(Toplumsal İlişkiler 8)
اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ ﴿1﴾ خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍۚ ﴿2﴾ اِقْرَأْ وَرَبُّكَ الْاَكْرَمُۙ ﴿3﴾ اَلَّذ۪ي عَلَّمَ بِالْقَلَمِۙ ﴿4﴾ عَلَّمَ الْاِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْۜ
1 – Yaratan Rabbinin adıyla oku!
2 – O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı.
3 – Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
4 – O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.
5 – İnsana bilmediği şeyleri öğretti.
İlk gelen ayetleri “oku” olan bir dinin adıdır İslam. Yani eğitim ve öğretim faaliyetlerini çok önemseyen ve bunu toplumsal yaşam biçimi haline dönüştüren, Bedir savaşında esir düşen Mekkeli müşriklere; “on tane Müslüman çocuğa okuma yazma öğretirseniz serbestsiniz” diyen Hz. Muhammed (s.a.v)’in dininin adıdır İslam.
Bu yüzden olsa gerek İslam’ın vahyedilmeye başladığı 7. Yüzyıldan başlayarak 9 ve 13. Asırlarda kısa sürede Müslümanların bilim, felsefe ve sanatta inanılmaz bir yükselişine tanıklık ediyoruz.
Söz konusu olan bu dönemde vahyin dili olan Arapça, geliştirilen bilimin de dilidir. Bu neyi gösteriyor? Kur’an, Müslümanlar tarafından okunuyor, anlaşılıyor ve uygulanıyor. Kur’an Müslümanların hayatlarına yansıyor. Müslümanlar ilim üretiyor, insanlığa faydalı hizmetler sunuyor. Esin kaynaklarıysa, ilmi daha ilk nazil olan ayetleriyle önceleyen, sürekli düşünmeye, tefekkür etmeye ve akıllarını çalıştırmaya yönelten Kur’an.
Demek istediğim Müslümanlar, tam bir Kur’an okuyucusu olmuşlar. Peki nasıl oluyor bu okuyucular? Öyle bı, bı, bı satıhtan Kur’an’ okumakla olunmuyor. O dönem Kur’an okuyucuları;
-Dilin payını veriyorlar. Kur’an’ı harf mahreçlerine uygun okuyarak. Tecvid kurallarına göre okuyorlar.
-Aklın payını veriyorlar. Kur’an’ın manasını anlıyorlar.
-Kalbin payını veriyorlar. Kur’an hayatlarında davranış halini almış artık.
Kur’an’ın indiği toplum ne Babil ne Mısır ne de Antik Yunan’dır. Hem de bilim ve felsefede esamesi okunmayan atalar dininin inanışlarıyla yetinen geri kalmış, dünya sahnesinde olmayan bir yer. Çok açık, Kur’an bu toplumu en üst lige çıkarmış. İlerlemenin sebebi belli, Kur’an.
Bu anlatılanlardan sakın şöyle bir sonuç çıkarmayalım: “Müslümanlar diğer kültürlerden hiç yararlanmamışlar.”
Hayır, efendim tam tersine o dönem bilime ilgiden Antik Yunan, Fars, Hint, Mısır matematik, coğrafya, tıp, astronomi dallarında tercüme faaliyetlerine hız verilmiştir. O verileri Müslümanlar, birçok bilimsel gelişmeye imza atarak geliştirmişlerdir. Dikkat edin Müslümanlar, çeviri yaptıkları kitapların yazarlarının Müslüman olup olmadığına bakmadan bu işi yapıyorlar. Ham kaba softa, yobaz tipleri yok. Bilgiye açlar. Önyargılı asla değiller. Her gün kendilerini geliştiriyorlar.
“Bu dönemde yetişmiş İslam filozofu Kindi’nin (801-873) şu sözleri, bir Müslüman’ın diğer toplum ve inanç gruplarından gelen bilgilere karşı göstermesi gereken tavrı son derece güzel özetlemektedir: “Nereden gelirse gelsin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini benimsemekten ve ona sahip olmaktan utanmamalıyız. Çünkü gerçeği arayan için gerçekten daha değerli bir şey yoktur.”* *(Emre Dorman,24 haziran 2016 Hürriyet gazetesi)
Sizlere burada Endülüs’ten, Abbasiler döneminin ihtişamlı halifesi Harun Reşit’ten, Osmanlı’nın muhteşem Süleyman’ına kadar bir bilim tarihi kronolojisi sunacak değilim. Dünya bilim tarihine altın harflerle adını yazdırmış İbn-i Sina, Farabi, El-Kindi, Harizmi, Fergani, El-Biruni, Ömer Hayyam, İbnü’l Heysem, Uluğ bey, Ali Kuşçu, Cezeri, Musa Kardeşler, İbn-i Battuta say say bitiremezsiniz. Batıya ilham kaynağı olmuş, isimleri de batı dünyasında biraz değiştirilerek bu bilim adamlarından yararlanmayı bilmişler.
Bugünlere gelince daha doğrusu Müslümanların gerilemeye başladığı askeri yönden fazla olmamıza rağmen, 1683 Viyana kuşatmasında Osmanlı’nın yenilmesiyle başlayıp bugünlere gelen süreçtir. Bu süreçlerde Avrupa’da aydınlanma dönemi başlamış, yeni icatlar, sanayide gelişmelerle sağlanan ekonomik ilerlemeler, 1940-50’li yıllarda Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda, Hollanda ve Birleşik Krallık İngiltere gibi ülkeler en üst lige çıkmış, İslam ülkeleri ise maalesef küme düşmüştür. Fas kendine 33. Sırada yer bulurken Türkiye 34. Sırada kalmıştır.
Müslümanların bu hallere düşmelerinin nedeni İslam dini miydi acaba? Elbette hayır. Müslümanların bilakis kendileriydi bu düşüşün sebepleri.
Müslümanlar taptaze canlı ve hayat dolu kitaplarını belleklerinde özgürleştirecekleri yerde, tutup onu sayfalara tutsak ettiler. Yani pratik alandan uzaklaştırıp varsayımlar kitabı haline dönüştürdüler. Yaşamak için değil, bilgi edinmek ve ansiklopedik insan tipleri yetiştirmek maksadıyla bir sürü islamolog yetişti. Bunlar bilinçten yoksun, “bilgi taşıyıcısı” oldular.
“İnsanlara hayat bahşetmek ve ölü ruhları diriltmek için gönderilen Kur’an, artık ölülerin başında kolay can versinler diye okunuyor,” diyor bilge kral İzzetbegoviç.
Vahyin terk edilmesiyle birlikte dinde olmayan pek çok hurafe ve uygulama dinselleştirilerek, düşünüp sorgulamanın önü kesildi ve özellikle uydurulan rivayetler sebebiyle fıkhi ve mezhepsel tartışmalar, dinin özünün önüne geçti.
Bunun yanı sıra, vahyin apaçık ilkeleri görmezden gelinerek iktidar ve dünya hırsıyla savaş ve kargaşalara sebep olunması da her anlamda gerilemenin temel sebepleri olarak tarihe not düştü.
Müslümanlar nitelikli kaliteli insan olmayı bırakıp, nicelikli, sayısal insan olmaya yöneldi. İslam’ın birçok değerini, teferruat deyip çiğnediler. Sayısal olarak her gün biraz daha arttık, ama nitelikli iyi insanlar, iyi atlara binip gitti. Ya da nitelikli insanlar, artık toplumda itibar görmüyor.
Bilim üretecek üniversitelerimizde çok eleman var ama iş üretim noktasına gelince dünya çapında bilim ödülü alan kaç kişi var? Bir Aziz Sancar çıktı yıllar sonra. İslam dünyasından da bir Pakistan, bir de Mısır’dan çıktı. Fizik ve Kimya dallarından… Eğitimin kalitesi hiç sorgulanmıyor. Şu kadar çok üniversitemiz var, öğrencimiz, öğretim üyemiz var diyoruz, ama esas yoğunlaşacağımız eğitimin niteliğine bir türlü odaklanamıyoruz.
Eğitimde yıllardır din ve bilimi çekiştiriyoruz. Kur’an’ın kendisi bilim değil mi?
Soru: İyi insan olmadan iyi Müslüman olunur mu? Elbette olunamaz. Ahlaksız kişi, asla Müslüman olamaz. İbadetlerimizi Allah’a sunacağız ama insanlar bizden davranışlarımızla insan olmamızı bekliyor.
Kur’an’ı okumayan, okusa da anlamayan biz Müslümanlar, tüm bu anlatılanlardan sonra, artık kendisine İzzetbegoviç’in, şu meşhur sorusunu sorması gerekmiyor mu?
“ İyi güzel de, Müslüman olarak biz İslam’ın neresindeyiz?”
Hayırlı Cumalar…
ŞEMSETTİN ÖZKAN 22.11.2019
Sahi sizde sordunuz mu böyle ” ben İslam’ın neresindeyim?”
Şemseddin hocam kaleminize yüreğinize sağlık. Çok haklı bir soru ve güzel bir hatırlatma. Aslında hergün yatmadan önce yastığa baş koyduğumuzda ,”Bugün Allah için ne yaptım” sorusunu kendimize sorsak İslam’ın nersindeyim? Sorusunu da sormuş oluruz diye düşünüyorum. Selâm ve dua ile…
Süper bir soru. Aslında gerçek cevabı biliyoruz ama fazla bir şey de yap(a) mıyoruz. Allah ım gafletten uyanmayı nasib etsin inşallah