“Ruhlara şifadır, sevgilileri sevdiğine, hastaları çaresine kavuşturur.”
HZ. MEVLANA DER Kİ:
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla
“ Ben her toplulukta ağlayıp inledim. Kötü hallilerde de eş oldum, iyi hallilerde de. Herkes kendi düşüncesine göre benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları araştırmadı. Benim sırrım feryadımdan uzak değildir, ancak her gözde onu görecek nur, her kulakta onu işitecek kudret yok. Beden ruhtan, ruh da bedenden gizli kapaklı değildir, lakin ruhu görmek için kimseye izin yok. Bu neyin sesi, aşk hüznünün ateşidir, hava değil… Kimde bu ateş yoksa, kendisi de yok olsun!..” (5-9. Beyitler)
Evrende her şey zıddıyla kaimdir yani vardır. Farklı ve zıtların birlikteliği vardır şu âlemde. Siyah beyaz, gece gündüz, kadın erkek, aydınlık ve karanlık vb. gibi örnekleri çoğaltabiliriz. İyi kötü, güzel çirkin, yaş, kuru, uzun kısa, hâsılı kötü halli, iyi halli insanların varlığı söz konusudur.
Her oluşum her organizma kendi içinde kendi varlığını ve zıddını taşır. Bize iyiyi, en güzel kötü anlatır, kötüyü görünce iyiliğin kıymetini daha iyi anlarız. Işık karanlıkta daha güzel parlar, erkeğin ancak kadının yanında bir anlamı vardır. Metinde geçen kötü halli, (insanoğlu) nefsinin egosunun esiri olandır. İyi halliler (insan) ise; Hakk’a bağlı, bedeniyle değil, ruhuyla insan olduğunun bilincinde olandır. Bu tipler; olgun, güngörmüş ve insanı ötekileştirmeden her şeyi yerli yerine koyan ruhsal zekâya sahip insanı kâmillerdir.
Olgun insanı (kamil insanı) tanıyabilmek öyle kolay değildir. Onu anlayabilmek için ruh gözüyle bakmak lazımdır. Yani hâl ehli olmalı ki insan, ondaki sırları çözebilsin. Bu da öyle prof olup ağzı güzel laf edip, şekle surete bürünüp, ilim sahibi olmakla da olmaz.
“Sır” ile kast edilen, Hz. Mevlânâ’nın latif olan ruhudur; feryat, (inlemeler) ise; ilâhî sırlar ve rabbani gerçeklere dair söylenen sözlerdir. His gözü ve his kulağı bu sırları anlayamaz. Hz. Mevlânâ demek istiyor ki: “Benim sırrım ve ruhum, benim sözlerimden uzak değildir; fakat cismin his gözünde ve kulağında benim bâtınımı görecek ve ruhumun seslerini işitecek derecede bir ışık ve mecal yoktur.”
İçin için yanar gönlüm ateşe lüzum yok
Neden niçin ağlar gönlüm beyana lüzum yok der, sanki Mevlana.
“Beden ruhtan, ruh da bedenden gizli
kapaklı değildir; fakat bir kimseye ruhu görme izni yoktur.”
Göze görünen cisim, göze görünmeyen ruhtan ve göze görünmeyen ruh, göze
görünen cisimden gizli kapaklı değildir; fakat o ruhun kendini ve cevherini his
gözüyle görmek için hiç kimseye izin verilmemiştir. Çünkü ruh madde âleminden olmadığından, soyut
olarak kendisinden bir eylem olmaz. Fiilin meydana gelmesi için somut âlemden
bir aygıt olması gerekir ki, o da insanın bedenidir.
“Bu neyin sesi aşk hüznünün ateşidir, hava değildir. Kimde bu ateş
yoksa, yok olsun.”
“Ateş” ile kast edilen, ilâhî aşktır.
Kendi aslından uzak düşen her kimse evvelki kavuşma zamanını ister; çünkü kendi
aslının âşığıdır. Her kimde aslına ulaşma aşkının ateşi yoksa o kimse önce zaten
kendi sanal olan varlığıyla yok olsun. Hz. Mevlana’da bu ateşi çok iyi
gözlemliyoruz. Çeng (bir çeşit saz), ve ud enstrümanlarının sesini dinlediğinde
(ente hasbi, ente kafi ya vedud) diye inlediklerini işittiğini söyler. Yine
leyleğin sesine kulak verdiğinde de “ilahi hamd senin, şükür senin, mülk de
senindir” diye seslendiğini söyler. Musikide formül şudur: “Aşk olmayınca meşk
olmaz.”
Mevlana’nın sözlerinden eğitim modelinin ( kapsayıcı eğitim) herkesi kapsayan bir model olduğunu ifade edebiliriz. Din, dil, mezhep, meşrep, ırk, coğrafya ayırmaksızın herkese ulaştığını, herkesin istidat ve kabiliyetine uygun davranıldığı ve bugünkü eğitim modellerine yakın bir yaklaşım tarzını benimsediği rahatlıkla anlaşılabilir.
İnsan bir şeyi zıttı ile anlar, kıyas ile kavrar.Çokluk olmasa birliğin, çok renk olmasa renksizliğin, kötülük olmasa iyiliğin, çirkinlik olmasa güzelliğin ve bilhassa ölümün yani yokluk olmasa varlığın ne kıymeti, ne hikmeti bilinir. Yine bunun içindir ki yeryüzünde kâfirler, sapıtmışlar, azmışlar, ahlâksızlar ve imansızlar yanında nebiler, velîler, mü’minler ve saf gönüllü ve yaratana bağlı sâdık ruhlu insanlar vardır.Gece olmazsa, gündüzün kıymet ve derecesi anlaşılmaz. Allah, kendi mutlak isim ve sıfatlarını, bir parça kavratmak ve idrak ettirmek için farazi zıtlar ve itibari ölçüleri yaratıp insanın eline vermiş. Ta ki, insan, kıyas yolu ile Allah’ı bilebilsin.
Sözünüzü paylaşım yapacağım müsadeniz ile