(Toplumsal İlişkiler 56)
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“Kur’an okunduğu zaman, tam bir saygı ve teslimiyetle ona kulak verin ve Kur’an bir konuda hüküm vermişse, ona alternatif görüşler öne sürmeyin, susup onu dinleyin ki, bu sayede ilâhî merhamete lâyık olabilesiniz!” (Araf/204)
Değerli dostlar! Öyle bir suskunluk ki bizimkisi, dışımız sükût, içimiz kıyamet sanki. Sözde bir mana varsa, sükûtta bin bir mana vardır. Dilim lal olmuş gönlüm buruk. Tek olan “O” bilir gönlümü, sükût içinde sükût…
“Kalbe sözden çok sükûttan manalar akar” derken, Hz. Şemsi Tebriz-i haksız sayılmaz. Abdülkadir Geylani hazretleri “ya Rab! Halim sana âyan, söze ne hacet!” derken sessizliğin derinliğine işaret eder. Nuri Pakdil de, “Sükût Suretinde” adlı eserinde; “El değmemiş o sabır/Arkadaş kıl tartan terazi misin /Artıyor katsayısı direnişin /Sükût suretinde /Çok koyu düşer ses” derken, sükûtun adeta resmini çizer.
Sadi Şirâzi, bir hikâyesinde sessizliğin, sükût suretinde bulunmanın önemine dikkat çeker: Epey vakitten beri Mısır’da sükût ile meşhur olmuş iyi huylu biri vardı. Eski giyerdi. Yakından, uzaktan birtakım akıllı insanlar ziyaretine gelir, etrafında nur isteyen pervane gibi dolaşırlardı.
Bu adam bir gece kendi kendine düşündü: “İnsan dilinin altında gizlidir. Niçin sükût ediyorum. Eğer böyle konuşmazsam benim âlim olduğumu kim bilecek?”
Şununla, bununla konuşmağa başladı. Başlayınca da dost, düşman onun ne olduğunu bildiler. Anladılar ki, Mısır içinde en cahil birisi varsa odur.
Adamın mahiyeti meydana çıktığı için, rahatı kaçtı, düzeni bozuldu. Mısır’da oturamadı. Başka bir yere gitmeye mecbur oldu. Giderken mescidin kemerine şu mazmunda bir şey yazdı: “Eğer aynada kendimi görmüş olsaydım, cahillikle perdeyi yırtmazdım. Bu kadar çirkin olduğum halde üzerimdeki perdeyi kaldırdım. Çünkü kendimi güzel yüzlü sandım.”
Az söyleyenin sesi keskin olur, yani şöhret kazanır. Söyledin mi, revnakın kalmaz; o zaman kaçmalısın.
Ey akıllı insan! Sükût senin için vakardır. Ey bilgisiz insan! Sükût senin için perdedir. Binâenaleyh eğer âlim isen, mehabetini kaçırma! Eğer cahil isen perdeni yırtma.
Gönlünün içindeki sırrı çabuk gösterme. Çünkü ne zaman istersen gösterebilirsin! Fakat bir kere sırrın meydana çıktı mı, çalışmak ile tekrar gizleyemezsin.
Hayvanlar söylemez, insanlar söyler. Fakat saçma söyleyen insanlar, hayvanlardan daha aşağıdırlar. İnsan ya insan gibi akilane söylemeli yahut hayvanlar gibi susmalıdır. Âdemoğlu nutuk ve akıl ile mümtazdır. Binâenaleyh tûti gibi söyle. Fakat tûti (papağan) gibi nâdân (bilgisiz, cahil ve görgüsüz) olma!
Buradan da anlaşılıyor ki, çok konuşmak insanın aleyhine işleyebiliyor. Konuşursan dolu konuşacaksın, haksızlıklar adaletsizlikler konusunda haykıracaksın, tıpkı Hz. Peygamber (s.a.v)’in “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” buyurduğu gibi. Ya da bir başka hadisinde bize işaret ettiği gibi; “Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa, ya hayır söylesin yahut sussun” (Buhari, Kitabu’l-Edeb, 10/373) şeklinde iyi şeyler konuşacaksın, ya da susacaksın. Bir Hâdis-i Kutsi’de şöyle buyrulur: “Ey âdemoğlu, kalbinde bir katılık, bedeninde bir hastalık ve rızkında bir eksiklik gördüğün zaman, bil ki boş şeyler konuştun. Ey âdemoğlu, çok konuşmakla hikmet ve inceliği nasıl arzu edersin. Sen hikmeti dilinin ve kalbinin sükûtunda ara bul.” Demek ki sadece dilin sükûtu yetmiyor, bir de kalbin sukutu söz konusu.
Az konuşmayı daha iyi
anlayabilmek için, susmayı üçe ayırmakta fayda var.
1.Cenâb-ı Allah’ın ilahi takdirine karşı susmak
2.Allah dostları, Peygamber varisi olan velilere, mürşitlerimize karşı suskun
ve sessiz olmak
3.Avama; yâni cahil insanlara karşı susmak.
Birinci olarak İlahi takdire
karşı susmak Hâdis-i Şerif’te arz edildiği gibi dil ile birlikte kalbin de susmasıdır
ki, bu durumu Mesnevi’de şöyle anlatılır:
“Yeryüzü Eyyub (a.s.) gibi
gökyüzüne teslim olmuştur. Cenabı Allah’a; ben senin esirinim ne dilersen
üzerime onu yağdır deyip susup beklemektedir.
Ey insanoğlu, sende yeryüzünün bir parçasısın. Onun üzerinde yaşıyorsun. Sende
Allah’ın buyruğuna kaza ve kaderine karşı gelme toprak gibi ol ve sus.
Sizi topraktan yarattık ( Taha: 55 ) ayetini duydun işittin. Bu ayeti
biliyorsun. Demek ki Cenabı Allah, senin de toprak olmanı istiyor. O zaman ilahi
takdire karşı gelme, sende toprak gibi sus ve sessiz ol.”(c.3, 452)
Muhammedî ahlâka sahip
olmak için de ilahi takdire karşı susabilmek için de SABIR birinci
şart. Çünkü sabırsız bir insanın susmayı ve hoş görmeyi başarması mümkün değil.
“Peygamberin olan Hz.
Mustafa’ya bak, sabır ona at oldu da onu göklerin en yücesine miraca çıkardı.”(c.6,3979)
Efendim sadece Peygamber Efendimizin değil, diğer peygamberlerin de
hayatına baktığınızda hepsinin yaşam merkezinde sabrı görürsünüz.
Bildiğiniz üzere bir Hadis-i
Şerif’te sabır ile iman eş değerde tutularak “sabrı olmayanın imanı da
yoktur” diye buyrulmuştur.
Elbette sabır başlı başına
büyük bir sohbet konusu fakat mademki konumuz susmak; İlahi takdire karşı susup
sesiz olmak ise ancak sabırla oluyorsa birkaç cümlede olsa sabırdan bahsetmek
gerek.
Mesnevi cilt.2. 3147: Sabır
sırat köprüsüdür cennet ise karşı tarafta. Mesnevi. Clt.3. 213: Susup
sabretmeden acılara katlanmadan hiç kimse bu âlemde kurtulmadı, kurtulamaz.
Yine başka bir Mesnevi
beytinde: “Cenabı Allah dileseydi dünyayı ‘kün’ (ol) emriyle bir anda yaratabilirdi
fakat öyle yapmadı yavaş yavaş altı günde yarattı. Bunun hikmeti
kullarına sabrı öğretmek içindi” der. Yani bizâtihi Cenabı Allah sabırda
kendisini kullarına örnek gösterdi.
Mesnevi cilt 3. 2725 sayfa 233 “Sabır
ve sükût ilahi rahmete sebep olur. Belirti ve şâhit arayışın aceleci davranışın
sendeki hastalığın eseridir. Ayetteki ‘susun’ emrini kabul et ki sevgiliden,
susmanın karşılığında senin de canına ilahi bir lütuf gelsin.”
Araf suresi, 201 de; “Kuran okunduğu vakit onu dinleyin susun ki size rahmet edilsin” buyrulmaktadır. Efendim bu ayet elbette öncelikle umumidir. Kur’an okunurken zahiren takınacağımız edeple alâkalı olup herkesi ilgilendirir. İkinci olarak da; Peygamber varisi olan kâmil insanların, mürşitlerin huzurunda veya söz ve sohbetlerinde bulunanlara bir işaret, bir uyarı var.
Hak dostlarının yaptığı sohbet, Kur’an ayetlerinin dışında olmadığı gibi,
bilâkis Kur’an’ı daha kolay anlamamıza yarayan bilgilerdir. O sohbetleri de
Kur’an dinleme adabı içerisinde susarak sessizce dinlememiz gerekir. Cenabı
Allah Araf suresinde Kur’an dinlemenin adabını bizlere öğretir. Hucurat ve
Ahzab surelerinde ve Kur’an’ın muhtelif yerlerinde ise Peygamber Efendimize
karşı konuşma adabımızı, hâl ve davranışlarımızın nasıl olması gerektiğini
açıklamıştır. Bu ayetler; Peygamber Efendimizin âli şahsında Peygamber varisi
olan tüm Hak dostları mürşitler için de geçerlidir.
Cilt.1,1944: “Allah’ın nurunu
ister Allah’tan al, istersen kâmil insandan. Aşk şarabını da ister küpten
iç, istersen testiden. Hiç fark etmez. Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz; “benim
yüzümü görenler, beni görmüş olanları görenler, ne mutlu kişilerdir,” diye
buyurdu.
Bir mumdan yakılan mumu gören, gerçekten de asıl mumu görmüş olur. Böylece o
mumun nuru yüz muma nakledilse, o mumdan yüzlerce mum yakılsa, sonuncu
mumun aydınlığını gören bile asıl ilk mumu görmüş gibi olur. İstersen aradığın
hidayet nurunu, aşk nurunu son yanan mumdan al, istersen bizzat ondan, can
mumundan al, aralarında hiçbir fark yoktur.”
Görüldüğü üzere bizlerin kâmil insanlara mürşitlere Kur’an hükmünce muamele edişi onlara edep ve saygıda kusur etmemeye çalışmamız tümüyle Peygamber varisi oldukları, nurlarını ilk nurdan alıp aynı nuru yansıttıkları için.
Allah dostları için söylenen bir söz
vardır, ‘Allah adamları Allah değillerdir ama Allah’tan da ayrı
değiller’ diye. Bu da aynı şeydir. Kâmil insanlar Peygamber değillerdir
ama peygamberden de ayrı değillerdir.
Bu durumu açıklayan hepinizin bildiği kutsi bir hâdis vardır.
“Allah Teâlâ hazretleri şöyle ferman buyurdu: “Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Ben bir kulumu sevdim mi, artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (akıl ettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum.” Efendim kısaca şöyle demek lâzım; bir damla su ummanda yok olunca artık ona bir damla su diyemezsin. O da umman oldu gitti.
Mesnevi beyitleriyle konuyu toparlayalım:
Mesnevi cilt.6. 1592 “Sevgililere, dostlara ulaşınca susarak otur. Haddini bil,
hemen başköşeye geçip kurulma, alçak gönüllü ol!
Aklını başına al, Cuma namazına bak! Herkes camiye toplanmış, bir arada, bir
düşüncede, fakat hepsi de susarak sessizce oturmakta.
Hayatta neyin varsa, hepsini al! Susmak tarafına çek götür, eğer sen de kâmil
bir insan olmak istiyorsan sus konuşma, sessiz ol gösterişten sakın!
Peygamber buyurdu ki; sen dostları sıkıntılar denizinde yol gösteren yıldızlar
gibi bil.
Yüzünü yıldızlara dik bakarak yol ara. Söz söylemek görüşü bulandırır. Sus, söz
söyleme. Sen konuştuğun zaman belki bir iki tane doğru düzgün söz
söyleyebilirsin. Fakat onları karışık bulanık hoş olmayan sözler de takip eder.
Ağzını açtın mı söylediğin sözleri yakalayamazsın. Temiz doğru sözlerin
arkasından kötü biçimsiz hiç söylenmemesi gereken sözlerde arkasından dökülür.
O nedenle Hak dostlarının yanında sus ve sessizce otur dilini de gönlünü
de koru.”
Efendim hepinizin bildiği gibi;
‘Âlimin yanında diline, Arifin yanında gönlüne sahip ol’ diye çok güzel bir söz
vardır. Mesnevi cilt.2. 3014: Peygamber Efendimiz de: “Hakkı tanıyıp bilenin
dili tutulur, konuşamaz, suskun olur” der.
Bizler Hak dostlarını yeterince tanımadığımız, onların manevi yüceliklerini
bilmediğimiz için yanlarında edep ve erkâna dikkat etmeyiz.
Cahillere karşı susma konusunda da birkaç
ibretli söz söyleyerek konumuzu sırlayalım. Bir Kutsi Hâdiste; “İnciyi
köpeklerin ağzına atmayınız ve cevherleri domuzların boynuna asmayınız”
buyrulur. O nedenle manevi büyüklerimiz; “Bilmiyorum demek ilmin yarısıdır.
Herkesin her sorusunu cevaplama. Yalanlanacak olan sözü halka söyleme, herkes
her şeyi anlayamaz. Her bildiğini söyleyen kadar cahil insan olamaz”
demişlerdir. Hz. Ali Efendimiz: “Eğer ben Hz. Peygamber’den duyduğum sırları
size söylersem siz Ali yalancıdır böyle şey olmaz derdiniz” buyurmuştur.
Hz. Mevlânâ Divan clt.3. 60:
“Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz dur, sus, konuşma. Körlerin yanında
göze ait sırlardan bahsetme”, Mesnevi clt.4. 1490: “Cevap vermemek de
cevaptır, ahmağa verilecek cevap sadece susmaktır, kızgın yağa su dökme sus
sakin ol” gibi tavsiyelerle bize mesajlar vermişlerdir.
Sözümüzü Hz. Şemsi Tebriz-i ile bitirelim:
“Sessizlik en güzel sestir, duyabilenler için.”
Şemsettin ÖZKAN
03.06.2020 KONYA
KAYNAKLAR
1-kurandiyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3- gercekhayat.com
4-hazardernegi.org
Bu yazı için, müthiş bir yorum Toğrul gardaşım! Teşekkürler…