(Toplumsal İlişkiler 47)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ين
“Ey iman edenler! Allah’ın sizin için helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri (takvalık taslayarak) haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez.” (Maide/87)
Biliyor musunuz tavırlarımız ve sözlerimiz bizim hangi seviyede olduğumuza dair bir ipucu verir. İnsanların yoklukta gösterdiği sabır, varlıkta ise takındığı tavır önemlidir. Şemsi Tebriz-i “keşke sen ben olsan, seni sevmenin zor olduğunu bilsen, keşke ben de sen olsam seni sevmenin hazzını yaşasam” derken tutumlarımızda yaşadığımız gelgitleri dile getirir.
Tutum dediğimiz şey, kişinin bir obje karşısında pozitif ya da negatif bir duruş sergilemesidir. Harekete geçmede bireyin hazır olduğu anlamına da gelir. Bu yüzden tutumlardan yola çıkarak insanların ne yapacakları yorumlanabilmektedir. Tavır ise durum, hal, vaziyet ve davranış gibi anlamlara gelir. İnsanlar tutum takınırken, tavır sergilerler. Tavırlar eylem yüklüdür.
Yukarıdaki resimde müthiş bir ifade var: “Eğer Dünya’da kilon 100 ise Mars’ta 38 kilodur. Şişko değilsin, sadece yanlış yerdesin.” İnsanlar nasıl yanlış yerde bulunurlar? Elbette ki, takındıkları tutumlarla ve sergiledikleri tavırlarla yani davranışlarla… Yanlış pozisyonda bulunan çok kişiye rastlarız. Olmaması gereken bir yerde ve kitlenin içinde topluluğun ortasında bulunurlar. Mızmızlanıp dururlar; “efendim herkes bana karşı.” Kusura bakma kimse seni tınmıyor, kimse sana karşı falan değil, sadece herkes kendinden yana. Mevlana hazretlerinin dediği gibi; “kimse sana karşı değil, herkes kendinden yana.” Sen sürekli ofsayt pozisyonuna yakalanıyorsun, millet bir şey dedi mi, veryansın ediyorsun. Sahi sen neredesin, takındığın bu tutum ve sergilediğin bu tavırlarla? Mars’ta mısın, yoksa Dünya’da mı? Şimdi ben sana şişko mu diyeyim, zayıf mı?
Yanlış yerde bulunmaktan ötürü birçok kavram, sosyolojik olgu, tutum ve davranışlar da yanlış değerlendirilir oldu. Şimdi bakışımıza İslam hâkim değil. Böyle olunca da bakışımıza İslam’ın öngördüğü şartlar değil, fakat İslam-dışı dünyanın gözümüze taktığı gözlükler yerleştirilmiştir. Müslümanlar özellikle geçen yüzyılın ortalarından itibaren, İslam-dışı dünyaya, Müslümanca değil, ‘’hümanistçe’’ baktırılmaya başlanmıştır. Böylece, İslam-dışı dünya, İslam’ın emrettiği müsamaha ruhu çerçevesinde değil, fakat hümanistlerin telkin ettiği bir müsamaha ruhuyla görülmeye başlanmıştır. Düşünün Hz. Mevlana’yı bile hümanist yaptık. Eserlerini okuduğum bu mümtaz şahsiyet bana göre dört dörtlük bir Müslüman. İnsan sevgisindeki derinliği onun iyi bir Müslüman olmasının yansıması.
Kapitalist veya sosyalist sistem uygulanmaya devam etsin, fakat bunların tıkandıkları yerde İslam bir çözüm yolu bulsun! Oysa meselenin bu ele alınış tarzı yanlıştır. İslam’ın uygulama sistemine, uygulama mantığına terstir bu durum. Bazı Müslümanların mevcut uygulama içinde ortaya çıkmış olan bazı iktisadi, ticari veya toplumsal ilişkilere İslami bir çözüm yolu aramaya kalkışmaları da yanlıştır. Yine yanlış yerlerde konuşlandık. 100 kilo gözüküyorsun kendini şişko kilolu sanıyorsun, ama sen gitmişsin Mars’a, hala kendini 100 kilo sanıyorsun, değilsin. 38 kilosun. Sen şişko değilsin artık orada, yanlış yerdesin bir Dünyalı olarak, ama çakma bir uzaylısın.
