(Toplumsal İlişkiler 227)
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ
“Onlar, Rab’lerine yürekten iman eden ve Allah’ın öğüt ve uyarılarla dolu Zikri ve en büyük mûcizesi olan Kur’an sayesinde akılları ve kalpleri doyuma ulaşan, huzura kavuşan kimselerdir. Onlar, Kur’an’dan daha açık, daha ikna edici bir mûcize olamayacağını bilen ve kalpleri ancak onunla tatmin bulup sükûnete kavuşan kimselerdir. Şunu iyi bilin ki, kalpler ancak Allah’ın Zikri ve en büyük mûcizesi olan bu Kur’an sayesinde şüphelerden arınır; inkâr ve nifak hastalılarından, ruhsal çalkantılardan kurtulur ve gerçek anlamda mutluluk ve huzura kavuşabilir! Allah’ı zikreden, O’nu duyumsayan gönüller, varlık âleminde yalnız olmadıklarını bilir, dâimâ O’nun yakınında ve himayesinde, güvence içinde olduklarını hissederler. Allah’ın zikriyle, O’nun gönderdiği Kur’an mûcizesiyle doyuma ulaşmayan kalplerin, başka bir şeyle huzur ve itmînân bulmasına imkân yoktur!” (Rad/28)
Cahit
Zarifoğlu “içim ey içim, bu yolculuk nereye? Yine bir şehrin
ölümünü başlatır gibisin,” derken insanın en esaslı
seyahatinin içine yapacağı yolculuk olduğunu anlatırdı.
Gerçekten de öyle değil midir en kapsamlı yapılacak eylemin
insanın içine doğru yapacağı seferdir. Şems-i
Tebrizi’nin aşkın kırk kuralından onuncusu
şudur;
“Ne
yöne gidersen git, -doğu, batı, kuzey ya da güney- çıktığın
her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi
içine
yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.”
–
Ondokuzuncu Kural:
“Başkalarından
saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine
borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin
sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya
sana diken yolladı mı, sevin.Yakında gül yollayacak demektir.”
İçsel yolculuk aslında insanın kendini keşfidir. Bu yolda önümüze çıkan engellermiş gibi gözükenler bizim gelişip tekamül etmemiz için Yaratıcımız tarafından tasarlanmıştır.
Burada yüksek benliğimizi kavramak, farkındalığımızın farkına varmak önemlidir. Evrenle aynı titreşimde aynı frekansta buluşabilmektir bu içsel yolculuk.
Dışarıda görüp eleştirdiğimiz herşey aslında içimizde bizde olandır. Buna aynalama deniyor. Saçımızın dağınık olduğunu aynada gördüğümüzde aynadaki yansımamızı düzeltiriz yoksa elimizi başımıza götürüp saçımızı mı? Elbette kendi saçımızı düzeltiriz. Bu yüzden olsa gerek Cahit Zarifoğlu, içine yaptığı yolculukla koca koca kibir abideleri şehirlerin sonunu getireceğinin altını çiziyor ve kalabalıklardan içine dönüyor.
Mevlana’ya göre ayna insanın kalbidir. İnsan dışarda ne görmüşse neyi eleştiriyorsa insanın içinde yani kalbinde de o vardır. Aşkabâd (Aşk Sanatı) romanımda roman kahramanım Ahmet Hamdi de bu konunun içinde kendine yer bulur:
Böyle derin düşüncelere dalmışken, birden karşısına bembeyaz sakallı nur yüzlü bir dede peyda oldu. Bir elinde de bir güvercin vardı. Güvercinin yeşil bir gerdanlığı vardı. Kuşcağız meraklı bakışlarla etrafı süzüyordu. Esrarengiz adam caddeden akan insan seline hitaben;
“ Ey insanlar kendimi arıyorum. Gören var mı?” deyince, Ahmet Hamdi’nin kafasında şimşekler çaktı. İlginç bir soru ile karşılaşınca;
-Bir dakika dedem, bu da ne demek şimdi? Dedi.
Esrarengiz adam, heybesini indirdikten sonra, sağ elini Ahmet Hamdi’nin omuzuna koyarak, ağır ağır anlatmaya başladı:
“-Bak evlat! Hoca Nasreddin, bir gün kervana katılıp, tıpkı senin gibi uzun bir yolculuğa çıkmış. Sefer esnasında kaybolmamak için, beline bir kabak bağlamış. Yolda konaklayacakları bir yere gelince, hoca belindeki kabağı çözüp yatağının kenarına koymuş. Muzip bir adam da, sabahleyin erkenden, herkesten önce kalkıp, kabağı aşırıp, kendi beline bağlar.
Nasreddin Hoca, sabahleyin uyanınca kabağı arar, ama bulamaz. Bir süre sonra, kabağı başkasının belinde görür. Son derece şaşırarak, yanındaki arkadaşlarına:
-Ben şu adamım! Amma acaba ben kimim?” diye sorar. Nasreddin Hoca, bir insanın ömrü boyunca kendisine sorması gereken en önemli soruyu dile getirmiştir. Hocanın belindeki kabak nefsini ve nefsinin isteklerini simgelemektedir. Hoca beline astığı kabağı başka birinde gördüğü zaman kendi özelliklerini o zatta görmüş, böylece o kişi Hocaya ayna olmuştur. İnsana ayan beyan olan şeytan, köpek, domuz suretindekiler, aslında onun nefsidir. Kimseyi küçük görme evlat! Zina edeni, içki içeni dahi küçük görme. Üstlerinde bir şeyleri yoksa paltonu üstlerine atıver evladım! Atıver evladım! Sarhoşun mezesinden alırken, bu helalle, haramı niye karıştırırsın be gardaşım deyiver evladım! Deyiver evladım! Aşk sanatında birinci incelik, kendini bilmektir. İlim ilim bilmektir. İlim kendini bilmektir. Sen kendini bilmezsin bu nice okumaktır. Dört kitabın manası, kişi Hakkı bilmektir. Çün okudun bilmezsin. Ha bir kuru emektir. Yunus Emre der Hoca. İsterse var bin hacca. Hepisinden iyice, bir gönüle girmektir. ”
Ahmet Hamdi şimdi daha iyi anlıyordu, bu Kuşçu Dedenin anlattıklarından, namazlarda selam verirken veya tabutlarda gördüğü o şeytan, köpek, domuz türünden başların aslında kendi nefsi olduğunu, gördüklerinin kendisine ayna tuttuğunu.
Kuşçu Dede, heybesini omuzuna alıp, şehrin dışındaki dağa doğru yürümeye başladı. Ahmet Hamdi öylece arkasından bakakaldı. Yağmur çoktan dinmiş, bulutların ardından yıldızlar gözükürken, ay dede de, tüm sevimliliğiyle gülümsüyordu.
Şemsettin ÖZKAN
16.01.2021 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-Şemsettin ÖZKAN, AŞKABÂD (Aşk Sanatı) romanından alıntı