(Toplumsal İlişkiler 1039)
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًؕ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدٖينَۚ
“Rabb’inize, gönülden bir yakarışla ve gizlice duâ edin. Duâ ederken, zikir yaparken bağırıp çağırarak veya bunu bir gösteriye dönüştürerek saygı sınırlarını aşmayın! Kuşkusuz O, sınırı aşanları sevmez!” (Araf/55)
Hz. Mevlana der ki; “dertli gönüllerden dua isteyin. Çünkü hazine yıkık yerlerde saklıdır.” Gönlü geniş ruhu gezginlerin beşinci aşk usulü de şudur:
“Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. “Aman sakın kendini” diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: ” Bırak kendini, ko gitsin! “Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!”
Bu usül henüz basılmamış tarihi romanımızda nasıl işlenmiş bir görelim:
SANMAYASIN Kİ, AŞK AKIL İŞİDİR. GÜL Kİ, HER GÖNLÜN MÜRŞİDİDİR. KİMİNİ KOKUSUYLA ŞAD EDER. KİMİNİ DE, DİKENİYLE İRŞAD EDER.
Kervan, sabahleyin erkenden handan ayrıldı. Hanın önündeki dere bulanık akıyordu. Dünkü fırtınadan ötürü dere, önüne ne kattıysa getirmişti. Dağlardan aşağı boz bir tavşan iniyordu. Meraklı bir dağ sıçanı deliğinden çıkmış, ürkek bakışlarıyla yirmi metre ötesinden giden kervanı seyrediyordu. Kervan hanın önündeki küçük köprüden ağır ağır geçti. En önde Baturalp Hamza’nın doru atı gidiyordu. Atlı muhafızların bir kısmı önden bir kısmı arkadan gelerek kervanı kolaçan edi- yorlardı. Selina ise, Dündar bey, Samsa Çavuş ve Sülemiş’in bindiği atların, hemen arkasındaydı. Akşam gördüğü rüyanın tesirinden anlaşılan kurtulamamıştı. Samsa Çavuş atını Selina’nın devesinin sağ tarafına yanaştırarak onunla konuşmak istedi:
“-Nasıl akşam rahat uyuyabildin mi kızım?” Selina devenin üstündeki kafesin perdesini çekerek:
“-Evet” dedi. Sesinden onun Samsa Çavuş, her geçen gün kendine güveninin arttığını anladı:
“– Kafanı kurcalayan, aklına takılan bir şey varsa rahatlıkla bana sorabilirsin”
“-Şey, şu önden giden yabancı adam kim? Niye bize takıldı?”
“-O mu, Baturalp Hamza. Selçuklu hükümdarının fedaisi. Bizi sultanımıza götürüyor. Kervanı güvenli bir şekilde saraya ulaştıracak.
“-Saraya mı gidiyoruz şimdi biz?”
“-Evet.
“Selina demek bu adam önemli bir kişiymiş” diye içinden kendi kendiyle konuşurken, Baturalp Hamza Samsa Çavuş’un yanına gelerek;
“Bu devenin üstündeki kız da kim? Dedi. Gözleriyle de devenin üstündeki kafesi işaret etti.
Samsa Çavuş;
“-Hayret be yaa! Az öncede o seni soruyordu. Bu mu Angelacoma yaa, Eynegöl tekfurunun yakınlarından. Kendisi İsnikea’lı. Uç beyimiz Ertuğrul Gazi, savaş ganimetleri ile onu da, Uluğ sultanımıza götürmemizi emir buyurdu.
“-Fıtratı temiz birine benziyor.”
“-Evet öyledir.”
Baturalp Hamza Samsa Çavuş gibi Rumcayı iyi biliyordu.
“-Neydi kızın adı?”
“-Selina.”
Baturalp Hamza, devenin üstünde gitmekte olan Selina ‘ya aşağıdan yukarıya bir bakış fırlatarak onun dilinden konuştu:
“-Selina, cennetin kapılarında ve anahtarında ne yazıyordu? Buldun mu o sözü? Bulamadıysan beraber söyleyelim mi?
Şaşırma sırası Samsa Çavuş’a gelmişti:
“Anam, anam ne laflar bunlar, kardeş sen Hızır mısın be yaa?”
Selina kafesin perdesini aralayarak;
“-Evet” anlamında başını salladı. Bu adama çok büyük bir hayranlık besliyordu. Şaşırmıştı, gece düşlerine gelen bu adam yoksa sahiden mi odasına gelmişti, nerede hayal ve fantezi başlıyor, nerede gerçek bitiyor? Her şey birbirine karışmıştı.
Baturalp Hamza;
“-Müslüman olacak mısın Selina?”
“Evet, evet, evet” Sanki nikâh kıyılıyor gibi söylemişti. Birden utandı ve buruklaştı. Birlikte dünyaya, kırlara ve kuşlara, şehadet manifestosunu okudular:
“– Eşhedü en Lailahe illallah ve Eşhedü enne Muhammed en abdühü ve rasülüh.”
Selina artık Müslüman olmuştu. Baturalp Hamza’nın aklından geçen bu kızın, sarayda bir halayık olmaktan kurtarılması, onun Konya’da Rum kökenli, mümkünse onun memleketinden olan Müslüman bir ailenin yanına yerleştirilmesine çaba gösterecekti. Ne de olsa sultan Alaeddin, onun bir lafını iki etmezdi. Eğer sıradan insan muamelesi gösterilerek sarayda ev işleri yaptırılırsa, Müslümanlık hakkında yanlış düşüncelere düşebilirdi. Bu düşüncelerini Samsa Çavuş’a anlatınca;
“-Yaradan’a kurban sen ne mübarek bir yiğitmişsin?” dedi.
“-Ben gelirken anlatmıştım. Ama olmamıştı, şimdi senle oldu.”
“-Esas sen uğraşmışsın ki, sona getirmişsin. Bize sadece noktayı koymak düştü. Allah aşkına düşmek, öyle akıl işi falan değil. Gül ki, kimini kokusuyla mesrur eyler, neşeli yapar, kimini de dikeniyle, Hak yolunu gösterir, irşat eder. Bilemezsin nerede hayırlar gizlidir? Ama hazineler, hep harabe yıkıntı yerlerdedir. İşte sana harap bir kalp! İşte aşkla sana yönelen bir kulun ya rabbim! Ondan bu şahitlik beratını kabul et! Onu salih kullarının arasına kat! Ayaklarını din üzerinde sabit kıl! Hüznünü gider. Çıktığı bu aşk yolculuğunda, cesurca karar ve- rerek, kalemini kırıp, aşk yolculuğuna çıkmaya hüküm giymiş, şu temiz fıtratlı kızın, kalemlerle yazılmayan, kitaplarda bulunmayan aşkını, indi ilahinde makbul eyle!” deyince,
Samsa Çavuş; “âmin, âmin,” diyordu.
Şimdiye kadar ıstıraptan ağlayan Selina, şimdi mutluluktan ağlıyordu.
Şemsettin ÖZKAN
01.05.2023 GÜZELYALI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-Şemsettin ÖZKAN, ŞEMSABAD (Kitab-ü usul-i’l AŞK) adlı tarihi romanımdan alıntı