BİR TABUT DÜŞÜN İÇİNDE BEN, İÇİMDE SEN

             (Toplumsal İlişkiler 93)


وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِه۪ٓ اَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ اٰلُ مُوسٰى وَاٰلُ هٰرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ۟
“Peygamberleri onlara şunu da söyledi. “Tâlût’un hükümdarlığına alâmet, size meleklerin taşıyacağı bir tabut (sandık) getirmesidir ki, o tabutta size Rabbinizden bir huzur ve sükûn ile Musa ve Harun ailelerinin mirasından kalan şeyler bulunur. Eğer iman eden kimselerseniz, bunda sizin için bir delil vardır.” (Bakara/248)

Ölmek sevmektir. Sevdiğin için ölümü göze almaktır. Önemli olan uğruna ölünecek sevgiliyi bulmaktır. Öyle bir sevgili ki, “bir tabut düşün içinde ben, içimde sen” diyebilecek biri. Fransızlar iki sevgilinin tutkulu cinsel birlikteliği için le petit mourir (küçük ölüm) tabirini kullanıyorlar. Mutasavvıflar bu birliktelikte Tevhit (Birlik) sırrı vardır diyorlar. Ölürcesine sevmek diye bir deyim de var hani. Sevmek işte yani bir kaşık suda boğulmak…

         Ölmek deyince birçoğumuzun aklına hemen gelen “niye ölüyoruz?” sorusu oluyor. Burada “ölmek” demek, gözü karartmak arkadaşım! Limitsiz sevmek demektir. Yoksa hemen nalları dikmeyi anlamayalım. Her türlü fedakârlığı yapabilmektir.

          Hz. Mevlana; “ aşk acısı taşımayan yürek ya deliye aittir ya da ölüye” der. Ellerin üstünde tutulmak için illa tabuta mı girmek lazım?

          Üstat Necip Fazıl Dönemeç adlı şiirinde sadece endamına bakıp görmeden sevdiği kadını bir gün tabutta giderken görünce ağladığını anlatır. Ama o tabutta değildir tabutta giden sevdiğidir:

Bir gündü, hava ılık
Ve cadde kalabalık

Bir kadın sapıverdi önümden dönemece;
Yalnız bir endam gördüm, arkasından, ipince.
Ve görmeden sevdiğim, işte bu kadın dedim,
Çarpıldım sendeledim.

Bir gündü mevsim bayat
Ve esnemekte hayat…
Dönemeçten bir tabut çıktı ve üç beş adam;
Yalnız bir ahenk sezdim, çerçevede bir endam.
Ve tabutta, incecik, o kadın var, anladım;
Bir köşede ağladım…

          Cüneyt Suavi’nin ölüme dair Hayatın İçinden hikâyesi tabut içinde yaşanılan kabusa çok güzel bir örnek teşkil eder:

Çocukluğumdan beri dar mekânlardan sıkılır ve bu tür yerlerden feryat edercesin uzaklaşırdım. İleri yaşlarda bunun bir hastalık olduğunu anlamış fakat bu illetten bir türlü kurtulamamıştım. Oysaki o dar mekânlara şimdi ister istemez girecektim.
Beni sarıp sarmalamışlar ve uzunca bir tabuta yerleştirmişlerdi. Çevremde dolaşanların seslerini gayet iyi duyuyor ve gözlerim kapalı olmasına rağmen, her nasılsa görebiliyordum.
-Genç yaşta öldü zavallı, diyorlardı. Hâlbuki yapacak ne kadar çok işi vardı. Gerçekten de birçok işim yarım kalmıştı. Mesela oğluma iyi bir işyeri açamamış, araba ile bilgisayarımın taksitlerini henüz bitirememiştim. Büyük bir firma kurup, dostlarımı orada toplamak da artık hayal olmuştu. Üstelik kış çok yaklaştığı halde odun kömür işini halledememiş ve çatının akan yerlerini aktaramamıştım. Yarıda kalan işlerimi arka arkaya sıralarken kulaklarımı çınlatan bir sesle irkildim. Sanki mikrofonla söylenen bu ses beynimin en ücra köşelerinde yankılanıyor ve “Geçti artık geçti” diyordu. İçimden “keşke geçmemiş olsaydı” diyordum. Nereden başıma gelmişti o kaza bilmem ki? Hâlbuki ne kadar da iyi araba kullanırdım. Olup bitenleri hatırlamaya çalışırken, dostlarımın çevremi sardığım ve içinde bulunduğum tabutun kapağını örtmeye çalıştıklarını fark ettim. Onları engellemek için avazım çıktığı kadar bağırmak ve çırpınmak istediğim halde ne kımıldayabiliyor ne de bir ses çıkarabiliyordum. Biraz sonra koyu bir karanlıkta kalmış ve gözlerimi, tabutun tahtaları arasından sızan ışığa çevirmiştim. Dehşet içinde: -Aman Allah’ım, dedim. Ne olacak şimdi halim? Korkudan hiçbir şey düşünemiyordum. Bu arada omuzlara kaldırılmış ve sallana, sallana götürülmeye başlamıştım. Dışarıdaki seslerden yağmur yağdığı belli oluyor ve su damlacıklarının sesi tabutumun gıcırtısına karışıyordu. Cenaze namazı için camiye gidiyor olmalıydık Cami deyince aklıma gelmişti. Çok yakınımızda olmasına ve her gün beş defa davet edilmeme rağmen, bir türlü vakit bulup gidememiştim. Ama her zaman söylediğim gibi elli yaşına gelince namaza başlayacak ve herkesin şikâyet ettiği kötü alışkanlıklarımı terk edecektim. Evet evet şu kaza olmasaydı, ileride ne iyi bir insan olacaktım. Daha önceden duyduğum ve nereden geldiğini kestiremediğim ses: -Geçti artık geçti, diye tekrarladı. Bitti artık. Biraz sonra namazım kılınmış ve tekrar omuzlara kaldırılmıştım. Mahallemizdeki kahvehanenin önünden geçerken, her gün iskambil oynadığımız arkadaşlarımın neşeli kahkahalarını işitiyor ve “herhalde ölüm haberini duymamış olacaklar” diye düşünüyordum. Sesler iyice uzaklaştığında, eğik bir şekilde taşındığımı hissederek mezarlığa çıkan yokuşu tırmandığımızı anladım. Şiddetle yağan yağmurun tabutumdaki çatlaklardan sızarak kefenimi yer yer ıslattığının da farkındaydım. Buna rağmen dışarıda konuşulanlara kulak verdim. Dostlarımın bir kısmı piyasadaki durgunluktan bahsediyor, bir kısmı da milli takımın son oyununu methediyordu. Tabutumu taşıyan diğer biriyse yanındakinin kulağına fısıldayarak; -Rahmetlinin tersliği, öldüğü günden belli, diyordu. Sırılsıklam olduk birader. Duyduklarım herhalde yanlış olmalıydı. Yoksa bunlar uykularımı onlar için feda ettiğim dostlarım değil miydi? Yolculuğum bir müddet sonra bitmiş ve tabutum yere indirilmişti. Kapak tekrar açıldı ve cansız vücudumu yakalayan kollar beni dibinde su toplanmış olan bir çukura doğru indirdi. Boylu boyunca yattığım yerden etrafıma baktım. Aman Allah’ım Bu kabir değil miydi? O ana kadar buraya gireceğimi düşünmemiştim? Sessiz feryatlarımı kimseye duyuramıyor ve dostlarımın, üzerimi örtmek için yarıştığını hissediyordum. Tekrar zifiri karanlıkta kalmışve bütün acizliğimle dua etmeye başlamıştım. Yarabbi, diyordum. Bir fırsat daha yok mu, senin istediğin gibi bir kul olayım… Ve kabrimi, Cennet bahçelerinden bir bahçeye çevireyim. Aynı ses, her zamankinden daha şiddetli olarak: -Geçti artık geçti, diye tekrarladı. Her şey bitti artık. Mezarımı örten tahtaların üzerine atılan toprakların çıkardığı ses gök gürültüsünü andırıyor ve bütün benliğimi sarsıyordu. Son bir gayretle yerimden fırlayarak gözlerimi açtım. Odamdaki rahat yatağımda yatıyor, fakat korkunç bir kâbus görüyordum. Bitişik dairede oturan doktor arkadaşım beni ayıltmaya çalışarak: -Geçti artık geçti, diye bağırıp duruyordu. “Geçti bak hiçbir şeyin kalmadı.” Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Terden sırılsıklam olmuş ve sanki yirmi kilo birden vermiştim. Dışarıda sağanak halinde yağmur yağıyor, şimşek ve gök gürültüsünden bütün ev sarsılıyordu. Etrafındakilerin şaşkın bakışları arasında kendimi toplamaya çalışırken; – Yarabbi sana zerrelerim adedince şükürler olsun diyorum; iyi bir kul olmak için bir fırsat daha vermeseydin?    
 

Şemsettin ÖZKAN

15.08.2020 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-dinibil.com

BİR TABUT DÜŞÜN İÇİNDE BEN, İÇİMDE SEN” için 1 yorum

  1. Her zaman dediğim gibi bizim millet bir şeye değer verecekse onun dünya hayatında olmaması gerekir. Olursa hala değer vermek için bir şeyler eksiktir hissine kapılırız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir