kapalı ülkelerin insanları kapitalist dünyanın teknoloji ile yaşayıp kalkmasına özendiler. 1991’de, önce Gorbaçov’la, Rusya’da, 74 yıllık Karl Marx’ın toplumcu toplum anlayışını, yani üretim araçlarının kolektif kullanımı ve devletin elinde tutması olan sosyalizmden, sonu komünizm olacak olan rejimini bıraktı. Çin’de onu takip etti. Bizim gibi ülkelerin de içinde yer aldığı, kalkınmakta olan ülkelerde Radyo TV ile hayatımıza giren teknoloji en köklü değişimlerini internet ve cep telefonu ile yaptı. Hem de ne sürat, ne sürat. Peşinden yetişmek ne mümkün… Teknolojiyle insanlar Ortadoğu’da, Afganistan’da ya da Gazze’de bir çocuğun askerler tarafından kurşunlanması sonucu can çekişmesini canlı olarak seyretti. Yanında çocuğuyla koltuğunda seyreden insanlık sıradan bir olay gibi bakıp geçti. Sonra da komedi filmine ya da futbol maçını seyretmeye koyuldu. Yeni nesiller de bu davranışı, ebeveynlerinden öğrendiklerine göre, insanlığın böyle olduğu kanaatine vardı. “Bize sürekli huzur ve teknoloji getirdiklerini söyleyenler, bizden neleri de alıp götürdüklerini söylemeliler” der, İsmet Özel.

             Ama tüm bu olanlara rağmen, insan kalan, daha 23 yaşında, olmamız gereken yerde olan, ölmemiz gereken yerde ölen, mazlum Filistinliyi savunan, ülkesinden fersah fersah uzakta bir çocuk,  insanlık dersi verdi dünyaya.  2003’te Gazze’de İsrailli askerlerin buldozerlerle ezdiği, “zulüm bizdense, ben bizden değilim” diyen, o mangal yürekli Amerikalı aktivist kız, Rachel Corrie… Bugün kim hatırlıyor bu cesur yüreği, insanlık ölmedi dedirten insanı?

            Günümüz insanı için insanlık artık bir meziyete dönüştü. 1800lerde teknolojik ilerlemelerle başlayan insanın; insanlıktan uzaklaşması, yabancılaşması ve şeyleşmesi günümüzde de sürüyor. Daha ileri boyutlarda sektörün ileri gelen Elon Musk ve bazı bilim adamları eleştirmesine rağmen hatta devlet politikaları, yapay zekâ ve derin öğrenme gibi bir anda birçok insanı işsizlik, ekonomi, ticaret ve sosyal yönden etkileyecek projelerden bahsediliyor. İnsan artık her şeyini, eşyaya, akıllı teknolojiye havale ediyor. Akıllı telefonlar, tahtalar, evler, arabalar şimdi de yapay zekâ… İnsanlar birbirlerinin karşısına kendileri değil de robotlarını, yapay zekâlarını, belleklerini değil de akıllı şeylerini çıkaracaklar. Bu araç gereçleri eleştirmek kolaycılıktır elbette. Bu araçların ardına geçip kötüye kullanımlar ve bugün insanlığın geldiği noktadır eleştirilen. Aşağıların aşağısına düşen bu insan bu teknolojileriyle bir anda Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atıp 450 bin kişinin ölümüne neden olmadı mı? Bu insanlıktan çıkan aşağılık insan değil mi, kendi kızının ırzına geçen ve Yeni Zelanda’da onlarca günahsız Cuma namazı kılan insanı tarayıp katleden? Öyle insanlar var ki, arpaya katsan at yemez, kepeğe katsan it yemez. Ece Ayhan’ın dediği gibi “ne olurdu bir sene de insanlık moda olsaydı” keşke…    

         İyi insan olmadan, iyi Müslüman olamayız der bilge kral Aliya İzzetbegoviç. Bütün yücelik ve şükran Allah’a aittir ve insanların gerçek kalitesini ancak Allah tespit eder diye de ekler. Bir insan acı duyuyorsa canlıdır, başkasının acısını duyuyorsa insandır der Tolstoy. İnsan olmak maalesef çağımızın en büyük sorunu oldu, modern zaman problemleri içinde yer aldı. Sorun elbette zaman veya mekân değil. Sorun tam olarak negatif teknoloji kullanımı, kısa zamanda paraya para demeyen zihin değişikliği ve bu arada insan ilişkilerinin her geçen gün daha da kötüye gitmesi. 

         İnsanı mükemmel yaratanın adıyla, Çağlar üstü Kitap; “Biz insanı en güzel şekilde yaratmışızdır” buyuruyor. Hem de, incire, zeytine, Tur-i Sina’ya ve Kâbe’nin olduğu kutsal şehir Mekke’ye, ant olsun diyerekten. Bu ne anlama geliyor? Tur dağı, Kudüs ve civarı, buralarda zeytin ve incir yetişirken esas vurgulanan bu yerlerden insanlığın doruk noktasına çıkan insanların en kalitelisi Peygamberler geldi geçti. Hakeza Mekke’den de ilk peygamber Hz. Âdem (a.s) ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) buralarda yaşadı. Bu beldelere, şehirlere yemin edilerek, insanın en mükemmel şekilde yaratıldığına vurgu yapılıyor. Yani insan modellerine bakmak için, önce bu numuneleri elden geçirirseniz, adam gibi adam (Âdem (a.s) gibi) gerçek insanlara ulaşabilirsiniz demektir. Peygamberlerin de insanların en seçilmişleri olduğunu herhalde aramızda bilmeyen yoktur. Bu kutlu insanlar tarih boyunca insanlığı hep aydınlatmışlardır. Ne zaman insanlar, insanlıktan ve raydan çıktıysa, onları yeniden rayına koymuşlardır. Ahlakı yönden, sosyal yönden, hâsılı her konuda örnek olmuşlardır. Son Peygamber Hz. Muhammed(s.a.v)’i düşünün. Düşmanları bile ona Muhammed’ül Emin (Güvenilir Muhammed) diyorlar. Emanetlerini ona bırakıyorlar. Onun her sözüne sonsuz güven duyuyorlar. Ona kısacası adam gibi adam, diyorlar. İnsanlıkta zirve yapmış biri diyorlar. Bugün insanoğulları insanlıkta sınıfta kalmışsa, bugün âdemoğulları adamlıkta yani insanlıkta yerlerde sürünüyorlarsa, yeniden fabrika ayarlarına dönmek zorundalar. İnsanlığın, adamlığın babası Âdem (a.s) (Adamlığın ilk babasının) niteliklerine bir kez daha dönmek mecburiyetindedir. Son Nebi’nin insani ve ahlaki özelliklerini, Allah’ın (c.c); “sen ahlakın en doruk noktasındasın” (kalem/4) iltifatına mazhar olan, Hz. Muhammed (s.a.v)’in; en güzel örnek (üsvetün hasene) olma rol modelliğini, altını çizerek söylüyorum mutlaka gözden geçirmek zorundadır.

             Sevgi, hayat yolunda ilk basamaktır. Almak değil, vermek insanlığın anahtarıdır. Aşağıdaki hikâye, bu konuda sanırım, yeniden insan olmamıza, katkı sağlayacaktır.

            Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: “Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” diye. “Bakın göstereyim” demiş ermiş.

            Önce sevgiyi, dilden gönlüne indirememiş olanları çağırarak, onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde, sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da, “derviş kaşıkları” denilen bir metre boyunda kaşıklar.  

           Ermiş; “Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye, bir de şart koymuş. “Peki” demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden, bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

          Bunun üzerine “Şimdi…” demiş ermiş. “Sevgiyi, gerçekten bilenleri, çağıralım yemeğe.” Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar, gelmiş oturmuş sofraya bu defa. “Buyurun” deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri, diğerini doyurmuş ve şükrederek, kalkmışlar sofradan.

         “İşte” demiş ermiş; “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz.

Şunu da unutmayın: Hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman…          İnsan insan olduğunda güzeldir, yoksa insanlığından utandığında değil. İsmet Özel, insanlığın her geçen gün yerlerde süründüğünü gördükçe, şöyle hayıflanmakla haksız mı acaba?                                                                 “Usta ölmeden önce bir oyun öğret de, insan olayım.”                       Şemsettin ÖZKAN                                                                                   05.12.2019 KONYA

USTA ÖLMEDEN ÖNCE BİR OYUN ÖĞRET DE, İNSAN OLAYIM” için 1 yorum

  1. DÜNYADA ÇİÇEKLER, ÇOCUKLAR VE KUŞLAR OLDUĞU SÜRECE HAYAT VARDIR DEMEKTİR. ÜMİTSİZ OLMAYALIM.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir