(Toplumsal İlişkiler 48)
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ
“Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüş (paraya), salma güzel atlara (lüks arabalara, yatlara), hayvanlara ve ekinlere (bahçelere, bağlara) duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici’ kılındı. (Oysa) Bunlar, dünya hayatının metâıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katındadır.” (Al-i imran/14)
Rahmetli Neşet Ertaş’ın bir türküsü vardır ki, bu geçici dünyanın süslerine aldanılmamasını, boş yere bu dünyanın geçici ve aldatıcılığına kanılmamasını hüzünlü bir tınıyla dile getirir:
Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın,
Bende gülemedim yalan dünyada
Sen beni gönlümce mutlu mu sandın
Ömrümü boş yere çalan dünyada.
Ah yalan dünyada, yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada
Sen ağladın canım ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım, boş yere kandım
İrengi gözümde solan dünyada
Bilirim sevdiğim kusurun yoğdu
Sana karşı benim hayalim çoğdu
Felek bulut oldu üstüme yağdı
Yaşları gözüme dolan dünyada
Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım eyvah muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada…
Hz. Mevlana der ki; “Oltadaki yem balığın canını almak içindir. O yemi iyilik sananlar helak oldu.” Hz. Mevlana eşyanın fitneciliğinden ve dünyanın aldatıcılığından ancak Allah’a sığınarak, O’nun elçisinin rehberliğinde mümkün olabileceğini anlatır hep bize.
Eşyanın paradoksal görünümünden kaynaklanan hileden korunabilmek için Allah’a sığınmanın gerekliliğine ilişkin Mevlânâ’nın rehberliğinin, Peygamberimizin (s.a.v.) “Ya Rabbi! Eşyayı bana olduğu gibi göster” ve “Allah’ım! Bana Hakk’ı hak olarak göster ve ona uymayı nasip et; bâtılı da bâtıl olarak göster ve ondan kaçınmayı nasip et” hadislerinden mülhem olduğu söylenebilir. Önemine binaen bu husus, daha sonraki Mevlevî erkânına da yansımıştır. Mevlevîler, namazlardan sonra şükür secdesine kapanarak; “Ya Rabbi! Bizi oyalayan şeylerden halâs et ve her şeyin hakikatini bize olduğu gibi göster” şeklinde Allah’a yalvarmaktadırlar.
Hz Mevlana suretlerin eşyanın arkasında manaları gizlediğini söyler. Hakikatleri anlamada suretlerin perdeleme yaptığını ve eşyanın (şeyler=her şey) olduğu gibi görünmediğine işaret eder. Mesnevi’de geçen fil hikâyesi eşyanın bu paradoks görünümüne örnektir. Hintliler karanlık bir ahıra bir fil koyup o güne kadar hiç fil görmeyen insanlara onu göstermek istediler. Fili tanımak için o yere birçok insan toplandı. Fakat filin bulunduğu yer o kadar karanlıktı ki hiçbir şey görünmüyordu. Onun için insanlar file elleriyle dokunmaya, ellerini filin orasına burasına sürmeye başladılar.
Bunlardan birisi filin hortumunu tutmuştu; dışarıya çıkınca sorduklarında…”Fil kalın bir su hortumuna benzer, bir hortumdur” dedi.
Başka biri filin kulağına dokunmuştu, o da: “Fil bir yelpazeye benziyor” dedi.
Bir başkası filin bacağına dokunmuştu: “Fil bir direğe benziyor” dedi.
Filin gövdesine dokunan ise: “Fil bir kayaya, büyük bir kütleye benziyor” dedi.
Böylece herkes filin neresine dokunduysa fili öyle ve ona göre anlattı. Her birinin anlattığı başka başkaydı. Fakat ellerinde bir ışık olsaydı, ayrılık kalmaz herkes aynı şeyi görür, aynı şeyi anlatırdı. (Mesnevî, C. III, beyit: 1259 vd. )
Hz. Mevlânâ ilâve eder:
“Duygu gözü ancak avuca, ancak köpüğe benzer. Avuç bütün fili birden elleyemez ki.
Denizi gören göz başka, köpüğü gören göz başka… Köpüğü bırak da denizin gözüyle bak sen!”
Hikâye, insanların sıkça düştüğü bir hatayı izah için biçilmiş kaftandır. O hata; eksik, yetersiz ve parça bilgi ile meselenin bütünü hakkında hüküm verme kolaycılığına düşmektir. Dini, sosyal ve siyasi hemen hemen her alanda, bu yanlış tavrın örneklerine çokça rastlarız. Olaylara sâdece kendi dar penceresinden bakarak değerlendirmelerde bulunmak, hele bunun herkes tarafından kabul edilmesi gereken tek doğru görüş olduğunu savunmak yanlıştır. Böyleleri, fili sâdece kulağı veya hortumuyla tarif etmeye çalışan zavallı kimselerin durumuna düşerler.
Buradan çıkacak sonuçlardan biri şudur: Bir konuda doğru hüküm verebilmek için, onun bütününü kavramaya çalışmalıyız. Mesela bir insan sadece elden ayaktan, gövdeden ibaret değildir. Onun bir de manevî yönü, yâni bir bedeni bir de ruhu vardır. Sadece bedene veya sâdece ruha bakarsak, insanı eksik tanımlamış oluruz. Zaten dini konularda da bu eksik ve parçacı bakışın zararları daha belirgin olarak görülür.
Hz. Mevlâna hikâyenin sonunda bir deniz ve köpük misali verir: “Denizi gören göz başka, köpüğü gören göz başka” der. Tasavvuf düşüncesinde bu sembol çok kullanılır. Allah’ın zatına oranla kâinat, denize oranla da dalga ve köpük mesabesindedir. Asıl olan denizdir. Dalga ve köpük O’nun bir tezahür ve tecellisidir. Deniz kabarıp coştuğu zaman dalgaların ve köpüklerin önünde durulmaz. Ama onlar bağımsız bir varlığa sâhip değildir, sâdece denizin bir görüntüsünden ibarettirler.
Deniz olmasa dalga ve köpük diye bir şey asla olamaz. Onun için asıla, denize bakmalı ve ona itibar etmelidir. Eşyaya, kâinata, bin bir çeşit hadiselere bakarken onlara takılıp kalmamalıdır. Onlar bizi fazla oyalamamalı, asıl sahibi, gerçek varlığı görmeliyiz.
Yukarıda geçen ayette bu dünya fitnesinde insanın gerçek mana âleminin önündeki engellerin; güzelliğiyle büyüleyen kadınlar, güçlü kuvvetli oğullar, gönül meyvesi kızlar, yığın yığın altınlar ve gümüşler, soylu endamlı atlar (lüks arabalar, yatlar ve hava araçları), et ve sütünden yararlanılan hayvanlar, bağlar, bahçeler, tarlalar, mal mülk vb suretler olduğu gösterilmiştir. Bu suretlerin ardında, eşyanın görünmeyen yüzünde de gerçeğin mananın ahiret hayatı olduğu vurgulanır.
Şemsettin ÖZKAN
16.05.2020 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-www.sarkisozum.net
4-ilimcephesi.com (Osman Nuri Küçük – Mevlana’ya Göre Manevi Gelişim, insan yay.,syf:259-275)
5-akademik.semazen.net (Prof. Dr. Mehmet Demirci)
Herşey göründüğü gibi değil. Bugün sana hayat veren su, yarın seni boğabilir.
Öyle zannetmiştim deriz ya zaman zaman,teyakkuzda olmak gerek,çünkü aceleciyiz, yanılma ihtimalimiz yüksek.