Doğru bir yerde konumlanabilmek için Rasim Özdenören’in, Müslümanca Düşünme Üzerine Denemelerinde yaptığı, şu tespitleri yapmamız lazım;
*Aktüalitedeki zihin karışıklıklarının çoğunun İslami hükümlere Müslümanca yaklaşılmamasından ileri geldiğini söylememiz mümkündür. (sayfa 61)
*Kendisiyle yapılan bir mülakatta Garaudy şöyle söylüyordu: ‘’Batı Rönesansı, Müslümanlardan sadece tecrübe metodu ile tekniğini aldı. Onun, Allah’a götüren ve insanlığa hizmeti esas alan yönünü bir tarafa bıraktı. (sayfa 66)
*Dine Allah’ın emri olduğu için ve sırf bunun için inanmak bir usul meselesidir. Bu yüzdendir ki, akla, mantığa yahut hikmete ve felsefeye uygundur diye dine inanmak küfür sayılmıştır. (sayfa 54)
*Sosyalist, Osmanlıcı olduğunu söylerken, kendine ‘’milli bir dayanak’’ arama ve bulma çabasındadır. Biz, Osmanlıyı, bütün hatalarına ve her şeye rağmen mücerret bir İslami gayret içinde gördüğümüz için severiz. Oysa sosyalist, bu noktada ondan nefret eder. (sayfa 71)
*Oysa Müslüman, çağın gözüyle İslam’a bakmaz, İslam’ın gözüyle çağa bakar. (sayfa 72)
*Asr-ı Saadette şeriatla tasavvuf aynı anda ve bir arada yaşanırken, bunlar her Müslüman’ın hayatında bütünleşmiş bir İslam ahlakını meydana getirirken, sonra bu ikisi adeta farklı şeylermiş gibi algılanmaya başlanmıştır. Bu sonucu, Müslümanca yaşamanın gide gide hayattan uzaklaşması, bilinmesi gereken şeylerle yaşanması gereken şeyler arasında bir fark gözetilmeye başlanması ile izah edebiliriz. (Sayfa 106)
*Günümüz Müslümanlarının durumu da bazılarınca bir Don Kişot’luk olarak görülebilir. Şu farkla ki, Müslümanlar, Don Kişot’tan farklı olarak ne yaptıklarının bilincindedirler. Onlar, kendilerine dayatılan yaşama tarzını bilinçle reddetmekte, İslam’ın öngördüğü yaşama tarzına bilinçle talip olmaktadırlar. (sayfa 94)
*Theokritus’la Racine’in adını yan yana getirip üç cümleyi de arkası arkasına döktürüverenlere, aman ne bilgili insan diyoruz. Ya da ezberlediği üç ayet-i kerime ile iki hadis-i şerifi Arapçasından okuyan biri karşımıza çıktı mı, büyük bir âlimle karşılaştık sanıyoruz. (sayfa 103)
*İmam-ı Rabbani Müslümanların imanının geleceği hakkında bile şüphe etmemesini bildiriyor. ‘’Bir Müslüman imanından kesinlikle emin olacak, inşallah mü’minim demeyecek, elhamdülillah mü’minim diyecek.’’ diyor. (sayfa 117)
*Hayatımızın hemen her alanında ve hemen her anında etkisini gördüğümüz teknoloji ve teknolojik ürünler Müslümanca niyetlerle programlanmamakta ve bağlı olarak teknoloji, insanı aciz bırakmaktadır. (sayfa 16-17)
Yukarıda geçen ayette de yine yanlış yerde olanlardan söz ediyor, takvalık taslayarak Allah’ın helal kıldığını haram yapmaya çalışanlardan bahsediliyor. Allah’ın yasal kıldığı şeyleri, birileri hukuka, yani İslam Şeriatine aykırı hale getirmeye çalışması da ne demek oluyor?
Müminlere, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için kendilerini ve başkalarını hayatın helâl olan güzelliklerinden mahrum bırakma yoluna girmemeleri çağrısının bu ayette yapılmış olması, 82. ayette kendini ibadete veren Hıristiyan din adamlarından olumlu biçimde söz edilmesinin yanlış anlaşılmasını da önlemiş olmaktadır. Nitekim bu iki âyetin (87-88. Ayetlerin) iniş sebebi olarak anılan olaylar, Resûlullah zamanında bile, bazı müminlerin dünyadan el etek çekerek, zahidâne bir hayat sürdürme arzusu içine girdiklerini, özellikle yeme-içme, dinlenme, giyim-kuşam, evlenme ve evlilik hayatının icaplarını yerine getirme konularında mahrumiyeti, temel hayat felsefesi haline getirmeye yöneldikleri görülür.Hatta bazılarının zühd yarışına girdiğini, bunun sonucunda da gerek kendilerinin gerekse aile fertlerinin zarar görmesi sebebiyle, Hz. Peygamber tarafından uyarıldıklarını göstermektedir. (bk. Buhârî, “Edeb”, 86, “Teheccüd”, 20; Müslim, “Sıyâm”, 186, 188; Taberî, VII, 8-11)
İnananların İslam’ı anlamada yanlış yerde bulunup, takındıkları bu tutum ve sergiledikleri tavırlarının yanlışlığına vurgu yapılır. Bu tutum ve davranışlarımıza göre hesaba çekileceğimiz net bir şekilde ortaya konur: “Kuşkusuz bu (vahiy) senin ve kavmin için bir itibar kaynağıdır. Fakat zamanı gelince hepiniz (O’na karşı aldığınız tutuma göre) hesaba çekileceksiniz.”(Zuhruf/44)
Şemsettin ÖZKAN
13.05.2020 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3- edebifikir.com (aktaran: Ahmet Seyfeli)
4-kuran.diyanet.gov.tr (kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 329-331)
“Ay vurmuyorsa yüzüne, güneş doğmuyorsa pencerene, kabahati ne güneşte ara ne ayda, kalk silkin gözlerindeki perdeyi arala,” derken Hz. Mevlana, yanlış yer ve zamanda bulunmanın tehlikelerine karşı bizi uyarır.