(Toplumsal İlişkiler 443)
اِقْرَأْ كِتَابَكَؕ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسٖيباًؕ
“(Ahirette de kendi hayat kitabımız, yani canlı çekim kayıtlarımız, yine bize seyrettirilip: “Kulum) Oku (amel) kitabını; bugün hesaba çekici (ve sorgu hâkimi) olarak nefsin sana yeterlidir” (buyurulacaktır).” (İsra/14)
Hayatımızda en çok yapılan yanlışlardan biri de karşımızdaki insanı hakkımız olmadığı halde yargılamaktır. Çok yorum yapar, acımasızca eleştiririz. Yerden yere vururuz. Demediğimizi bırakmayız önyargılarımızla hiçbir günahı olmayan zavallı birini belki de.
Aslında hiç kimse bir başkasını yargılayacak kadar kusursuz değildir ama bunu kendinin yapabilecek hakkı olduğunu düşünecek kadar da hadsizdir. Birinin hayatının bir dönemine bakarak hemen yargılayıveriyoruz. Günahından haberin var ama ya onun tövbesinden haberin var mı?
Hz. Mevlana der ki; “kimseyi geçmişiyle yargılama! Elmas da işlenmeden önce kömürdü.” Ne çok seviyoruz başkalarını yargılamayı. Yüce Yaratan bile birden yargılamayıp insanı öldükten sonra ahiret hayatına bırakmışken biz kim oluyoruz da insanları birden ipe çekiyoruz? Acımasızca eleştiriyor, yerin dibine geçiriyoruz?Sahi bu hakkı biz nereden elde ettik ki? Böyle bir hakkımız var mı? Tanrı mı da bu insanlar onları kusursuzluk zırhıyla kaplıyoruz. Hata edemez varlıklar olarak telakki ediyoruz. Hatasız kusursuz bir varlık varsa o da Allah değil midir?
Yanlış
yoldayız dostlar! Bir Kızılderili atasözü; “birini yargılamak
istediğin zaman gökte üç ay değişene kadar onun ayakkabılarıyla
yürümelisin” der. Karşındakini anlamadan kem küm edip konuşma.
Yargılama, anlamaya çalış. Anlamak içinde sevmen lazım. Şems-i
Tebrizi 16. kuralı şunu öğütler bize;
“Kusursuzdur
ya Allah, O’nu sevmek kolaydır. Zor olan
hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaradılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne de layıkıyla sevebilirsin.” Geliniz bu mevzuyu Şemsâbad (Kitab-ü usul-il AŞK) romanımdan bir alıntıyla noktalayalım:
“Aşk ve ruh inceliği, insanlara mahsus sıfatlardır. Sertlik ve şehvet ise hayvanların sıfatıdır. Bu demektir ki, insanın sevdiği kadına karşı duyduğu aşk ve cevri cefasını çekmesi boş değildir. Çünkü kadın, Allah güzelliğinin yeryüzüne vurmuş bir nurudur. Sadece sevgili değildir.”
Mevlana kadınlar ne büyük varlıklardır, bizim için; annedirler, bizim için eştirler, bizim için kızımızdırlar hâsılı toplumdurlar diye düşünürken, etrafındakiler de uzun süredir kadınsız yaşamanın, peygamberimizin; “Neha an’it tebettüli” yani ‘Allah resulü bekâr yaşamayı yasakladı’ buyurmuyor mu? Hadisini hatırlatıyorlardı.
Ama kiminle, nasıl olacaktı? Küfüv, yani dengini nasıl bulacaktı? Ön ayak olanlar olacak mıydı? Hiçbir şey bilmiyordu? Gevher Hatun’un yerini doldurabilecek miydi? Çocukları yeni geleni kabullenecek miydi? Sorular soru içinde her şey çok karışıktı. Sadreddin Konevi, dul yaşayan birinden söz etmişti. Herhalde çocuğu da vardı. Hatta sonradan Müslüman olmuş Rum mahallesinde oturduğunu, kocasından kalma bir evde kaldığını, adının da Kerra Hatun mu olduğunu söylemişti? Münasip bir zamanda dünür olarak teklif edip gitmeyi söylemişti. Öylece bekliyordu işte. Allah, kusursuz olunca, onu sevmek kolaydı. Asıl zorluk, hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmekti. Kişiler, ancak sevildiği ölçü de bilinebilirdi. Gerçekten kucaklamadan ötekini, Yaratan’dan ötürü, yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebileceğiz, ne de layıkıyla sevebileceğiz. Mezardan ayrılıp çıkıyordu ki, bir atlının kendisine doğru geldiğini gördü. Atlı Mevlana’yı görünce atından inerek:
“-Selamün aleyküm pirim” dedi ve Mevlana’nın elini öptü.
Mevlana:
“-Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve berakatüh ” diye mukabelede bulundu.
Atlı:
“– Nasılsınız efendimiz ?(Ya Mevlana)
“-Elhamdülillah iyiyiz, Rabbimize duacıyız Baturalp Hamza. Merhum eşimi ziyarete geldim, bir hasbihal edivereyim dedim. Onsuz hayata bir alışamadım, zor geliyor böyle yaşamak ama ne yapalım kader.
“-Eşiniz vefat edeli çok mu oldu efendimiz? Başınız sağ olsun.”
“-Sen buralarda yoktun galiba. Hepey zaman oldu.”
“-Evet, efendim sürekli Konya dışına görev icabı çıkıyorum.”
“-Sen zaten bekârdın, bu görevlerden ötürü hiç evlenmeye vakit bulamamışsındır.”
“-Doğru efendim, hiç zaman bulamadım. Fırsatını bulursam inşallah hemen evleneceğim, sizi de dünürcü başı göndereceğim.”
“-İnşallah, peki var mı birisi?
“-Var efendimiz.”
“-Senin varmış, ama daha yoluna koyamamışsın. Bizimse yok, yoluna koyabilmek için. Süleyman aleyhisselam’ın ayağına gelen yüzlerce erkeğin aklından daha üstün bir Belkıs gibi birini bulabilirsek tahtı, şöhreti terk edip sadece Allah’a kul olan edepli, ahlaklı görgülü birini bulabilirsek. Bekârlık zor be Baturalp Hamza!”
“-Aslında… Öyle biri var gibi efendim!”
Şemsettin ÖZKAN
24.08.2021 GÜZELYALI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-Şemsettin ÖZKAN, ŞEMSÂBAD (Kitab-ü usul-i’l Aşk) adlı tarihi romanımdan alıntı