BALIĞIN GÖNLÜ ÇÖLE VURULURSA

            (Toplumsal İlişkiler 9)

Trilye, Mudanya/ BURSA


مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِۚ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضٰى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُۘ وَمَا بَدَّلُوا تَبْد۪يلاًۙ “İnananlardan öyle erkekler var ki, Allah’a verdikleri sözde sadakat gösterip; kimi (şehit olarak) adaklarını gerçekleştirdi kimi de (şehit olmayı) beklemektedir. Ve onlar sözlerinden asla caymadılar.” (ahzab/23)

“İnananlardan öyle erkekler var ki, Allah’a verdikleri sözde sadakat gösterip; kimi (şehit olarak) adaklarını gerçekleştirdi kimi de (şehit olmayı) beklemektedir. Ve onlar sözlerinden asla caymadılar.” (ahzab/23)

          Çöle âşık balık, ateşe yanmış su, pervaneye âşık kelebek… Aşkın denizinde akıllar durulmuş. Dışarıdan bakanlar için, tam bir akıl tutulması. Aman Allah’ım, nasıl bir imtihandır bu? Sudan çıkmaması gereken, hayata tutunabilmesi için, ona muhtaç olan bir canlının çöle yanması. Nasıl bir aşktır bu böyle, kendini feda eden?

          “Aşkın denizinde aklın dalgaları durulur. İmtihan bu ya, balığın gönlü tutar çöle vurulur” der, Hz. Şems-i Tebrizi.  “Öyle ucuz değil gül koklamak, gül koklayan ele diken batmalı, aşka gönül veren aşkın kapısında yatmalı” der Hz. Mevlana’da.

          O halde aşk nedir? Aşk bir kimseye ya da bir şeye karşı duyulan aşırı sevgi ve bağlılık duygusudur.   

           Arapça ˁşḳ kökünden gelen ˁişḳ عشق  “şiddetle sevme, şiddetli ve yakıcı sevgi” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça ˁaşeḳa عشقة  “1. sarmaştı, sıkıca sarıldı, 2. âşık oldu” sözcüğünün mastarıdır. Bu sözcük Aramice/Süryanice ˁāşaḳ עָשַׁף  “karışma, haşir neşir olma, bir şeyle uğraşma” sözcüğü ile eş kökenlidir.

          Bir şeyi sarıp sarmalayan, hatta zamanla sarıp, doladığı şeyi öldüren sarmaşık için aşeka denilmiş. Sarmaşık girdiği yeri işgal eder, her yeri sarıp sarmalar, bu sarıp dolamalar sıkıca, şiddetli ve yakıcıdır. En büyük aşk Allah, sonra Hz. Muhammed (s.a.v) aşkı ve sonra diğer sevgiler gelir. Erich Fromm’da, bütün sevgilerin kaynağının Tanrı sevgisi olduğunu, diğer sevgilerin de ondan doğduğunu söyler.

           Yukarıdaki ayette zorluklara göğüs gererek sırf Allah’a olan aşklarından ötürü şehit olan ve onun uğrunda ona bağlılık ve sevgilerinden ötürü ölmeyi bekleyen Bedir savaşındaki inananlar kast edilmektedir.

           Sahabeden, Osman b. Affan, Talha b. Ubeydullah, Amr b. Fudayl, Hamza, Mus’ab b. Umeyr ve Enes b. Nadîr (r.a) Rasûlullah (s.a.v)’in yanında hangi savaşta bulunurlarsa bulunsunlar, kendilerini sebat edip şehit oluncaya kadar çarpışmaya adamışlardı. Onlardan; Hamza, Mus’ab b. Umeyr ve Enes b. Nadîr gibi bazıları şehit oldular, bazıları da (Osman ve Talha) sonradan şehit oldular.

          Aşağıda anlatılan Hifa Hatun’un Allah ve elçisine olan aşkını anlatan hikâyesi beni her zaman etkilemiştir.

          Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında Hifa Hatun isminde bir sahabe annemiz vardı. Bu hanım sahabe çok ama çok güzeldi. Onunla evlenebilmek için birçok sahabe kese kese altın yollar, kimi develer hediye ederdi ama Hifa Hatun hiçbirini kabul etmezdi. Bir gün Hifa Hatun, Peygamber Efendimize (s.a.v); “Ey Allah’ın Resulü bana öyle bir ibadet buyurun ki Allah’ın rızasını kazanayım” dedi.
        Hifa Hatun Peygamber Efendimizden namaz veya oruç gibi şeyler beklerken Peygamber Efendimiz (s.a.v); “Ey Hifa, bekâr insanın imanı yarımdır, sen evlen ki imanın tamam olsun” buyurdu.
Hifa Hatun; “Ey Allah’ın Resulü ben yalnız Allah rızası için evlenirim o zaman evleneceğim kişiyi de siz belirleyin” dedi.
        Orada bulunanlar merakla bakarak acaba Peygamber Efendimiz kimi seçecek, Hifa Hatunla kimin evlenmesini isteyecek diye düşündüler. Peygamber (s.a.v); “Yarın sabah namazına ilk gelenle Hifa Hatunu evlendireceğim” buyurdular.
        Onunla evlenmek isteyenler, sabah ilk ben mescide gideceğim, hatta bazıları acaba uyumasam da sabah ilk ben mi gitsem, diye içlerinden geçirdiler.
        Öte yandan adı Suheyf olan bir sahabe de vardı. Bu sahabe ise parası olmadığı hatta başını sokacak bir evi bile olmadığı için hiç böyle bir niyeti taşımıyordu.
        Suheyf (r.a), nerede yemek bulursa orada yemek yer, nerede uykusu gelse orada uyur, devamlı Allah Teala’ya ibadetle meşgul olurdu. Kendisini Hifa Hatun’a asla layık görmez. Allah Teala’nın takdirine bakın ki Hifa Hatunla evlenmek için niyetlenen her sahabenin uykusu geldi ve hepsi uykuya kaldı. Mescide ilk giden ise Suheyf (r.a) oldu. Namaz kılındıktan sonra Efendimiz (s.a.v) Hifa Hatunu çağırtıp; “Seni Suheyf ile evlendirmek istiyorum” deyip ve Suheyf’e dönerek; “Sen hanımına mihr olarak ne verebilirsin?” buyurdu.
       Suheyf (r.a) her iki elini açıp; “Ey Allah’ın Resulü benim bir şeyim yok ki” diyecekken Hifa Hatun, Suheyf (r.a) diğer sahabelerin içinde mahcup olmasın diye bir kese içerisinde ona altın vererek, bunu mihri olarak vermesini söyledi.
Daha sonra evlendikleri ilk gün Suheyf (r.a), hanımı Hifa Hatuna dedi ki; “Ey Hifa! Sen benimle sadece Allah (c.c) rızası için evlendin. Bu nedenle sen sabretmek, ben de senin gibi Müslüman ve dinine sadık biri ile evlendiğim için şükretmek zorundayım. Gel iyisi mi biz seninle bu ilk gecemizi ibadetle geçirelim”
         Sabaha kadar ibadet edip, her secdede gözyaşı döktüler. Sabah olunca Suheyf (r.a) mescide gitti. Namazdan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v); “Ey Suheyf, gece ne yaptığınızı sen mi anlatırsın yoksa ben mi anlatayım?” buyurdu.
         Suheyf (r.a) ise; “Allah ve Resulü daha iyi bilir”
Rasulullah (s.a.v); “Sizin geceki halinizden dolayı Allah (c.c) sizin tüm günahlarınızı affetti” buyurdu.
         Bunun üzerine Suheyf (r.a); “Ey Allah Resulü, ne olur bana dua edin de, o halde ben bir daha günah işlemeden Allah (c.c) benim ruhumu alsın” dedi ve oracıkta ruhunu Rahman’a teslim etti. Bu olay üzerine sahabeler; “Ey Allah’ın Resulü, gece onların hali nasıldı?” diye merakla sordular.
Peygamber (s.a.v) buyururlar ki; “Onlar bütün gecelerini Allah için ibadetle geçirdiler.” Orada bulunanlar şaşırınca Efendimiz (s.a.v); “Size şaşıracağınız bir haber daha vereyim mi? Az önce Hifa Hatun da evde vefat etti” buyurdu.

           Dünya edebiyatının en acıklı aşk hikâyelerinden biri olan Leyla ile Mecnun hikâyesi de şahsi kanaatime göre bu mevzunun en zorlularından sayılır. Burada onlardan söz etmeden geçmek olmaz.

           Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur. Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır. Bu iki genç birbirlerine âşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen bu macerayı Leyla’nın annesi öğrenir. Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez. Kays okulda Leyla’ yı göremeyince, üzüntüden çılgına döner, başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar.

     Mecnun’ un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla’yı isterse de Mecnun (deli, çılgın) oldu diye Leyla’ yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun’ u çölde bulur.
Halbuki o, çölde ahular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve mecâzi aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâ’yı tanımaz. Babası Mecnun’u iyileşmesi için Kâbe’ ye götürür. Duaların kabul olduğu bu yerde Mecnun,
kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahü Tealâ’ya dua eder:

“Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni.”

Duası neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar. Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir.
       Bir zaman sonra ailesi, Leylâ’yı İbn-i Selâm isimli zengin ve itibarlı birine verir. Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de
mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm’ ı vuslatından uzak tutmayı başarır.
       Mecnun, çölde, Leylâ’ nın evlendiğini arkadaşı Zeyd’ den işitince çok üzülür. Leylâ’ ya acı bir sitem mektubu gönderir. Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnun’ a anlatır.
Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder. Bir müddet sonra Mecnun’ un ahı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner. Birçok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnun’u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnun, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ’nın maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnun’u bulduğu hâlde, Mecnun onu tanımaz. Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür. Mecnun, Leylâ’nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler;

“Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez
Cânânsuz cihân gerekmez”
der, kabri kucaklayarak ölür.
       Bir müddet sonra Mecnun’un sadık arkadaşı Zeyd rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. “Bunlar kimdir?” diye sorunca, derler ki: “Bunlar Mecnun ile onun vefalı sevgilisi Leylâ’dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular.”

        Evet, sevgili dostlar, birini aklınızdan silebilirsiniz ama kalbinizden atmanız mümkün mü? O da, başka bir hikâye… Başka hikâyelerde buluşmak ümidiyle aşk olsun, aşkla kalın efendim…

 Şemsettin ÖZKAN

28.11.2019 KONYA

Kaynaklar:

1-kuran.diyanet.com.tr

2- etimolojiturkce.com

3-yeniasir.com.tr

4-kuranmeali.com

5- www. canim.net

BALIĞIN GÖNLÜ ÇÖLE VURULURSA” için 3 yorum

  1. Leyla’nın sokağındaki köpeğin gözlerinden öper Mecnun. Psikologlara göre bu bir davranış bozukluğudur. Edebiyatçılar ise bu davranışın önünde saygıyla eğilir…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir