İSTEDİĞİN GİBİ DEĞİL GENÇLİK, YETİŞTİRDİĞİN GİBİ

( Toplumsal İlişkiler 15 )


اِذْ اَوَى الْفِتْيَةُ اِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَٓا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَداً
 O gençler mağaraya sığınmışlar ve “Rabbimiz! Bize katından rahmet gönder ve bize içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış yolu göster!” demişlerdi.” (Kehf/10)

Sağ olsun, kendisine teşekkür ediyorum, Sinop Üniversitesi Mimarlık Mühendislik Fakültesi Enerji Sistemleri Mühendisliğinden değerli hocam Doç. Dr. Mustafa Karakaya yine bir mesaj atmış, diyor ki;

        “20 yıl önce İstanbul’da bir üniversiteden mezun oldum. Yıllarca varoş ve köy öğretmenliği yaptım. 4 gündür Ankara’dayım. Babam yoğun bakımda… Ziyaretçi kabul etmiyorlar. Ankara Bilkent’te plaza AVM lerde vakit geçiriyorum. 2000 yılından beri, kısa da olsa ilk metropol yaşantım. İstemeden etrafımdaki “dijital ruhlu cafe gençliği” nin sohbetlerine şahit oldum saatlerce. “Kanki” ile başlayıp dar sözcük dağarcığıyla hep şikâyet cümleleri kuran, modern mekânlarda giyimi şık fakat ruhu kırışık gençler. Hocam nereye gidip durur bu gençlik? Hele bir seslen “suskunduvar.com”a da, yankısını biz de dinleyelim…”

          Sevgili hocam, biz ve gençliğin hazin hikâyesi söz ve bestesini kendi yaptığı Karadenizli şarkıcı Hülya Polat’ın “sen rüzgâr ben de yaprak” şarkısına benzer:

Baktım resimlerine
Yine gözlerim doldu
Kestim selam sabahı
Yarım sana ne oldu

Hasretin kurşun gibi
Kalbimden vurulmuşum
Sen rüzgâr ben de yaprak
Estikçe savrulmuşum

Bu (ah) gönlümün muradı
Gurbet ellerde kaldı
Ben gelemem yanına
Kalkıp gelsen ne vardı

          Bakıyoruz gençliğin haline gözlerimiz doluyor, tıpkı şarkıdaki gibi… Gençliği tehlikeli kasırgalara terk ediyoruz, kesiyoruz selamı sabahı, ondan sonra da yârim (gençlik) sana ne oldi? Diyoruz. Özlemle Fatih’in İstanbul’u fethettiği gençliğini, Çanakkale’de 12-13 yaşlarında ecdadımızın yaptıkları vatan savunmasındaki gençliğini arıyoruz. Ya da kendi dönemimizde yokluk ve acılar içinde çilelerle yoğrulan gençliğimizi… Biz, (anne, baba, öğretmen, müfredat vb. diğer etkenler) rüzgâr, gençlik yaprak onları savurup duruyoruz.

           Gençlik, tırnak içinde insanın hayatında en önemli evredir. Gençliğin çok önemli olduğunu herkes teslim ediyor, ama gereken ehemmiyeti ne gencin kendisi, ne ailesi, ne eğitim sistemi, ne toplum, ne okullar, ne de üniversiteler gösteriyor? Gerçekten vahim bir durumla karşı karşıyayız.

           Böyle olunca da gençliğin sorunları her geçen gün katlanarak büyüyor, büyüyor. Beni ta derinden yaralayan olay, İzmir Ödemiş’te Kaymaklı Çok Programlı Lise öğrencisinin okul müdürü Ayhan Kökmen’i katletmesiydi. Olayı soruşturmakla görevlendirilen maarif müfettişi Doğan Ceylan ,  “duygusuz bir nesil geliyor” diye bir yazı yazıyor, bu yazı anne, baba, öğretmenler ve konunun uzmanları için önem arz ediyor:    

          “Hayatın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor. Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar. Yanı başımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor. Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor. Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek… Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar.

          Kendileri için yapılan fedakârlıkların hiç farkında değiller. Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar. Herkesi kendine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar.

İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı. Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.

Geçmiş onları pek ilgilendirmiyor, atalarımıza karşı vefasızlar. Dedelerinin canları, kanları pahasına vermediği vatan toprağını en iyi fiyatı verene satacak kadar maneviyattan yoksunlar. Vatan, onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz. Milletimizin geleceği açısından endişeleniyorum. 20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana-baba olacak?

Kendine hayrı olmayan bu nesil nasıl çocuk yetiştirecek? Evlerini nasıl idare edebilecek? Ülkeyi nasıl yönetecek? Vatanı nasıl savunup can verecek? Bütün bunlar neden oluyor izah edeyim.

Altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz artık. Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi. Çocuklar hayattan bihaber. Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz. Öyle ki yemek yemeyi bile işkence görür hale geliyorlar. Susuzluk nedir hiç bilmiyorlar. Hiç susuz kalmamışlar. Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz. Çocuk daha “susadım” demeden ağzına suyu dayıyoruz. Çocuklar hiç üşümüyorlar. Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkarıyoruz dışarı, hiç titremiyorlar. Çocuklar hiç ıslanmıyorlar, evden arabaya kadar bile üç metrelik mesafede şemsiyesini başına tutuyoruz. Saçına bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz. Bu yüzden çocuklar ıslanmak nedir bilmiyorlar. Yorgunluk nedir bilmiyor çocuklar. İki adımlık mesafelere bile arabayla götürüyoruz onları yorulmasınlar diye. Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz. Onlar takatleri tükenecek kadar hiç yorulmuyorlar. Yokluk nedir bilmiyorlar, daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz. Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar. 

Onlar bir yanığın veya bıçak kesiğinin acısını bilmiyorlar. Elleri yanmasın, kesilmesin sakın diye onlara ne bıçak tutturuyor ne ocak yaktırıyoruz. Çocuklar hissetmiyor yaşamı, açlığı bilmediği için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor. Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar. Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyor, savaşları, kurşunlanan, ölen insanları umursamıyorlar. Acımıyorlar…

Kıymetini bilmiyorlar ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzurun, ana babanın… Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek güzel ülkemize. Bu sorunu Devlet derinden hissetmeli. Bu sorunun çözümü için ciddi çalıştaylar düzenlenmeli. Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli. Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri artırılmalı. Geç kalınmadan bu sorun mutlaka çözülmeli. Bu sorun çözülmezse ülke çözülecek…

             Herhalde takdir edersiniz ki bu gençlik birdenbire gökten zembille inmedi. Zamanla şartlara göre, herkesi zorla mecburi eğitime tabi tutmakla başladı bu sancılı süreç. İnsanların refah düzeyleri yükselmeye başlayınca anne ve babalar kendi yaşadıkları sıkıntıları çocukları yaşamasın diye han dedikleri yere kervansaray kurdular. Bir zamanlar bu gençliği dershanelere mahkûm edip test manyağı yaptılar. Sonra da bu gençliği “test sınavım var” deyip eve gelen misafire bile bir “hoş geldin” demeyince, eleştiri yağmuruna tuttular. Bu gençliğe her zaman söylüyorum, mecburi eğitim değil, mecburi çalışma verilmelidir. Bu gençliğin ölümü kendi eliyle gençliğinden olmamalıdır. Sekiz yıllık mecburi eğitim çıkınca yatılı ilköğretim bölge okulları (YİBO) ile doğu ve güneydoğu illerimizde masum ortaokul çocukları gençlerimizi, terör örgütlerinin ağlarına düşmesine neden oldular. Dindar doğu, Güneydoğulu anne ve babalarımızın masum çocuklarını o dönem İmam Hatiplere gitmesin diye yapıldı bu sekiz yıl mecburi eğitimler. Çünkü halk malum terör örgütünü sevmiyordu. Bu çocuklar bir esnafın yanında pişsin, hayatın zorluklarını görsün, para kazanmanın tadına varsın diye de eskisi gibi artık çalışmıyorlardı. İlkokulu bitirir bitirmez sanayiye gitmesi gereken birçok genç sıralarda çürümeye küflenmeye terkediliyor, aynı zamanda okumaya meyilli öğrencinin de azmini kırıyorduk böylece. Kısacası kaliteyi bir kenara bırakmıştık. Nitelik değil nicelikle uğraşıyorduk. Önümüze gelen öğrencilerin çoğu kinestetik dokunarak öğrenmeye meyilliydi. Ancak herkesi sözel dil zekâsına göre dizayn ediyorduk. Bu arada teknolojinin fayda ve zararlarını iyice etüt etmeden beşikteki çocuğa varıncaya kadar eline verdik. Çocuk onunla oynadıkça zekâsının fışkırdığını zannettik. Bu hastalığımız hala devam ediyor. Bu arada kafası çalışan çocuklarımızı da Pensilvanya’da oturan malum zatın dershanelerinde kulları köleleri yaptık. Kitapların içeriğini boşalttık. Okuma temayülü olanı da olmayanı da dershane eleğinden geçirerek okul sıralarına doldurduk. Onlara hep altında son model bir araba, lüks bir ev hayalleri kurdurduk. İnsani, milli ve manevi değerlerin maddi gelişmeden çok daha önemli olduğunu vermedik, veremedik değerli dostlarım veremedik. Sadece ‘biz sizin zamanınızda şöyle yapardık, böyle yapardık’ cümleleri kurduk durduk. Erdemliliğe yol vermeyen eğitimin boş bir aldatmacadan başka bir şey olmadığını söylemedik. İslam kültürüyle yoğrulmuş bu milletin dokusu dışarıdan ithal edilen kültürlerin istilasına uğradı. Doku uyuşmazlığı vardı olmadı ve olmayacaktır da. “Batı medeniyeti arızalıdır” diyen, ünlü düşünür Roger Garaudy,  l’Islam habite notre avenir (Paris 1981) “Geleceğimizde İslam Var” adlı eserinin 225. sayfasında Batının içyüzünü şöyle ortaya koyar:

“İki batı mı vardır: Biri, kendisiyle savaşmak zorunda olduğumuz emperyalist Batı, diğeri sevmeye çalıştığımız insancıl Batı?
İyi de, bu Batının kültürü, onun iktisadî ve siyasî talanlarının ya aklanması, ya da bahanesi ise?”

Tertemiz Müslüman Türk gençliğine sömürgeci Batının talanlarının şırınga edilmesinden başka bir şey değildi, yıllarca verilen batı tarzı eğitim modelleri. Ortaya da elbette böyle bir sonuç çıkacaktı. Ne yapılmalı? Öncelikle;  

67 yıldır Fulbright eğitim komisyonu adıyla bilinen Türkiye-ABD kültürel mübadele komisyonunda Milli Eğitimimizi başkan olarak Amerika’ya havale eden bu antlaşmalar bir an evvel bitirilip, şu çok sözü edilen, ama somut ifadeleri olmayan 2023 Eğitim vizyonundaki “akıl-kalp birlikteliği”  daha net, somut ve doyurucu bir şekilde, eğitim modelimizde, ivedilikle yerini almalıdır. İlim ve din bilhassa fen, biyoloji, felsefe, sosyoloji, psikoloji, hayat bilgisi, sosyal bilgiler vb. derslerde çekiştirilmemelidir. Şayet Yunus Emre, Mevlana gibi kişilikli insanlar yetiştireceksek bunu mutlaka yapmak zorundayız.

         Gençlik, bebeklikten yetişkinliğe kadar olan dönemi anlatmak için kullanılan terim. Bu terimin fizyolojik, demografik, sosyolojik durumu yansıtmada bir alt kültür olarak kullanılmasında ergenlik, teenager (genç), grup etkileşimi üzerinde durulur.   

           Gençlik demek aslında, toplumun ayakta kalması demektir. Bu nedenle gençler geleceğin ihtiyaçlarına göre yetiştirilmelidir.   Genç deyince aklımıza; idealist, mili ve manevi değerlerine bağlı, hayatın bazı zorluklarına karşı dayanıklı, geçmişi anlamış, geleceğe yatırımlar yapan, üreten, çalışan, delikanlı, akıllı, yeniliğe açık, zamanını iyi değerlendiren, asla asilik yapmayan, çağı yakalamış, ancak gelenek ve göreneklerini unutmamış, kültürlü ve kültürün baş öğesi dinini, hele hele İslam gibi yüce bir dine mensup ise, daha bir önemle öğrenmiş,  davranışlarına da yansıtmış biri gelmelidir.      

