(Toplumsal İlişkiler 330)
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً
“Allah’ın, lütufta bulunarak, birbirlerine üstün olmasına vesile kıldığı özellikleri, ailenin nafakasını ve ihtiyaçlarını kendi mallarından, paralarından karşılamaları, mallarından karşılık beklemeden, gönüllü harcamaları sebebiyle erkekler, hanımları üzerinde, ailede, aileyi ayakta tutmakla, eğitimlerini, gelişmelerini, aile fertlerinin İslam’da sebatını temin ile mükellef; denetleyerek sorumluluklarının gereğini yapmalarını sağlayan, hizmet eden, ailede işleyen, kalıcı bir düzen kuran, sorumlu meşrû bir otorite sahibi, aile reisidirler.
Dindar, ahlâklı, hayır-hasenât sahibi Müslüman sâliha kadınlar, itaatkâr, uzun uzun kıyamda durarak sorumluluk şuuruyla namaz kılan, saygılı, kocalarına karşılık vermeyen, aile içindeki dinî, insanî ve vicdanî sorumluluklarını yerine getiren kadınlardır. Allah’ın koruduğu, korunmasını emrettiği hususları, kendilerini, çocuklarını, kocalarının haklarını ve mallarını, kendi haklarını, namuslarını kocalarının bulunmadığı zamanlarda koruyanlardır. Kafa tutup, başına buyruk hareket ederek, kurulu aile düzenini bozmalarından, şiddete başvurmalarından korktuğunuz kadınların önce gönüllerini alın, öğüt verin, davranışlarının doğuracağı istenmeyen sonuçları anlatın, itaatsizliğe devam ederlerse yataklarında kendilerini yalnız hissedecekleri halde bırakın. Buna rağmen yola gelmeyenlerin kaba yerine (bir demet ot-çöple) vurun, evinizden ayırmayarak, ilişkilerinizi devam ettirin. Eğer size itaat ederlerse, olanları olmamış sayıp, sözle veya fiilen onları incitecek vesileler aramayın. Allah yücedir ve büyüktür.” (Bakara/134)
Yukarıda
geçen ayet ahmet tekin mealinde şöyle açıklanır: Bakınız
Kur’an-ı Kerim, 38/44. 4/19 âyetiyle Kur’ân-ı Kerim, kadına
mal muamelesi yapılmasını, güç durumda bırakılarak kndisinden
faydalanılmasını engellemiş ve insan muamelesi yapılmasını
sağlamıştır. 4/34 âyetiyle de sosyal düzenin gereği,
eşitliğine halel getirmeden, aile içinde statüsünü
belirlemiştir. 9/71 âyetiyle kamu yöneticisi olma ve seçilme
hakkını tanıyarak toplumu yönetebilme, 60/12’de belirtilen
seçme ve sosyal mukaveleye katılma hakkını tanımıştır.
İslâm’dan
önce de İslâmî dönem içinde de çokça kötüye kullanılan
karı-koca arasındaki nâhoş bir ilişkiyi de asgarî sınırına
indirerek düzene koymuştur. Kadın aile düzenine başkaldırdığı,
hatta kocasına müessir fiil icrasında bulunduğu zaman bile
kocanın el kaldırarak karşılık vermesini tasvip etmemiştir.
Kocaya
önce nasihat etme, yapılan fiilin doğuracağı kötü sonuçları
hatırlatma görevini vermiştir. Bundan fayda sağlanamadığı
takdirde kadına yatağında yalnız bırakılma cezası verilmesini
emretmiştir. Bu da fayda sağlamadığı takdirde kocaya dövme
hakkı tanımıştır. Ancak kullarını iyi bilen Allah, bu hak
kullanılırken suistimal edilmemesi, dozunun kaçırılmaması için
38/44 âyette dövmenin dozunu da belirtmiştir. 4/34’deki dövme
ile 38/44’deki dövme dozu bir araya getirildiğinde bizim
anladığımız mânâda bir dövmenin sözkonusu olmadığı
görülmektedir. Birbirini seven, birbirine saygı duyan iki insan
arasında faraza bir sehpanın üzerindeki minik ve yumuşak bir
örtüyü sallayarak vurmaya teşebbüs bile seven ve saygısı olan
bir insanı incitmeye yeter de artar. Nitekim merhum Hallac-ı Mansur
kendisine taş atanlara gülerken dervişinin attığı bir gülden
dolayı incindiğini hissettirmiştir.
Kur’ân’ın
4/34, 38/44 âyetleri birlikte düşünüldüğünde kadını
psikolojik bir incitmenin dışında koruyucu tedbirler
getirmektedir. Psikolojik bir incitmenin dışında herhangi bir
incitmeye de
müsaade
etmemektedir. Dolayısıyla bu iki âyeti birlikte okuyan bir
müslüman dövme ile ilgili hükmün “dövmeyin” şeklindeki bir
hükümden çok daha ağır olduğunu anlayacaktır. Bu âyetlerde
kadının eşit, anlayışlı, akıllı bir muhatap olarak sadece
uyarılması sözkonusudur.
Şunu
da ifade etmeliyiz. Kur’an’da belirtilen doz-la, şakalaşmaya
benzeyen böyle bir dövme ruhsatı, erkekteki menfi enerji
birikimini, nüşûz – başkaldırı da, kadındaki menfi enerji
birikimini boşaltmaktadır. Karşılıklı boşalan menfi
enerjilerden sonra, aile hayatının devamına engel baskılar
azalacağı için, evlilik hayatının devamının imkân dahiline
girebileceğini de söyleyebiliriz.
Aslında kadın erkek ilişkileri Hz. Mevlana’nın anladığı gibidir: “Su (erkek) ateşe (kadına) galiptir ancak bir kaba konursa onu kaynatır ve yok eder.” Geliniz mevzuyu Şemsabad (Kitabü Usuli’l Aşk) romanımdan Hz. Mevlana’nın eşinin mezarını ziyaretinde duyduğu özlem dolu sözlerle kapatalım:
Hz. Mevlana, on sekiz yaşında iken evlendiği, uzun yıllar birlikte olduğu, kendisine Sultan Veled ve Muhammed Alaeddin gibi, iki çocuk veren Semerkand’lı Lala Şerafeddin’in kızı, eşi Gevher Hatun, vefat edeli bir hayli zaman olmuştu. O hayatta iken asla üstüne biriyle evlenmemişti. Onun mezarının başında, derin bir tefekküre dalmıştı:
“Allah kadını, erkek onunla rahat etsin, ona eş olsun diye yarattı. O halde Âdem Havva’dan nasıl olur da ayrı olabilir? Havva ’sız nasıl yaşayabilir? Erkek yiğitlikte Zaloğlu Rüstem olsa, cesarette Hz. Hamza’dan bile ileri geçse, hükmetmek hususunda kendi karısının esiridir. Âlemi güzel tatlı sözleri ile mest eden, kendine bağlayan Hz. Peygamber bile ‘Ey pembe beyaz kadın, benimle konuş!’ diye hiddetlenen eşine niyazda bulunurdu.’ İnşallah dünyalar güzeli, gönüller güzeli eşimde benden razı olmuştur. Onu Allah şahidim olsun ki hiç üzmedim. Hakkını inşallah helal etmiştir. Şu anda yanımda değil ama o hep gönlümde.” Onu çok ama çok arıyordu.
“ Ahlak, yüz güzelliği ve incelikte eşi olmayan Gevher Hatun, gerçekten mübarek bir kadındı. Onunla kendisi, su ile ateşin haline benziyordu. Yani su kendisi, ateş eşiydi. Aslında su, ateşi söndürebilme kudretinde olmasına rağmen, aynı su, bir kap içinde bulunursa, ateş onu kaynatırdı. Öyle ki, bir damlası kalmayıncaya kadar buhar haline getirip havaya karıştırırdı. Görünüşte su gibi olan erkek, kadına hâkim bir durumda ise de işin iç yüzü böyle değildi. Ateşin harareti gibi, Gevher Hatun’un sevgisi ve cazibesi onu kaynatıp coşturmuş ve eritmişti. Kadınlar zaten tam adam olanlara her zaman galiptiler. Kadınları mağlup edenler sert, haşin kaba saba adamlardı. Gerçek erkekler, kadın ateşinde mum gibi erimeye mahkûmdular. O da gerçek bir adamdı. Bu mübarek kadının karşısında ateşin üstünde bir kapta buharlaşan bir su gibiydi. Kadın bilene nefesti, bilmeyene ise onu günaha sokan bir nefs’di.
İnsan varlığında da ruh, su gibi saf ve şeffaftır. Buna karşın nefis, ateş gibi yakıcı ve kaynatıcıdır. Bunun için değil midir ki ateşi, ruh suyunu kaynatarak, ondaki ruhani inceliği, vücudun yoğunluğu içine dağıtıp, ruhu, nefse tabi hale kor. Ruhun ateş üstüne konmuş bir kaptaki su gibi kaynatması bu yüzdendir. Yine bu yüzdendir ki, dünyada kadını arzu eden erkek, görünüşte ona hâkim fakat hakikatte hem kadınına hem de yine dişi tabiatlı olan nefsine mağlup ve mahkûmdur. Çünkü erkek hayatta olduğu müddetçe kadınsız olmaz ve olamaz.
Aslında bu vasıflar sadece insanda vardır. Çünkü akıl ve aşk yalnız insana mahsustur. Hayvanda akıl yoktur. Aşk ise tam değildir. Türlü eksiklikler içindedir. Akılda ve aşkta bu noksanlık yüzündendir ki, çoğu hayvan dişisinin mağlubu olmaz.
Bunun içindir ki, Hz Muhammed (s.a.v); ‘Kadınlar akıl ve gönül sahibi erkeklere hükmeder’ buyurmuştur. Gerçekte budur. Akıllı ve ince ruhlu bir erkek, kadınlara karşı daima anlayışlı ve şefkatli olur, onlara sertlikle davranmaktan çekinir, onları kırmak ve incitmek istemez. Buna karşılık cahil ve akılsız erkeklerdir ki, kadınları ezerler, onlara karşı sert ve kaba olurlar. Çünkü onların doğasında hayvanlık üstün gelir.
Aşk ve ruh inceliği, insanlara mahsus sıfatlardır. Sertlik ve şehvet ise hayvanların sıfatıdır.
Bu demektir ki, insanın sevdiği kadına karşı duyduğu aşk ve cevri cefasını çekmesi boş değildir. Çünkü kadın, Allah güzelliğinin yeryüzüne vurmuş bir nurudur. Sadece sevgili değildir.”
Hasılı esas mevzu erkeğin ya da kadının zeytinyağı gibi üste çıkması değil. Kadının (gül) olması çınarı (erkeği) devirme hareketlerinden kaçınması, çınarın da alabildiğine titizlikle gülün üzerine titremesidir.
Şemsettin ÖZKAN
28.04.2021 GÜZELYALI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-Şemsettin Özkan, Şemsabad (Kitabü Usuli’l Aşk) tarihi romanından alıntı