(Toplumsal İlişkiler 480)
وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُنٖيباً اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ لِلّٰهِ اَنْدَاداً لِيُضِلَّ عَنْ سَبٖيلِهٖؕ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَلٖيلاًࣗ اِنَّكَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِ
اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِداً وَقَٓائِماً يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّهٖؕ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذٖينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَؕ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِࣖ
“İnsanoğlu, herhangi bir belâ veya sıkıntıyla yüz yüze gelince, içtenlikle Rabb’ine yönelerek ona yalvarıp yakarır fakat Allah, bu sıkıntının ardından ona kendi katından bir nîmet verince, daha önce O’na ettiği duâları unutur da, insanları Allah yolundan çevirmek için birtakım putları veya kutsallaştırılmış yüce şahsiyetleri mutlak itaat makâmına yücelterek O’na ortak koşmaya başlar. Ey Müslüman! Bu gibi nankörlere de ki: “Bu inkârınla
dünyada birazcık daha oyalan bakalım fakat sonunda, ateşi hak edenlerden olacaksın!” (Zümer/8)
“Şimdi söyleyin bakalım; bu cehennemlik insan mı daha hayırlıdır; yoksa âhiret azâbının dehşetinden korkarak ve Rabb’inin rahmetini umarak, gece vakitlerinde namaz için yatağını terk eden; bazen secde ederek, bazen kıyamda durarak O’na içtenlikle ibâdet eden tertemiz bir mümin mi? O câhillere de ki: “Öyle ya; bu hakîkati bilenlerle bilmeyenler hiç Allah katında
eşit olabilir mi? Nitekim, ancak akıl ve sağduyu sahipleri bu altın tavsiyelerden öğüt alırlar.” (Zümer/9)
Sevgili dostlar kime ait olduğunu pek hatırlamıyorum ama sanırım Hz. Mevlana’yı çok okumamamdan ötürü onun felsefesine ait olduğunu düşündüğüm bir söz şöyledir:
“İyi güzel orta yolu bulalım da, devenin su içişiyle kuşun su içişi aynı mı? Elbette değildir. Ancak insanlar genellikle orta yolu bulmaya ve uzlaşmaya davet edilirler. Günlük hayatımızda sürekli orta yolu bulmaya davet ediliriz. Gerçekten de orta yolu bulmak mümkün mü?
Bu soruya her zaman evet demek çok zordur dostlar! Orta yol bulunabilecek konular var örneğin uluslararası ilişkiler gibi, bulunamayacak konular var Bulunamayacak konular var örneğin itikat inanç konuları gibi. Sevgili Peygamberimize gelip din konusunda uzlaşalım diyorlar Mekke’li müşrikler. Bir yıl beraber senin ilahına ibadet edelim bir yıl da bizim ilahlarımıza. Yani orta yolu bulalım diyorlar.
Rasülullah, Mekke müşriklerini açıktan İslâm’a dâvet ettiğinde, önde gelen güçler, etkili ve yetkili çevreler, imtiyazlı sınıflar, çıkarlarıyla İslâm arasında uzlaşma mümkün olmayan bir çelişki gördüklerinden, bu dâveti kabul etmeyip düşmanca tavır aldılar. Önce Hz. Peygamber’in deli, şair, sihirbaz olduğunu yaymaya başladılar. Bu tutmayınca, işkence, baskı ve tehditlere koyuldular. Ama Allah rasülünün kararı kesindi ve onu hiç bir güç bu kararından çeviremiyordu. Durumun ciddiyetini anlayan müşrikler, son çare olarak Peygamber’le uzlaşma yolları aradılar. Bu uzlaşma talepleri, Rasül’ün daha yumuşak bir tutum içine girmesi, tanrılarına ve kutsal kabul ettikleri şeylere saygılı olması, kendilerine hoşgörü ile davranması, tapınmalarını ve putların karşılarında saygı duruşlarını küçümseyip kötülememesi, siyasî karar alma mekanizmalarına (Dâru’n-Nedve’ye/millet meclislerine) ve çıkan kararlara itaat etmesi, kurulu düzene karşı çıkmaması şeklindeydi. Verecekleri bazı tâvizlerine karşılık olarak, bazı tâvizler istiyorlardı. Vermeyi teklif ettikleri bu tâvizler arasında “dilersen bir sene sen hükümdar ol ve bizi yönet; bir sene de biz yönetelim” teklifi de vardı. Ama Rasülullah bu tekliflerin tümüne Kur’an’dan âyetler okuyarak red cevabı veriyordu. Oysa müşrikler “bizim sistemimize dokunma, ama onu gel sen yürüt” diyorlardı. Temelinde şirk ve adaletsizlik olan bâtıl bir rejimin yönetimi Peygamber’in eline iki yılda bir geçseydi ne değişirdi ki?! Müşrikler de tekliflerinin bilincindeydiler. Çünkü “biz sana uyarsak, yerlerimizden (mevkilerimizden) hızla çekilip alınacağız.” (28/Kasas, 57) diyorlardı. Zaten Rasül’ ün amacı da buydu: Hâkimiyet hakkını onlardan almak, taptıkları putları ortadan kaldırmak ve şirkin yerine tevhidi, zulmün yerine İslâm adaletini, yani bâtılın yerine hakkı ikame etmek, yani câhiliyye sistemini kökünden yok etmek, darmadağın edip devirmekti.
Peygamber Efendimiz, müşriklerin bâtıl inançlarını, ibadet şekillerini, ekonomik zulümlerini, zorbalık ve ahlâksızlıklarını gündeme getirip tenkit etmeye ve alternatif olarak İslâm ahkâmını/nizamını sunmaya başlayınca müşriklerin tepkisinin şiddeti artmıştı. Ebu Süfyan, Velid bin Muğîre gibi Kureyş kabilesinin ileri gelenleri Ebu Talib’e giderek Hz. Peygamber’i şikâyet edip şöyle demişlerdi: “Ey Ebu Talib, yeğenin dinimizi aşağılıyor, fikirlerimizi, hayat tarzımızı saçmalık olarak niteliyor, atalamızı sapıklıkla suçluyor. Ya onu bu işten vazgeçirirsin ya da aradan çekil, biz onun hakkından geliriz. Ona engel olmazsan iki gruptan biri helâk olana kadar savaşırız.” Ebu Talib, müşriklerin uzlaşma taleplerini Peygamberimiz’e anlatınca Rasül-i Ekrem’in şu meşhur cevabı verdiğini biliyoruz: “Amca, vallahi, bu dâvâdan vazgeçmem için güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler yine vazgeçmem. Allah bu dini üstün getirene veya ben bu uğurda ölene kadar bir an bile mücadeleden geri kalmam.”
Orta yolu bulalım bulmasına da hayatta hiçbir şey orta yolu göstermiyor. Bu yüzden olsa gerek tam adaletten söz edilebilmesi de güç gözüküyor. Tamam uzlaşalım uzlaşmasına kazan kazan formülü uygulayalım, demokratik tavırlar takınalım da, devenin su içişiyle kuşun su içişi aynı mıdır?
Şemsettin ÖZKAN
08.10.2021 GÜZELYALI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com