HALK AŞKSIZSA SOKAKLAR BANKA DÜKKANLARIYLA DOLUDUR

(Toplumsal İlişkiler 349)


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْاَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُونَهَا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ
Ey iman edenler! (Uyanık bulunun) Ahbar ve Ruhbanın (Yahudi hahamları ve Hristiyan papazları gibi her dini dünyalık kazanç kapısı yapan bilgin takımının) birçoğu insanların malını, hakkı olmadan (din istismarı ve sahtekârlıkla) alıp yemekte (kendisine itimat ve itibar eden kimseleri zalim sistemlere uşak haline getirmekte) ve onları Allah yolundan çevirmektedir. Altını ve gümüşü (parayı ve serveti) biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar(a gelince), onlara acı bir azabı müjdele. (Ki bunlardine hizmet perdesi altında servet ve şöhret edinmektedir.)” (Tevbe/34)

Cahit Zarifoğlu; “halk aşksızsa sokaklar banka dükkanlarıyla doludur” derken, kapitalistleşip dünyevileşen dünyamızın aşk gibi manevi (soyut) bir olguyu öldürdüğüne vurgu yapar.

Zarifoğlu, burada aşksızlıktan tam olarak neyi kastetmiş olabilir ki? Cümleyi genelleştirdiğimizde, banka dükkânlarını, kalbin ve izanın olmadığı her yer olarak tercüme etmek kolaylaşacaktır. Bu da işimizi kolaylaştıracaktır.Kafamda yığınla kelime var. Neyi yazmaya çalışsam olmuyor. Kendini yazmak nedir? Bir korkaklık hali midir, bunu henüz bilmiyorum. Çıkmasına kesin gözüyle baktığım sorulardan hiçbiriyle karşılaşmadım bugüne değin. Kendimi “Neden yazıyorsun” sorusuna kilitlemişken, bana yöneltilen ve sonu soru işaretiyle biten bütün cümleler nedense hep “Ne okuyorsun” ya da “Ne yazıyorsun” şeklinde oldu. Bunu anlamıyorum, ama sanırım alışmalıyım. Aslında kimin ne yazdığının hiçbir önemi yok. Bilge bir adamdan, İsmet Özel den öğrendiğim kadarıyla “Önemli olan ne söylediğimiz değil, söylediklerimizle dikkatlerin Kur an-ı Kerim de yoğunlaşmasını sağlamaktır.”Bu amaca hizmet etmeyen her şey, aşksızlığa hizmet etmiş olmaz mı?

Dünyanın genel seyri içerisinde görülen hadiselere parmakla işaret etmek, bu hadiseleri, birileri böyle istiyor diye böyle gösteriliyor, teorisine kuvvet katmaktan başka bir işe yaramaz. Tamamen yalandan oluşan bir oyunun, yalancı birer şahitleri olduğumuzu daha önceleri söylemiştik. Bilindiği üzere, yalan ve yalancılık, düşmanının sırtından beslenir ve reklâmını yapar. Peki, bütün bunlar doğru mu? İnsanoğlunun kesinliğine inandığı mutlak bir doğrusu var mı? Kutsal olan her şey, insana cevap verdiği ya da insanın cevap verebildiği ölçüye indirilmeye çalışılıyor. Her insan ayrı bir âlem, her insanın kafasında, başka bir tanrı, başka bir dünya ve başka bir ülke oluşturuluyor.Her yanımızı var gücüyle kemiren bir dünyada nerede yaşanılabilirse, orada yaşamaya alıştırıyoruz kendimizi. Bir bezginlik var üzerimizde. Dualarımızı bile bir kendini bilmezlik, bir aşksızlık sardı. Kimsenin hayırlı olanı istediği yok. Hayırlı olanın ne olduğunu biliyormuşçasına her şeyden daha fazla talep ediyoruz. Daha fazla mal, daha fazla şöhret, daha fazla daha fazla istiyoruz. Hayırlısını isteyenler ise, buna sabretme gücü, bunu kabul etme gücü istemiyor. Beyinlerimiz, alabildiğine anlamsız talepler silsilesiyle doldu.

Önemini hiçbir zaman yitirmemiş olmasından ötürü rızk, dalgınlığa düştüğümüz konuların başında geliyor. Rızk Allah ın elinde mi? Rızkın Allah ın elinde olduğuna kim, nasıl inanıyor? Son Peygamberin getirdiğini kendi kafamızda kendimize göre yorumluyoruz. Yeni bir şey keşfetmişçesine rızkın Allah ın elinde olduğunu gerine gerine söyleyenlerin büyük çoğunluğu genellikle yükünü yıkmış kişiler oluyor. Ben yükünü yıkmış kişiler diyorum, siz bunu pekâlâ köşeyi dönmüş kişiler olarak okuyabilirsiniz. Laflarımız çoğunlukla şöyle işliyor; tamam, rızk Allah ın elinde ama daha fazla çalışmalıyız, daha fazla yorulmalıyız. Bunu anlamak akılla mümkün gözükmüyor. Sanıyorum sorun, rızkımızın boyutlarını kendimizin çizmesi.Mümkün olabilecek daha azına tahammül gösteremiyoruz. Allah ın bize helal olarak verdiği rızkın, tek bir somun olabilecek olmasından müthiş bir tedirginlik duyuyoruz. Kalbimizi somut olana endekslenmiş kalabalık bir bulanıklık sarmış. Güzel olanın ölçüsü yerle bir edilmiş durumda. Çok farklı endişelere düçar olmuş bir halimiz var.

Geçtiğimiz aylarda, yolum hasbelkader Anadolu da önemli bir kişinin cenazesine düşmüştü. Orada bulunmuşken, cenaze namazına gitmemek elbette olmazdı. Oldukça kalabalık olan cenazede, yanlarından geçip kulak misafiri olduğum herkes, korkunç bir şekilde aynı temenniyi dillendiriyordu. “Şu kalabalığa bak, Allah bize de böyle kalabalık cenaze nasip etsin.” Bu ifadeyi anlayabilen varsa lütfen beni de aydınlatsın. Ne demek şimdi bu? Bunu nasıl duymalı, nasıl anlamalıyız? Aklımda ilk beliren, Tekasür suresi oluyor, sanki canlanıyor, vücut buluyor. İyi olmadıktan sonra, iyi gözükmenin hiçbir faydası yoktur. Bundan bir fayda umanlar yanılıyor.

Şemsettin ÖZKAN

18.05.2021 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-milligazete.com (08.Mart 2006 “Halk aşksızsa sokaklar banka dükkanlarıyla doludur” gündem yazısından alıntı)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.