İNSANIN SÖZÜ KALBİNDEKİNİ HABER VERİR

(Toplumsal İlişkiler 361)


وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُواًّ مُب۪يناً
Kullarıma, (herkese karşı) sözün en güzel olanını konuşmalarını söyle. Çünkü şeytan (katı ve kötü sözlerle) 
aralarını açıp bozmak ister. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (Onun kışkırtmalarına dikkat etmelidir.)” (İsra/53)

Söz ola kese savaşı söz ola kestire başı söz ola ağulu aşı bal ile yağ ide bir söz” derken, bizim Yunus sözün önemini gayet güzel izah etmiştir sanırım. Ağızdan çıkan bir çift kelam öyle kolay kolay yabana atılacak bir şey değildir. Neden?

Çünkü sözün bir gücü vardır. Yaptırım gerektirir. İnsana sorumluluk yükler. Denizde yani kalpte ne varsa kıyıya da o vurur. Kıyıya vuran köpük her ne kadar ağızdan dökülen sözler olsa da, onlar kalbimizin bıraktığı tortulardır.

Hz. Mevlana şöyle der; “insanın sözü kalbindekini haber verir.” Yalan mı? Hayır.

Bu işler başımıza öncelikle düşünce ve fikir şeklinde çöreklenir. Bu düşünceler varsayım gibi dursa da zamanla bizim temel felsefemiz haline gelir.

Temel felsefemizi daha sonraları dillendirmeye başlarız. Dillenenler sözlerimiz olur. Sözlerimizse zamanla davranışa dönüşmeye başlar. Davranışlarımız da hayatımız olur çıkar.

Bu yüzden insan aklından geçirdiklerine bile dikkat etmelidir. Çünkü iyi veya kötü fikir ve düşünceler hayatımız olacağından bizi cennet ya da cehennem yolcusu yapabilir.

Bu hayatın bir garantisi yok. Kalpleri eviren ve çeviren Yüce Allah’ın bizatihi kendisidir.

İnsan dilinin altında gizlidir,” buyurur Hz. Ali efendimiz. Gerçekten de, susan pusan bir insanı biraz konuşturursanız, ağzındaki baklayı çıkarabilir. Ne demek istediğini anlayabilirsiniz.

Burada önemli bir mesele daha var o da gönül dilini bilmek ya da anlamak gerekir. Bir gönül insanı olan Mevlânâ, “Mesnevi”de gönül dilini şöyle tanımlar:

Söz deri gibidir, mana da onun içindeki

Söz beden misali ve manası da bu tatlı candır.”

Mevlânâ, bu beyitinde anlamın kelimenin ruhu olduğunu belirtir. İnsandaki ruhun çıkması gibi kelimenin de manasının kaybolması onun ölümü olacaktır. Dolayısıyla önemli olan konuşma dilindeki kelime değil, gönül dilindeki manasıdır.

Sözden suret doğar, tekrar ölür.

Dalga denize gider gelir.”

Suret, tasavvuf felsefesinde varlığın görünen yanı, beş duyu ile algılanan yönü demektir. Mevlânâ, bu beyitinde sözden doğan suretin yani konuşma dilinin fanî olduğunu belirtir. Bakî olansa gönül dilidir.

Bilhassa gönül dili olursa,
Gönüldaşlık dildaşlıktan iyidir.”

O söz ima ve yazıyla değildir
Ama gönül diline tercüman olur.”

Aynı dili konuşmaktan daha önemlisi aynı hissiyata yani aynı gönül diline sahip olmanın daha önemli olduğu belirtilmiştir. Gönül dili ile konuşma ima ve yazıyla değil algıların dışında bir yolla olmaktadır.

Harfi sesi ve sözü ortadan kaldır ki,
Onlar ayrı olarak mana sana erişsin.”

Harf, ses ve söz, gönül dilimizde var olan manaları karşımızdaki insanlara aktarmada kullandığımız araçlardır. Eğer gönül dilini okuyabilecek yetenekte olabilseydik harfe, sese ve söze ihtiyacımız kalmaz doğrudan manaya erişebilirdik.

İbret sahipleri ondan sırlar duymakta
Gafiller ise sadece sesler işitmektedir.”

Sırların arslanı ve beyi olana
Gönüllerdeki şey akseder.”

Sırlara vakıf olan kişilerin, yani tasavvufta yüksek mertebede olan Allah dostlarının kalp gözleri açık olur ve onlar konuşma dilinden ziyade gönül dilini duyarlar.

Kâmilin önünde kalbindekine dikkat et.
Gafil olma, gönüle nazar eder.”

Gerçi o eşeğin suçunu söylemezse de bilir.
Yüzüne bakar onu büyüler.”

Mevlânâ, âlim kimselerin önünde insanın gönlünden geçenlere dikkat etmesi gerektiğini öğütlüyor. Çünkü, o kimseler insanların gönüllerinden geçenleri okuyabilirler.

Sözsüz övgünün olduğu o makamı,

Ey Rabbim sen bu cana göster.”

Yukarıdaki birkaç örnek beyitte de görüldüğü gibi, kişiler arası iletişimin gerçek zemini gönül dilidir. Mevlânâ, bu seçkin beyitlerinde iletişimin bizcesini, Türk milletine özgü, Şark kültürüne ait tarzını özetlemiştir.

Mevlânâ, bir başka özlü sözünde;

Ya olduğun gibi görün,
Ya göründüğün gibi ol!”

diyerek iletişimin gerçek sırrının doğallık olduğunu da izhar etmiştir. İdeal insanın; herkesin elinden, belinden, dilinden emin olduğu, güvenilir kimse olduğunu da ifade etmiştir. O hâlde, insanlarla kurduğumuz ilişkilerde içimizle dışımızın bir olması gerekir. Yüzümüz maskesiz, sözümüz lekesiz olmalı! Olduğumuz gibi görünmemek başımıza büyük işler de açabilir. Çünkü; gerçekler, er geç bir gün mutlaka ortaya çıkar. İçi dışı bir olmak, bir meziyet değil; bir mecburiyet tir.

Sonuç olarak gerek Mevlânâ Hazretleri’nin hayatına gerekse Mesnevi’deki sözlere bakıldığında, Gönüller Sultanı olarak adlandırılan Mevlânâ’nın, “konuşma dili”yerine “lisan-ı hâli” ve kalbin dili olan “gönül dili”ni tercih ettiği görülür. Nitekim sema ayinlerinde onca süre hiçbir Dünya kelamının edilmemesine rağmen gönülleri coşturması da bunun en önemli delillerindendir. Mevlânâ’ya zamanın gerisinden zaman ötesine taşıyan ve milyonlarca insanın gönlüne yerleştiren sırrı, belki de bu kelamsız “gönül dili”nde aramak gerekebilir!

* Prof. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi (eyaman62@yahoo.com)

Şemsettin ÖZKAN

30.05.2021 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-yenisafak.com (18.12..2011 tarihli Mevlana’nın Gönül Dili adlı yazıdan alıntı)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.