             Kur’an’da Doğu Roma imparatorluğu döneminde genç yaşlarda pağan (putperest) topluma boyun eğmeyen yiğitler anlatılır: “O gençler mağaraya sığınmışlar ve “Rabbimiz! Bize katından rahmet gönder ve bize içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış yolu göster!” demişlerdi.” (Kehf/10)

             Hz. İbrahim’in genç yaşında putperest babası ve halkıyla mücadelesi ve onun oğlu İsmail’in 13 yaşında Allah’ın emrine boyun eğmesi, Yusuf Peygamberin gençlere ve tüm insanlığa örnek namus abidesi davranışları, Hz. Musa, Hz. Yuşa, Hz. Yahya gibi gençlerin nasıl gençler oldukları anlatılır. Kâinatın efendisi sevgili Peygamberimizin gençliği bize ahlakıyla en değerli mirastır. İslam’ı anlatırken etrafındakilerin çoğu gençlerdi. Nitekim ilk Müslümanlardan birkaçı 50 yaş civarı, birkaç kişi 35 yaşın üzerinde, geri kalan çoğunluksa 30 yaşın altındaydı.                 

Efendimizin gençlere çok değer verdiğini, onlara önemli vazifeler verdiğini görüyoruz. 18 yaşlarında Müslüman olan Musab b. Umeyr Medine’ye öğretmen olarak görevlendirildi. Mesela Tebük seferinde sancağı genç Zeyd b. Sabit’e Bedir’de 20li yaşlardaki Hz. Ali’ye verdi. Muaz Yemen’e vali tayin edildiğinde daha 26-27 yaşlarında bir gençti. Mekke fethedilince buraya vali olarak 20 yaşındaki Attab b. Esid’i görevlendirdi. İlk Müslümanların arasında genç hanımlarda vardı. Peygamberimizin kızları; Rukiye, Ümmügülsüm, Fatıma, Hz. Ömer’in kız kardeşi Fatıma, Hz. Ebubekir’in kızları Esma ile Ayşe, Nehdiye Hatun ve kızı, hicrette Peygamberimizi ilahilerle karşılayan Neccar oğullarının kızları bunlardan sadece birkaçıdır. 

            Dünyanın en uzun soluklu devletini kuran Osmanlıyı da genç beyinler yönetti desek yalan olmaz. Bunlardan sadece Fatih Sultan Mehmet’i örnek versek kâfidir. Enderun’da yetişenleri de burada tek tek veremeyiz. Jon Dewey’in “Çocuğa göre eğitim ilkesi” Enderun mektebinde çok önceleri vardı. Mimar Sinan burada yetişti.

             Biz ne yapıyoruz gençlerimize bu kadar güvenebiliyor muyuz? Bu kadar görev veriyor muyuz? Onların enerjilerini olumlu yönde kanalize edebiliyor muyuz? İnanın gençlerin bana göre suçu yoktur. Mecburi eğitimle gençleri aslında buldozer gibi eziyoruz. Onları mecburi çalışma ile onlara çalışmanın zevkini tattırmalıyız. Tüm bu hengamede iyi örnekler yok mu? Elbette var. Uluslararası yarışmalarda dereceye giren gençlerimiz var. Ama her genci bu şekilde göremeyişimiz de normaldir. O gençleri mesleki alanda, sanayide değerlendirsek, eminim, ülkemiz uçuşa geçecek. Herkesi zorunlu eğitime alarak, sanayiyi boşaltıp, gencin okuyup okumadığına bakmadan, sıralarda tutmak pek mantıklı gelmiyor bana. Suriyeliler olmasa, sanayide eleman sıkıntısı yaşanacaktı. Zorunlu eğitimle, bir şekilde öğrenci sınıfı geçince, anne ve babalar da sanıyor ki, çocuğu derslerde süper. Sonra üniversite sınavlarında bilmem kaç bin öğrenci “0 çekmiş” diye bu gençlere veryansın ediyoruz. Sonra da suçlu arıyoruz. Günah keçisini de bulunca, her şeyi ona yükleyip, rahatlıyoruz. Bu işin uzmanı olarak sayın bakanımız çalışıyor, didiniyor ama sadece ferdi olarak tek kalması olmaz. Bürokratları, üniversiteler, eğitimin tüm paydaşları çok ama çok çalışmalıdır. Eğitimin yeniden yapılandırılması, niteliğinin artırılması, gelecekte tarihin çöplüğüne karışacak birçok üniversitenin bölümleri kapatılmalıdır. Gençler sadece ders kitapları ile değil, toplumsal ilişkiler, görgü kuralları ile de meşgul olmaya teşvik edilmelidir. Erdemli olmayınca, matematiğin 100 olmasının anlamının da olmayacağı, eğitimin somut diliyle mutlaka bu gençliğe verilmelidir. Din ve bilim arasında tam bir koordinasyon sağlanmalıdır. Ders kitaplarında asla çelişki olmamalıdır. Altını kalın çizgilerle çizerek söylüyorum; Eğitimimiz gerçekten milli olmalıdır. Gençler bizim yaşadığımız döneme göre değil, yaşadıkları çağın gereklerine göre yetiştirilmelidir. Sevgi, saygı, milli olma, insancıllık, bilim, din, (yobaz, ham kaba softa, din anlayışı değil) akıl ve duygu unsurları eğitimin olmazsa olmazları olarak kabul edilmelidir. Bunlar asla çelişmemelidir. Gençlerin daha okul çağlarından (ortaokuldan başlayarak) bir işte çalışıp para kazanarak, hayata hazırlanmalarının önü açılmalıdır. Yetenek ve ilgileri hangi alana yatkınsa, ona göre yetiştirilmelidir. Nurettin Topçu, Fatih hakkında şu notu düşer:                “Fatih, kendi şahsiyetini yoğuran bu fetihleri, Manisa’da geçirdiği on üç yıllık çocukluk ve gençlik devresinde yaptı. Gençlik ateşlerini topladığı bu devirde, engin ovaya hükmeden ta ilk çağların efsaneleriyle yüklü Manisa dağının yamaçlarında kurduğu kartal yuvasında ruhunu fetihlere, zaferlere hazırladı.”

        John Erskin, gençlere söz hakkı verilmesi gerektiğini önerirken hiç de haksız sayılmaz:

“Bir gencin hata yapmasını önlersen onun kararlarını da kendi kendine vermesini önlemiş olursun.”

         Johan Vilhelm Snellman, gençlerin duygularına hitap edemediğimizden sorunların büyüdüğüne vurgu yapar:

“Gençliğin ruhunu işlenmeyen bir tarla gibi kendi haline bırakırsanız orada ısırgan ve dikenler yetişir.”

         Aristoteles ise bana göre bu konuda en çarpıcı cümleyi kurup, son noktayı koyar:

“Gençlerin yetişmesine önem veriniz çünkü bu yolda en küçük ihmal ülkenin yapısını ve geleceğini yok eder.”

Şemsettin ÖZKAN

09.01.2020 KONYA

  KAYNAKLAR

1-cocukegitimi.gen.tr

2- wikipedia

3- islamansiklopedisi.org.tr Garaudy  Roger maddesi

4- kuran.diyanet.gov.tr

5-Peygamberimiz Gençlerle, Bekir Karabıyık, Yunus Emre Sayan (Hüner yay. 2017/Konya)

6- izlesene.com

7- pekguzelsozler.com

8- muhtesemsozler.com

İSTEDİĞİN GİBİ DEĞİL GENÇLİK, YETİŞTİRDİĞİN GİBİ” için 1 yorum

  1. B. FRANKLİN der ki; “gençliği anlamadığımız an dünyadaki işimiz bitmiş demektir.” Sahi gençleri anlıyor muyuz acaba?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.