DİNİNİ TİLKİDEN ÖĞRENİRSEN TAVUK ÇALMAYI SEVAP ZANNEDERSİN

(Toplumsal İlişkiler 1537)

وَاِذَا لَقُوا الَّذٖينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَوْا اِلٰى شَيَاطٖينِهِمْۙ قَالُٓوا اِنَّا مَعَكُمْۙ اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُنَ 
“(Bu münafıklar) İman edenlerle karşılaştıklarında (sadık din ve dava ehliyle bir arada bulunduklarında): “Biz de iman etmiş kimseleriz (ama İslam’a hizmet için kâfirlerle zahiren işbirliği görüntüsü vermekteyiz; sakın bizden şüphelenmeyiniz!)” derler. (Ancak) Şeytanları (ve şer odaklarıyla gizlice buluşup) baş başa kaldıklarında (ise); “Şüphesiz biz (asıl) sizinle beraberiz, (sizin hedeflerinize hizmet etmekteyiz.) Biz (mü’min ve Müslüman kesimleri sadece idare ve) istihza etmekteyiz” (zira “onların desteğini almak mecburiyetindeyiz”) derler.” (Bakara/14)

Tuncel Kurtiz; “dinini tilkiden öğrenirsen tavuk çalmayı sevap zannedersin” demekle ne kadar haklı değil mi? Bir şeyi asıl kaynağından öğrenmek lazım gelmez mi?

             Hele hele din gibi kültürün en temel öğesini. Her şey dinin etrafında şekillenmiyor mu? Dil ondan etkilenir, sanat ondan etkilenir, örf ve adetler daha nicesi. Öyleyse  dini öğrenme işi yabana atılabilir mi?                                                                    

             Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, devir; tilkiyle plan yapıp, kurtla avlanan, sonra da koyunla oturup yas tutanların devri. At izi it izine karıştı. Kimin ne mal olduğu belli değil. Kim ne iş yapar, kiminle iş tutar, yaptığı kimin işine yarıyor, bir bilebilsek anlayacağız ne mal adam olduğunu.                                                                 

             Öyle profesyonel hareket ediyorlar ki, Kazım Karabekir Paşa’nın; “öyle puslu ki hava, Şeytan bile Müslüman mintanı giyiyor” dediği gibi bir metaforun içindeyiz. Kazım Karabekir Paşa 1918’ de Arabistan’lı Lawrence Müslüman giysisiyle çektirdiği o malum resmi üzerine söylediği şeklindedir. Kendini öyle gizliyormuş ki, geceleri tek başına kaldığında bile gece namazına (teheccüd’e) kalkıyormuş.                                                             

             Ancak her ne olursa olsun bu söz her dönem için bu şartlara uyan durumları anlatmıyor değil! Müslümanları ciğerinden yaralayanlar inanın dışarıdan oryantalistlerin söylemleri değil, içten yıkanlar ah… Adam Kur’an’ı öğretmekle memur bir akademisyen ama o Kitabın ahkam ayetlerini örneğin tesettürü, faizi vb şeyleri anlatacağı yerde, Kur’an’a akıl fikir yoksunu, Kitaba sövmekle meşgul, tarihin derinlikle- rine tarihsellik falan filan diyerek aklı sıra gömmekle iştigal etmekte. 

            Bu Lawrence modellerini hayatımızın hemen hemen her alanında fazlasıyla görür olduk. Sadece İlahiyat camiasından değil, siyasi, iktisadi, sosyal medya, vatandaşlık, ekonomik hasılı her yerde varlar. Bir bakmışsınız tilkiyle plan yapıyorlar, sonra bir de görüyorsunuz ki kurtla geceleyin avlanıyorlar. Sonra sabah ağıla geldiğinizde koyunların arasına karışmışlar, ölen koyunlar için beraber yas tutuyorlar; “ah sen ölecek koyun muydunn, sen ölmüş olamazsınnn, ah, vah, vah” diye ağıtlar yakıyorlar.

            Şimdi böylelerinden dini öğrenmeye kalkıyoruz. Bu yüzden başı açmayı, çalıp çırpmayı, kul hakkını çok rahat yemeyi, onun bunun gönlünü kırmayı, Allah’ın emirlerine kolayca direnmeyi, yasaklarını da çok rahat çiğnemeyi tilkinin tavuk çalmayı sevap zannettiği gibi biz de sevap sanıyoruz.  Niye? Çünkü dini  tilkiden öğrenmeye kalkıyoruz da ondan.

Şemsettin ÖZKAN
10.09.2024 KONYAALTI

KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-suskunduvar.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.