(Toplumsal İlişkiler 64)
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً لِتَسْكُـنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
“Kendilerinde sükûnet bulup, huzura eresiniz diye, kendi cinsinizden eşler yaratıp, aranızda sevgi, aşk ve merhamet peyda etmesi de, O’nun varlığının, kudretinin ve yeniden diriltmesinin delillerindendir. Bunlarda gelişmeye devam eden, tefekkür-düşünme ağına sahip, faydalı sonuçlar elde edebilen toplumlar için, Allah’ın kudretini, kurduğu düzeni gösteren deliller, birçok dinî ve sosyal konunun çözümüne işaretler vardır.” (Rum/21)
İsmet Özel; “Sevmek mübalağa sanatıdır; abartın…” der. Haksız da sayılmaz hani. Daha eşler yeni tanışmasından tutun da nişanlılık, evlilik ve düğün süreçlerinde bu abartı sürer de sürer. Hele cicim ayları dediğimiz ilk günlerde bu tutum ve davranışlar tavan yapar. Sonra ne hikmetse çocuk dünyaya geldikten sonra o davranışlar ve sözler yer yarılır da yerin dibine girer sanki. Eşler artık paranın iki yüzü para tura gibi olmuşlardır, hep beraberdirler ama birbirlerini görmez anlamazlar artık. Bu hal bana çok ürkütücü geliyor. Halbuki Osho’nun dediği gibi; “Sevgi özgürlüktür, sevgi egoyu yıkan tek eylemdir.” Sevgi mübalağa şeklinde sürmeli ki insan benliği yıkılsın. Sevgi hür olmaktır ve içtenliktir.
İnsan okyanusta boğulmazmış, gider bir kaşık sevdada boğulurmuş. Sevdadan olsa gerek Hz. Mevlana şöyle der: “Kalbim ellerinde bir kalem, ister mutluluk yaz bana, ister elem.” Aha buraya yazıyorum. Sıfır bir değer mi, değil… Bırakın bir sayı bile değil. Ancak başka bir sayının yanına gelince bir değer oluşturuyor. Tıpkı sevda gibi… Sevdanın cin başına bir değeri yok. İlle de biri olmalı. Sıfır ne kadar fazlaysa sayı da o kadar çoğalıp artar. Sevda da ne kadar çoksa, insan o kadar çoğalır ve büyür de büyür… Biri sana dese ki, al eline kalemi, sevdamı al, kendine ilave et, bir ömür ile çarp, sonra sonsuza eşitle. Yine değeri sıfır olur mu senin için?
Kays namı diğer Mecnun, bir şiirinde Leyla’ya olan sevgisinin kökenini irdeler ve şöyle der: “Leyla’yı henüz göğsünde tomurcukları belirmeden sevdim. İkimiz de çocuktuk. Beraber kuzuları otlatıyorduk. Keşke ne biz büyüseydik ne de kuzular…”
Mecnun hem kendi namına hem de kuzular adına inanın doğru söylüyor. Kuzular büyüyünce ne olacak? Sevdada en büyük handikap da burası işte. Haydi, kurdun kuzuyu yemeye kalkması ve iştah kabartmasında şaşılacak bir şey aramamalı. Ama asıl şaşılacak şey kuzunun kurda âşık olmasıdır. Bu nasıl iş? Kuzunun eline kalem verilince niye elem yazıyor? Yoksa elemi mutluluk mu sanıyor? Sahi kuzunun bu cesur yürek olmasının altında ne yatıyor?
Aşkı elem ıstırap olarak tanımlayan Hallac-ı Mansur’dur. Zamanla insanın elem ve acılardan lezzet almaya başlaması olarak görür. İbn-i Hazm gibi Endülüs âlimleri aşkı muhabbette ifrata kaçmak gibi görür ki, bu İsmet Özel’in yukarıdaki sözüne uygun düşer. Bu yönüyle bakılınca Hz. Mevlana’nın yukarıda geçen sözü hem elemi hem de mutluluğu bir arada vermesi anlamında güzel bir tanımlamadır:
-Kalbim ellerinde bir kalem, ister mutluluk yaz bana, ister elem…
Şemsettin ÖZKAN
22.06.2020 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com