(Toplumsal İlişkiler 838)
اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذٖينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهٖ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَكٖينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذٖينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىؕ وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاؕ وَاللّٰهُ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ
“Eğer siz Peygambere verdiğiniz sözleri unutur ve zulme karşı başlattığı mücâdelede ona yardımcı olmaktan kaçınırsanız,
Rabb’i onu yardımsız ve yalnız bırakır mı sanıyorsunuz? Nitekim
Allah, çok daha zor anlarında; kâfirler onu öz yurdundan
çıkmaya zorladıklarında, can dostu Ebu Bekir ile birlikte topu topu iki kişinin ikincisi iken ona yardım etmişti. O zamanlar ne devleti vardı, ne de orduları. Hani onlar, kendilerini öldürmek için peşlerinden gelen Mekkeli kâfirlerin elinden kurtulmak amacıyla, Sevr dağının tepesindeki bir mağarada gizlenmişlerdi. Fakat askerler, izlerini sürerek mağaranın ta önüne kadar gelmişlerdi. Oracıkta öldürülmelerini engelleyecek görünürde hiçbir sebep kalmamıştı. O kadar ki, nefes alsalar duyulacak bir hâlde iken
Peygamber, bu dâvânın artık sona ereceği endişesiyle yüreği kan ağlayan sevgili arkadaşına “Üzülme dostum!” diyordu, “Allah bizimle beraberdir!” Bunun üzerine Allah, ona ve bu vefakâr arkadaşına, kendi katından olağanüstü bir huzur ve güven
duygusu bahşetti ve onu, sizin göremediğiniz meleklerden oluşan mânevî ordularla destekledi ve her ikisini de kurtarıp sağ salim Medîne’ye ulaştırdı. Ardından da, müminlere büyük zaferler kazandırdı. Böylece, hakîkati inkâr edenlerin bâtıl inanç ve iddialarını çürüterek dinlerini alçalttı; çünkü tek yüce din, Allah’ın dinidir! Öyle ya, Allah, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir. İşte Allah, böylesine çaresiz anlarında bile, Elçisini yalnızlığa terk etmedi, şimdi de terk etmeyecek!” (Tevbe/40)
Gün geçmiyor ki gönüllerimiz kederlenmiyor. Bu dünyaya daha annemizin karnından doğarken gözlerimizi açıyoruz. Elem, keder, üzüntü, hüzün, tasalanma her ne derseniz deyin insanoğlunun bu alemde çektiği sıkıntıların nişanesi olmuş oluyor görünüşümüze yansıyan. Bir de sinelerin sakladığı gönüllere düşenler var. Haydar Kutluer’in bestelediği bir türküde Karacaoğlan şöyle seslenir:
Bizim pencereler yele karşıdır
Muhabbet dediğin karşı karşıdır
Girebilsen bu sinemde neler var
Gülüp oynadığım ele karşıdır
Sabahın seheri günden ileri
Ben kimi sevmişim senden ileri
Ziyaret olmuşsun kurban istersin
Kurban bulamadım candan ileri
Şems-i Tebrizi’ye atfen söylenen; “ gamzelendi gönül yine devası ah’tır, gönlü mahzun olanın dostu Allah’tır” sözü, bir yol yordam bilmeyen bir düşüncesizin uydurduğu bir zırvalama olarak görüyorum. Zira ‘gam’ başka, ‘gamze’ başka sevgili dostlar. Gam; üzüntü, keder, tasadır. Gamz kökü ise birinin arkasından kaş göz hareketi yapıp plan çevirmek, yapana da gammaz deniyor. Gamze deyince aklıma bir başka ifadeyle, yanağın hafif çukurlaşması geliyor. Gamzelenmek diye bir şey yok. Ama gamlanmak, hüzünlenmek var. Bu yüzden başlığı sosyal medyada dolaşan “gamzelendi gönül yine,” diye değil de “gamlandı gönül yine,” diye değiştirdim.
Yukarıda söz konusu ayeti, Hz. Ebubekir (r.a) efendimiz mağarada gamlanması, “eyvah, şimdi bizi yakalayacaklar” diye ah etmesi, sevgili Peygamberimizin de gönülleri mahzun olanların dostu yüce Mevla’dır” diye arkadaşını teselli etmesi, daha da önemlisi yüce Allah’ın onları o mağarada düşmana karşı gizli ordularıyla destekleyip kalplerine huzur ve sükunet vermesi noktasında bir daha etüd etmekte fayda var.
Şemsettin ÖZKAN
11.10.2022 GÜZELYALI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com