EDEPTİR AŞK SEVDİRENİN HÜRMETİNE

(Toplumsal İlişkiler 416)


اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَاٖيتَٓائِ۬ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Hiç kuşkusuz Allah, insanlara karşı âdil davranmayı, 
olabildiğince merhametli, güler yüzlü, nazik ve lütufkâr davranarak dâimâ iyilik yapmayı ve özellikle yakın akrabaya, komşulara, dost ve arkadaşlara cömertçe ikramda bulunmayı ve acılarını, mutluluklarını paylaşarak onlarla sürekli ve samîmî bir dostluk ortamında olmayı emrediyor. Buna karşılık; zina, fuhuş, cinsel sapıklık, çıplaklık gibi yüz kızartıcı ve utanç verici hareketleri, 
gerek Kur’an’ın, gerekse sünnetin asla onaylamayacağı görgüsüzlük, edepsizlik, terbiyesizlik türünden çirkinlikleri ve hak ve hukuka aykırı, onur kırıcı, saldırganca tutum ve davranışları yasaklıyor! Bakın, Allah size böyle güzelce öğütler veriyor ki, düşünüp ibret alasınız:” (Nahl/90)

Edeb; insanın söz ve hareket olarak diğer insanlarla olan ilişkilerinde ölçülü davranması ve iyi geçinmesidir. Benliğe yerleşen güzel bir huy olan edeb, kişiyi lekeleyici şeylerden koruyan bir melekedir .Edeb, Allah’ın rızasına uygun zahiri ahlaktan başka, dinimizin gerekli gördüğü, aklın da kabul ettiği hareket ve sözlerin tamamından ibarettir. (M. Zeki DUMAN, Âdâb-ı Müaşeret ve Görgü Kuralları, 19-21)

Hz. Mevlana; “edeptir aşk,sevdirenin hürmetine” derken aşkın sevdiren yüce Rabbimizin yüzü suyu hürmetine edepten başka birşey olmadığının altını çizer.

Nabi’nin Peygamberimize karşı edebini dile getiren o şiiri pek meşhurdur.

Osmanlı Divan şairlerimizden Nâbî Peygamberler şehri Urfa’nın manevi ikliminde iyi bir eğitim alarak çocukluk ve ilk gençlik yıllarından sonra İstanbul’a göçtü.

Tasavvuf terbiyesi de görmüş olan Peygamber aşığı Nâbî, padişah IV. Mehmed döneminde hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanıyla birlikte yola çıktı. Kafile Medine-i Münevvereye yaklaştığında, Nâbî’nin Hz. Peygamber’e bir an önce ulaşma özlemiyle gözüne uyku girmedi. Fakat kafiledeki bir devlet adamı, ayaklarını kıbleye doğru uzatarak uyudu. Hz. Peygamber’in beldesinde, böyle bir hali bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla aşağıdaki kasideyi söyler:

“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu
Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafa’dır bu

(Cenab-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’nın makamı ve beldesi olan bu yerde edebe riayetsizlikten sakın.)

Felekte mâh-i nev Bâbü’s-selâm’ın sîne-çâkidir
Bunun kandili Cevzâ matlâ-i nûr-i ziyâdır bu

(Gökyüzünde hilâl, O’nun selâm kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Semadaki Cevza’nın nur ve ışık kaynağı O’dur )

Habîb-i kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette
Teveffuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâdır bu

(Burası, Allah (cc)’ın sevgilisinin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir.)

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâil
Amâdan açtı muvcûdat çeşmin tûtiyâdır bu

(Bu mübarek toprağın ziyasından yokluk karanlığı sona erdi. Varlık âlemi, körlük ve yokluktan gözünü onun sürmesiyle açtı.)

Mürâât-i edeb şartıyla gir Nabî bu dergâha Metâf-i
kudsiyândır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu

(Ey Nâbi, bu dergâha edep kurallarına uyarak gir. Zira; burası meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin hürmetle öptüğü mübarek bir makamdır.)
Burası, Allah (c.c) ’ın sevgilisinin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir.

Bu toprağın ziyâsından, yokluğun karanlıkları ortadan kalktı. Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı, çünkü bu toprak, gözlere şifa veren sürmedir.

Bu dergaha edep ölçülerini gözeterek gir; çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve Peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir.)

Nâbî bu şiiri yolda yazar. Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere’ye girdiğinde Ravza-i Mutahhara’ınn minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar. Nâbî, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. Hemen minarenin kapısına koşar. Nâbî, müezzine “Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nerden öğrendin, der. Müezzin şöyle cevap verir:

Bu gece rüyamda Efendimiz (s.a.v) ’i gördüm, bana dedi ki: Ümmetimden Nâbî adında bir şair, benim hakkımda şu kasideyi yazdı, hoşuma gittiği için bunu okumanı arzu ediyorum. Ben de rüyamda Efendimizden öğrendiğim beyitleri aynen okudum.”

Nâbî, sevincinden oracığa bayılıp düşer. Onun, bu iltifata, Hz. Peygamber’e duyduğu edep ve muhabbetten dolayı nâil olduğu bilinir.

Mevzuyu bir hikaye ile bitirelim. Salih bir zat vardı. Çok cömertti. Elinde avucundakileri muhtaçlara dağıttığı gibi, yardım isteyen fakirler olursa, onlara belli etmeden, başkalarından kendi adına borç alır fakirlere hediye ederdi.

Bu zat bir gün hastalanır, yatağa düşer. Hastalığı gittikçe artar. Bunu duyan alacaklılar, onun ölüm döşeğinde olduğunu düşünerek başucuna dikildiler. Salih zat bundan son derece utanmış, rahatsız olmuştu. Asık yüzlü, sıkıntılı tiplerle çevrili olması onu üzmüştü. Bir şeyler söylemek istedi ancak, bize para gerek, nasihat değil, diye susturuldu.

Bu sırada dışarıdan helva satan bir çocuğun sesi duyuldu. Salih zat, bir adamına seslenerek helvaları satın alıp ziyaretçilere ikram etmesini istedi. Görevli, çocuğun tepsisindeki bütün helvaları aldı. Ziyaretçilere ikram etti.

Herkes abus çehrelerle helvaları yediler. Çocuk gelip helvaların parasını istedi. Salih zat;

Evlat bunları bana borç olarak yazar mısın? deyince çocuk tek kelime söylemeden dışarı çıktı, 50-100 metre ileride bir ağacın altına oturup sessizce ağlamaya başladı.

Oradan geçmekte olan şehrin valisi onu gördü, yanına gelip başını okşadı, niye ağladığını sordu. Çocuk olup biteni anlattı, o zata edebimden bir şey diyemedim ama;

Ben bunları zaten borç olarak almıştım, nasıl ödeyeceğim, evime nasıl para götüreceğim?” diye ağlıyorum dedi. Vali, hasta yatan salih zatı yakından tanıyordu. Çocuğun parasını ödedi. Çocuğa içi altın dolu yedi sekiz kese altın vererek gidip o salih zata vermesini söyledi. Altınlar eve gelince alacaklıların neşesi yerine geldi. Herkes alacağını tahsil etti. Ancak böyle aniden paranın gelmesine de bir anlam veremediler. Salih zat şu cevabı verdi: “Ben sıkıntı içindeydim. Siz de sıkıntı içindeydiniz. Buna bir de çocuğun üzüntüsü eklendi. Çocuğun edebi, tek kelime etmeden gitmesi, işi çözdü. Allahü teâlâ o masumun ihlası, edebi hürmetine sıkıntıları giderdi. İmtihanı kazanan o masum oldu.

Alacaklılar utanıp paraları tekrar vermek istediler. Ancak kabul etmedi.

İnsan bir iyilik yaptığında samimiyetinin belli olması için peş peşe imtihanlardan geçirilir. Hatta iyilik yaptıklarından küfranı nimet görür. Eğer sabrederse iyiliğinin karşılığını kat kat alır. Sizler bir iyilik yaptınız. Ama sabredemediniz. Eşyanın hakikati görüldükten sonra pişman oldunuz, dedi.

Şemsettin ÖZKAN

28.07.2021 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-dostkelimeler.com

4-yenisafak.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.