İNSAN BİR ECELİNİ BİLMEZMİŞ BİR DE KADERİNİ BİLİNEN TEK ŞEY VAR O DA “SEVGİ” ONUN DA “KIYMETİ” BİLİNMEZMİŞ

(Toplumsal İlişkiler 462)


وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَاباً مُؤَجَّلاًؕ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِهٖ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِهٖ مِنْهَاؕ وَسَنَجْزِي الشَّاكِرٖينَ
Allah’ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim dünyanın sevabını ve çıkarını ister (menfaati maneviyata tercih eder) se ona ondan veririz; (ama cennetimizden mahrum ederiz,) kim de ahiret sevabını (ve ebedi hayatını) ister (Allah’ın rızasını ve İslam davasını önemseyip önceler) se, ona da ondan veririz. Biz (ahireti tercih edenlere, şirkten ve şikâyetten sakınıp) şükredenlere karşılığını ileride vereceğiz.” (Al-i imran/145)

Sözlerinin kime ait olduğunu bilmediğim bir cümle şöyledir: “İnsan bir ecelini bilmezmiş, bir de kaderini. Bilinen tek şey var o da “sevgi.” Onun da kıymeti bilinmezmiş.”

Ecel, yüce dinimize göre insanın mukadder olan ömrünün son bulmasına denir. Ecel geldiği zaman, ne bir dakika ileri gider ne de bir dakika geri kalır. İslam inancında insan her ne sebeple ölürse ölsün, eceli ile ölmüş olur. Ecelin ne zaman geleceğini Allah bilir.

Kader ise bütün olayların önceden ve değişmeyecek biçimde düzenlediğine inanılan ezeli takdire denir. Alın yazısı, yazgı veya mukadderat olarak da anılır. Kader kavramı birçok farklı din ve felsefi akımda da önemli bir yer tutar.

İnsanın eceli, kaderinde belirtilen ve kayıt altına alınan bir mutlaklık içermektedir. Yukarıda geçen Al-i imran suresi 145. ayette buna vurgu yapılmaktadır. Buna göre kader, yapıp etmelerimizden bağımsız olarak işleyen ezelî bir yazgıdır. İnsanın kaderi, onun iradeli veya iradesiz bir şekilde varlık bulan yapıp etmelerine göre değişmez.

İnsan için belirlenen süre dolunca hayat sona erer, ölüm gerçekleşir, bundan kaçıp kurtulmak mümkün değildir. Bu husus, “De ki, “Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir” (Ahzâb, 16), “(Ey Peygamberim!) De ki, “Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır.” (Cuma, 8) anlamındaki ayetlerde açıkça bildirilmiştir. Dolayısıyla insan hangi sebeple ölürse ölsün eceli ile ölmüştür. Dünyadaki yaşama süresini doldurmadan kimse ölmez, ölmesi mukadder olanın da önüne geçilmez. “Savaşa gitmeseydi”, “yola çıkmasaydı”, “şöyle veya böyle yapmasaydı ölmezdi” demek Kur’an verileri ile bağdaşmaz. Yüce Allah bu hususta müminlere şöyle seslenmektedir: “Ey iman edenler! Kardeşleri sefere veya savaşa çıktığında onlar hakkında: “Onlar bizim yanımızda olsalardı ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi” diyen inkârcılar gibi olmayın. Allah bu düşünceyi onların kalplerine bir hasret olarak koydu. Allah yaşatır ve öldürür. Allah, yaptıklarınızı görmektedir.” (Âl-i İmran, 156) “Onlar, kendileri oturup kaldıkları halde kardeşleri için, “Eğer bize uysalardı öldürülmezlerdi” diyen kimselerdir. De ki, “Eğer doğru söyleyenler iseniz kendinizden ölümü savın.” (Âl-i İmran, 168), Müslümanlar Uhut savaşında 70 şehit vermişler ve bu duruma çok üzülmüşlerdi. Bir kısım insanlar ileri geri konuşmuşlardı. Yüce Allah bu hususu bize şöyle bildirmektedir: “…Bir kısmınız kendi canlarının kaygısına düşmüştü. Allah’a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; “Bu işte bizim hiçbir dahlimiz yok” diyorlardı. De ki, “Bütün iş, Allah’ındır.” Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar ve diyorlar ki, “Bu konuda bizim elimizde bir şey olsaydı burada öldürülmezdik.” De ki, “Evlerinizde dahi olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka öldürülecekleri yerlere çıkıp gideceklerdi…” (Âl-i İmran, 154) Ayette açıkça savaşa gitmese bile ölüm takdir edilenlerin, evlerinde, hatta yataklarında bile olsa ölümün kendilerini gelip bulacağı beyan edilmektedir. Ölümden kaçmak, saklanmak ve kurtulmak mümkün değildir. Rabbimizin beyanı ile “Nerede olursanız olun, isterse sağlam ve muhkem kaleler içinde bulunun yine ölüm gelip sizi bulacaktır.” (Nisa, 78)

Ayetleri yanlış anlamamalıyız. Nasıl olsa öleceğiz, ne yaparsak yapalım ölüm bizi gelip bulur diyerek tedbiri elden bırakmak, canımızı korumayı ihmal etmek doğru değildir. Evet, ölüm bizim için takdir edilmiştir, süresi bellidir. Ama biz bu süreyi bilmemekteyiz. Bize düşen tedbirli olmak, canımızı tehlikelerden korumaktır. Sağlıklı yaşamak için elimizden geleni yapmalı, hastalık ve tehlikelerden kendini korumalı, tedavi olmalıyız, bir insan olarak bu bizim görevimizdir.

Ancak kesin olarak inanmalıyız ki ölüm bir gerçektir, bir gün gelip bizi bulacaktır. Hayatımıza sevgiyi hakim kılmalıyız. Üç günlük dünya için birbirimizi kırmaya değmez. Asıl kıymetini bir türlü bilemediğimiz sevginin ehemmiyetini ve değerini kavramalıyız.

Şemsettin ÖZKAN

20.09.2021 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-dergi.diyanet.gov.tr (Doç.Dr. Ismail Karagöz, “Ölüm İlahi Bir Takdir midir?” yazısından alıntı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir