BİR CEYLAN GÖZLÜYE ESİR OLMAK

     (Toplumsal İlişkiler 20)


وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً لِتَسْكُـنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ 
“O’nun işaretlerinden biri de, sizi cezbeden kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranıza sevgiyi ve şefkati yerleştirmesidir: bunda, kuşkusuz, düşünen insanlar için dersler vardır.” (Rum suresi, 21. Ayeti)

Sevgi; insanı bir şeye ya da bir kimseye yakın ilgi ve bağlılık duymaya yönelten duygudur. İnsanın sevgiye su gibi, muhabbete, dostluğa peynir ekmek gibi ihtiyacı vardır. Temel güdülerimiz içinde önemli bir yer tutar. Doyurulmaz ise insanda onulmaz psikolojik yaralara sebebiyet verir. İnsanın fiziki yapısını da etkileyebilir.  “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim ve bilinmek için halkı yarattım” (Acluni/ Keşfü’l Hafa,II/132)  hadisi bize, muhabbet(hoşlanılan şeye karşı duyulan meyil, sevgi, sevme, sevişme, aşk, ilgi, alaka, dostluk, dostça konuşma, sohbet ve yarenlik) öncelikle Hak’tan ortaya çıkmış ve bütün kâinatın yaratılmasına sebep olduğunu anlatır. Bu evrende, aşkın yabancısı olabilecek bir zerreyi bile bulamazsınız. Her şeyin Allah’a olan aşkının bir yer ve zamanda tecellisi vardır. Canlı cansız her şey O’nu yâd eder. Yalnız her yaratılmış, kendi zevk ve melekelerine göre bu eylemi gerçekleştirir. Bülbül, güle yanıp hazin hazin öterken, bir köpek sabaha karşı uzun uzun uluyarak, bir derviş gecenin bir yarısında çilehanede gözlerinden yaş akıtarak, öbür tarafta bir sarhoşun, bilmem kaç genelev kapısında naralar atarak bağırması da hep aşkın eseridir. Aşk birdir, sevgiler çeşit çeşittir.  Daha doğrusu tüm sevgiler; tek olan sevgilimiz Allah’ın çeşitli şekilde cilvesi ve tecellisinin eserleridir. Âşıkları ağlatıp inleten aşk, sarmaşık demektir. Sarmaşık bilindiği üzere, nasıl bir yere girer o yeri sarıp sarmalar ve  işgal ederse, aşk da girdiği kalbi öylece doldurur, istila eder. Bu yüzden olsa gerek Muhiddin-i Arabi “ aşk muhabbetin ifratıdır” der.

        Elbette sevgiler çeşitlidir. Şimdiye kadar yazılarımda Allah, Peygamber ve diğer sevgiler üzerinde durdum. Bugün aileyi kuran kadın ve erkek sevgisi üzerine konuşmak ve yazmak istiyorum. Mutasavvıflar “cimada (cinsel birleşmede) tevhit sırrı vardır,” derler.

        Aşk ve cinsellik her ne kadar farklı anlamlarda kullanılsa da iç içe geçmiş kavramlardır. Toplumda aşk içinde masumluğu barındıran bir kavram olarak nitelendirilirken, cinsellik dürtüleriyse içinde şehveti barındıran kavramlar olarak birbirinden ayrılmıştır.
İki ayrı cinsiyete bakıldığında ise kadınlar cinselliği aşk, sevgi, mutluluk yakınlık diye tarif ederken, erkekler fiziksel ihtiyaç ve zevk olarak cinselliği tarif etmektedir. Bu iki cins arasındaki farklı tarif erkeklerin cinselliği kadınlardan daha keskin bir şekilde aşktan ayırdığını göstermektedir.
Sağlıklı bir kişi için aslında cinsellikle duygusallık arasında keyfi bir ayrım yapmak, gerçeği aşan bir tutum olur. Kadın ve erkeğin birbirine âşık olmasını cinsiyet hormonları sağlamakta ve cinsellikte bu hormonlar sayesinde yaşanmaktadır. Yani cinsellik ve aşk aynı kaynaktan beslenir. Bu sebeple aynı kaynaktan beslenen aşk ve cinsellik arasındaki farkları bulmak pek mümkün değildir, bulunsa bile bulunan bu farklar gerçeği temsil etmeyecektir. Ancak bütün bunların yanında cinsellik olmadan aşk, aşk olmadan cinsellik yaşanamaz demek de mümkün değildir. Fakat aşk olmadan yaşanan cinsellik tam bir cinsellik değildir. Tıpkı cinsellik olmadan yaşanan aşkın tam bir aşk olmaması gibi… Çünkü cinsellik demek sadece iki vücudun birleşmesi demek değildir. Cinsellik iki ruhun birleşmesidir. Eğer iki ruh birleşmeden cinsellik yaşanıyorsa o seks robotik bir ilişki halini alır. Oysa birbirini sevgiyle, aşkla okşayan ve sevişen bir çiftin yaptığı sadece tene dokunmak değil birbirlerinin tenlerinden içeri girerek ruha dokunarak sevişmedir. Ancak bu şekilde yaşanan cinsellik tam anlamıyla bir hazzı yaşatır. Bu yüzden cinsellik sonunda yaşanan boşalma ve orgazm birbirinden farklı tanımlanır.
          Aşk olmadan sevgi olmadan yapılan seks sonunda yaşanan durum boşalmadır. Yani erkeğin sperminin dışarı çıkması, kadının kasılmasıdır. Oysa sevgiyle, aşkla yapılan seksin ardından kişi tam anlamıyla orgazm yaşar. Ruhu ve bütün duyguları o anda boşalır. Derin bir rahatlama yaşar. Boşalmada ise sadece fizyolojik bir hal yaşanır. Kişi tam anlamıyla hazza ulaşamaz.

          Her iki cins içinde aynı durum geçerlidir. Yapılan araştırmalar da göstermektedir ki sevgiyle yaşanan cinsellik mutluluk hormonlarını harekete geçirmektedir. Sevgiyle cinsellik yaşayan her iki cins kendilerinin daha rahatlamış, daha mutlu olarak cinselliği sonlandırdıklarını dile getirmişlerdir. Cinsellik olmadan âşık olunur mu? Sorusuna ise şöyle bir yanıt getirebiliriz. Cinselliği sevişme, ruhları okşama olarak tarif ediyoruz. Yani tam bir penis vajina birlikteliği olmak zorunda değildir. Bu sebeple çiftlerin el ele tutuşması, öpüşmesi, oynaşması ve sevişmesi sekstir. Gerçek orgazm bununla sağlanır. Cinsellikte penis vajina figüran oyunculardır. Asıl kahramanlar ten ve ruhlardır. Ten ve ruhun birleşmesini sağlamak ancak sevgi ve aşk ile olur. Sevgi ve aşkın ön planda olduğu ruhların birleşerek tüm duyguların boşaltıldığı cinsellik yaşayabilme ve yaşatabilme kadın erkek arasındaki sevgide birliktelik en ideal olanıdır.(3)

         Hz. Mevlana kadın erkek ilişkilerini, duygularını ve davranışlarını belki de en güzel değerlendirenlerdendir:                                   

      Allah (Züyyine linnâs..) “Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, cins atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek, insanlara hoş göründü. Bunlar dünya hayatının nimetleridir. Oysa varılacak en güzel yer Allah katındadır.” (Al-i imran/14)

 Ayetine göre kadının muhabbet ve sevgisiyle erkek donatılmıştır. Hakkın bu tertibinden insanlar nasıl kaçabilir? Zira Allah kadını erkeğin sükûn ve teselli bulması için yarattı. Bunun için Âdem Havva’dan nasıl ayrılabilir?

  Bir kimse yiğitlikte Zaloğlu Rüstem bile olsa, ya da Hamza’dan bile ileri geçse, ferman dinlemek hususunda yine de karısının esiridir.

  Sözlerine cümle âlemin mest olduğu Hz. Muhammed bile: “Kellimînî yâ Hümeyrâ” derdi (Bana bir şeyler söyle ey Aişe) diyor.  (C,12425-2428)

        Hz. Mevlânâ bu noktadan itibaren beşerî-maddî âlemin üstüne çıkıp metafizik dünyaya adım atar. Önce sembollere başvurur; erkeği suya, kadını ateşe benzeterek der ki:

 “Her ne kadar su ateşe galip ve baskın ise de, bir kabın içindeyken ateş o suyu kaynatır.

  Ne vakit bir kap ikisinin arasına girse (ateş) o suyu havaya çevirip yok eder.

Görünüşte su ateşe galip olduğu gibi, sen de kadına hâkim isen de gerçekte kadına hem mağlûp hem de talipsin!

Böyle bir özellik ancak insanda vardır. Hayvandaki muhabbet duygusu eksiktir. Bu da hayvanın insandan aşağı olmasından ileri gelir.(4)

Resûlüllah Efendimiz: “Kadınlar; akıllılar ve gönül sâhipleri üzerine galiptir” dedi.

Diğer taraftan cahiller kadına galiptir, çünkü onlar sert ve kaba muameleli olurlar.

Cahillerde incelik, iyilikte bulunma ve muhabbet azdır. Çünkü tabiatlarında hayvanlık galiptir.

Muhabbet ve incelik insanî sıfatlardır. Öfke ve şehvet ise hayvanî sıfatlardır.”

Hz. Mevlânâ der ki:

“Kadın Hakkın nurudur, sâdece sevgili değil, sanki hâliktır, mahlûk değil.”[5]

      İşte kadının gerçek değeri buradan gelir. O, Allah’ın yaratıcı kudretinden vasıflar taşımaktadır. Hayatın devamlılığında büyük vazife görmekte, böylece ilâhî faaliyet ve tecellinin aziz bir rüknü olmaktadır. Belli bir irfan seviyesine varanlara göre: “Kadına muhabbet, onların vücutları aynasında Cenabı Hakkı müşahede edebilmektendir. Maneviyat âlemlerinde mesafe kat etmiş bir erkeğin kadına sevgisi, bir bakıma onun vasıtasıyla ilahî güzelliğin vuslatını dilemek manasını taşır.[6]

      Kadını Hakkın nuru olarak gören ve yaratıcı vasfına vurgu yapan Mevlânâ kadın-erkek denkliğine, her bakımdan bunların birbirinin tamamlayıcısı olduklarına, dolayısıyla tek kalınca ikisinin de eksik ve yarım olacağına işaret eder. Şu benzetme ne hoştur:

Âlemde her cüz” muhakkak kendi çiftini ister. Kehrüba nasıl saman çöpünü çekerse her cüz” muhakkak kendi çiftini çeker.”

Gökyüzü yere “Merhaba” der, “demirle mıknatıs nasılsa ben de seninle öyleyim”

Gökyüzü aklen erkektir, yer kadın. Onun verdiğini bu besler yetiştirir.

Yerin harareti kalmadı mı gök hararet yollar, rutubeti bitti mi rutubet verir.

Bu yeryüzü, hanımlıklar etmekte, doğurduğu çocukları emzirip yetiştirmektedir.

Şu halde yerle göğün de aklı var, böyle bil. Çünkü akıllıların işlerini işliyorlar.

Yer olmasa güller, erguvanlar nasıl biter, gökyüzünün suyu, harareti olmasa yerden ne hâsıl olur?

Dişinin erkeğe meyli ikisinin de işi tamamlansın diyedir.

Bu birlikte âlem baka bulsun diye Allah erkekle kadına da birbirlerine karşı meyil verdi.

Gece de böylece gündüzle sarmaş dolaş olmuştur. Geceyle gündüz görünüşte birbirine aykırıdır, ama hakikatte birdir. (7)

         Kadın erkek sevgisi, Yavuz Sultan Selim’e atfedilen bir şiirde şöyle dillendirilir:

“Şîrler, pençe-i kahrımla lerzan olurken                                          

Bir ahu gözlüye bendetti beni”                                                       

Yani  “bileğimin gücü karşısında aslanlar tir tir titrerken, Allah beni bir ceylan gözlüye esir etti,” diyor.                    

      Musikimizde işlenen en temel konu da yine kadın erkek sevgisidir:                                                                                             

Arpa buğday geç olur

Güzeller güleç olur

Meyil verme güzele,

Ayrılması güç olur.

Şemsettin ÖZKAN

19.02.2020 KONYA

KAYNAKLAR

1- kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3- dpsikolog.com

4-ak ademik.semazen.net

5- Mesnevi, I, 2420-2437; Kenan Rifai, Şerhli Mesnevi-i Şerif, s. 346, beyit: 2455-2574, Kubbealtı neşriyatı, İstanbul, 2000.                                                                                                                                  [6] Bk. Kenan Rifai, Şerhli Mesnevi-i Şerif, s. 350,

[7] Mesnevi, III, 4402-4418.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir