AŞIKLARIN YOLUNA YOKLUKLA GERÇEKLİKLE GELİRSEN TEBRİZLİ ŞEMS SENİ ERLERİN SOHBETİNE ALIR ER EDER

(Toplumsal İlişkiler 501)


وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِصٖينَ لَهُ الدّٖينَ حُنَفَٓاءَ وَيُقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ وَذٰلِكَ دٖينُ الْقَيِّمَةِؕ
Oysa onlara, tertemiz bir inançla bir tek Allah’a yönelerek ve her konuda O’nun hükmüne boyun eğerek yalnızca O’na kulluk etmeleri, namazı dosdoğru kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti; işte budur,insanı kurtuluşa iletecek dosdoğru din!” (Beyyine/5)

Hz. Mevlana; “aşıkların yoluna yoklukla, gerçeklikle gelirsen Tebrizli Şems seni erlerin sohbetine alır, er eder” der. Yani adam eder. Öyle ben de senin müridim olayım diyen herkesi Hz. Şems yanına almamıştır. Ama Hz. Mevlana için Tebriz’den Şam’dan kalkıp Konya’ya gelmiştir. Çünkü Hz. Mevlana’nın hiçlik makamında olup olmadığını, gerçeklerle yüzleşip yüzleşemediğini, rektörlük makamı gibi bir makamı terkedip edemeyeceğini test etmiştir.

Hz. Pir bu sınavların herbirini geçip erlik, adamlık makamına ermiştir. Üstelik bu imtihanların hiçbiri o kadar da dışarıdan gözüktüğü gibi kolay olmamıştır. Halkın nazarında rezil rüsvay olma, nefsini, enesini, benliğini yerle bir etme gibi enterasan sınavları .hz. Mevlana başarıyla geçmiştir.

Hz. Şems-i Tebrizi öyle her adamın kaldıracağı biri değil. Bir kere dili sivri ama sinsi değil. Söyleyeceğini dobura dobura konuşan. Asla insanların nefsini okşayan konuşmalar yapmayan biri. Bu yüzden halkın teveccühünü kazanmak gibi bir derdi yok. Tam tersine halkın öfkelenmesine neden olmuş. Üstelik Mevlanamızı bizden kopardı, vaaz vermesini engelledi diye insanlar ona adeta ateş püskürüyor. Geliniz bu kutlu insanı Şemsabad (Kitab-ü Usul-i’l Aşk ) adlı tarihi romanımdan tanımaya çalışalım:

Tebriz kentinin, sepet ve zembil öreni Ebubekir Sellabaf sepetçi Ebubekir’in, müridi. Makam ve derecelerde yükselmede şeyhlerini de geçen, bu arzusuna ermek için, dünyayı dolaşan, bu yüzden de, kendisine Şems-i Perende yani uçan Şems denilen, namı diğer Şems-i Tebrizi. Ebubekir Sellabaf, Kirmanlı şeyh Evhaduddin, Secaslı şeyh Rükneddin, Tebrizli şeyh Şahabeddin Mahmud, Centli baba Kemal’e kadar durmadan arayış, arayış…

İlahi aşk noktasında, birinci kümede olan bu kutlu kişi, kendini anlayacak, sohbetinden zevk alacak, manevi aşk denizlerine dalacak, frekansları birbirini tutacak, hakiki aşkla birbirine kenetlenecek, her yönden kendini tatmin edecek, kısacası kendine gerçek bir dost aradığı günlerde, yalvarıp yakarıp, ağlayarak uykuya daldığı gecelerden birinde, aradığı zatın, diyar-ı Rum’da olduğu; “seni, Rum diyarında bir velinin sohbetine erdireceğiz, ama daha vakti gelmedi, işler zamanına bağlıdır” müjdesiyle uyanacak, Konya yollarında bu arayışını sonlandıracaktır. Konya şayet İkonium’dan dönüştürülmemiş olsaydı bugün belki de Şemsâbad bol güneşli yer, anlamında Şems-i Tebrizi’ye atfedilerek anılacaktı. O Şems yani güneş ki, Mevlana üzerinde gerçekten güneş etkisi yapacak, tohumların baharın güneşi görünce dirilip filizlendiği gibi uyanacak, dirilecek, kaynağından patlayacak ve etrafını sulamaya uyandırmaya ve eser vermeye başlayacaktır.

Mevlana ki, hayatı boyunca, ruhu aşkla yanan hakiki âşıkları arıyordu:

Bana öyle bir âşık gerek ki, içindeki alevden kıyametler kopmalı, gönlünün hararetiyle ateşleri bile kül etmeli! Gökler onun güneşleri bile solduran nuruna bakıp da ‘Maşallah, Maşallah’ demeli!” diyerek güneşi, Şems-i Tebrizi’yi bekliyordu. O da bu koskoca durgun okyanusunda Şems fırtınaları ve kasırgaları koparmak için, can atıyordu.

Şems daha çocukluğundan beri gönlü geniş ruhu gezgin özgür bir dervişti. Kendinden geçercesine ilahi aşka dalmıştı:

Henüz erginlik çağıma girmemiştim. Aşk deryasına daldım mı, 30-40 gün hiçbir şey yiyemezdim. İstekten kesilir, günlerce açlığa ve susuzluğa katlanırdım. Bir gün babam bana çıkıştı; ‘Oğlum dedi, ben senin bu halinden bir şey anlamıyorum, bunun sonu nereye varacak? Bu davranışlar seni felakete götürecek.’ Ben ona şu karşılığı verdim:

Baba, seninle benim babalık ve evlatlık ilişkimiz neye benzer bilir misin? Bir tavuğun altına tavuk yumurtalarıyla karışık bir de kaz yumurtası koymuşlar. Vakti gelip de civcivler çıktığı zaman bunlar hep birlikte analarının ardına düşer giderler, yolda bir göle rastlayınca, kaz yumurtasından çıkan civciv hemen kendini suya atar. Bunu gören ana tavuk;

Eyvah! Yavrum boğulacak’ diyerek çırpınmaya başlar. Hâlbuki kaz yavrusu neşe içinde suda yüzmektedir. İşte seninle benim aramdaki fark da böyledir.”

Yine Şems çocukluk günlerinde göklerde melekleri, yerlerde ve göklerde birçok olayları ve kabirdekilerin hallerini görür, herkesi de kendisi gibi sanırmış. Ama sonradan anlamıştır ki, bunları başkaları göremiyor. Şeyhi sepetçi Ebubekir de bunları herkese söylemesini yasaklamıştır.

Ancak zamanla Şems, şeyhinin ya da şeyhlerinin, hayatın sırlarını çözme konusunda, ona rehberlik yapamayacakları bir varoluş düzeyine ulaştı. Bundan sonra o, tıpkı Sokrates gibi tam kemale, olgunluğa ulaştırılmış sesini duymaya başladı. Geleneksel hayatın sınırlılıklarının farkına vardı. Klasik tasavvuf anlayışına başkaldırdı. Geleneksel âlim ve kelamcıları sık sık eleştirmeye başladı. Bunları örnek almaktansa gerçek benliğini keşfetmek için, içe döndü. Gezileriyle, kendini sürgün ettirmesiyle mükemmelliğe ulaştı. Dobra dobra konuşan açık sözlü biriydi. Senelerce başarısız kalan, ruh ikizini, cana yakın dostu, kendi potansiyel ruhunu bulduğu, Mevlana’da bulacaktır. Böylece iki deniz (merace’l Bahreyn), aşkın çekim merkezi Şemsâbad ’da buluşacaklardı.

Bu iki okyanusun, bir şekilde, mutlaka karşılaşması gerekiyordu. Çünkü bin iki yüz ve üç yüzlü yılların terör, kaos ve savaş ortamına, barış mesajları verilmesi ve yeni bir İslami yorum katılması şarttı. Anadolu Moğol saldırılarından bıkmış, samimiyetten uzak bir din anlayışı, insanlığı eziyordu. Sahteliklerin önüne geçilebilmesi için, Anadolu’nun ve dünyanın, bu iki velinin içtenliğine ihtiyacı vardı. Bu iki deniz, değişimlere direnmek yerine, değişimin önderleriydi. Hayata rağmen değil, yaşamla birlikte akacaklardı. Düzenim bozulur diye, bir endişeleri de yoktu. Biri yerini yurdunu terk etmiş, diyar diyar geziyor, diğeri ise, üniversite rektörlüğünü terk etmiş, insanların ayıplamalarına maruz kalmış, hayatları altüst olacak diye korkakça bir tavır sergilememişlerdi. Kim bilir belki de, hayatın altı, üstünden daha iyi olacaktı. Maşukunu bulmak için Şems, başını ve canını vermeye çoktan razıydı.

Şemsettin ÖZKAN

29.10.2021 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-Şemsettin ÖZKAN, Şemsabad (Kitab-ü Usul-i’l Aşk) adlı tarihi romanımdan alıntı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir