YOLU DOĞRU OLANIN YÜKÜ AĞIR OLUR

(Toplumsal İlişkiler 264)


فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْاۜ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
O hâlde, ey Peygamber ve ey İslâm toplumunun önderi!Rabb’inin yolunda hedefe doğru adım adım ilerlerken, sağa sola sapmadan, yalpalamadan yoluna devam et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol! Sadece sen değil, günahlarından tövbe edip senin yanında yer alan diğer Müslümanlarda böyle olsunlar! Ve sakın ilâhî yasaları ihlal ederek yâhut hak ve adâlet sınırlarını aşarak azgınlık etmeyin! Unutmayın ki Allah, yaptığınız her şeyi görmektedir.”(Hud/112)

İstikamet üzere olmak ne güzel. Sırat-ı müstakim’de olmak ne iyi! Özüyle, sözüyle, niyetiyle, eylemleriyle insanın dosdoğru olması ne muhteşem!

Güzel olmasına güzel, iyi de doğru insanların yükleri, heybeleri de bir o kadar da ağırdır dostlar! Her türlü eza ve cefayı çekmeye namzettirler. İnsanların en mükemmeli Peygamberler de bu konuda en çok sıkıntı çekenlerdir.

Örneğin İbrahim -aleyhisselâm- Cenâb-ı Hak ile dostluk yolunda ne büyük çileler çekti. Gönül meyvesi olan evlâdıyla imtihan olundu. Malıyla imtihan olundu. Ateşe atılmak sûretiyle canıyla imtihan olundu. Lâkin Allâh’a olan engin tevekkül ve teslîmiyeti sebebiyle hepsinden de muvaffakıyetle geçti. Neticede Halîlullah oldu, Allâh’a dost oldu.

Eyyûb -aleyhisselâm- bütün musîbet ve sıkıntılarına rağmen, hâlinden şikâyetçi duruma düşmemek ve takdîre rızâda kusur göstermemek için, hastalığını Cenâb-ı Hakk’a arz etmekten, kendisi için sıhhat ve âfiyet dilemekten bile çekindi. Nihâyet zevcesinin ısrarları karşısında sadece:

“…(Rabbim!) Başıma bu iptilâ geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin!..” (el-Enbiyâ, 83) diye niyazda bulundu.

Bu duâ üzerine Cenâb-ı Hak, kullukta dâim olanlara bir rahmet hâtırası olmak üzere onun derdini giderdi, hastalığına şifâ verdi ve kendisine yeniden mal ve evlâtlar lûtfetti. Cenâb-ı Hak sabır, şükür ve hâle rızâ makâmında zirveleşen Eyyûb -aleyhisselâm- için:

“…O ne güzel kuldu!..” (Sâd, 44) iltifatında bulundu.

Yusuf -aleyhisselâm- kardeşleri tarafından kuyuya atıldı, çok sevdiği babasına uzun bir müddet hasret yaşadı, iftiraya uğradı ve neticesinde senelerce zindanda kaldı. Fakat bir an dahî düştüğü bu mihnet ve sıkıntıdan dolayı Cenâb-ı Hakk’a karşı isyâna sürüklenmedi. Kulluk şuur ve idrâkiyle sabretti. Cenâb-ı Hak da en sonunda onu Mısır’a sultan yaptı ve bütün sevdiklerine kavuşturdu.

Mûsâ -aleyhisselâm- inatçı ve nankör bir kavimle binbir türlü sıkıntı yaşadı. Onların îmâna gelmesi için çok gayret gösterdi. Lâkin onlar en ufak bir boşlukta dâimâ isyan ettiler. Cenâb-ı Hakk’ın onlara olan büyük ihsanlarını gördükleri hâlde; “…Sen ve Rabbin gidip savaşın! Biz burada oturacağız!” (el-Mâide, 24) diyecek kadar küstahlaştılar.

SâlihHûd ve Şuayb -aleyhisselâm-; îmâna davet için hak ve hakîkati anlatmak istediklerinde devamlı kavimlerinin taşkınlıklarıyla karşılaştılar. Hattâ kavimleri tarafından;

“–Eğer tevhîdi tebliğden vazgeçmezsen seni öldürürüz!” tehditlerine muhatap oldular.

Lût -aleyhisselâm- ahlâksızlıkta hayvanlardan daha öteye geçmiş bir kavimle ne büyük bir çileye muhatap oldu! Kendi hanımı bile fâsıkların tarafında yer aldı.

Nuh -aleyhisselâm- dokuz yüz elli sene kavmini hidâyete dâvet etti. Oğluyla imtihan edildi.

Yine bu kıssalar içerisinde Ashâb-ı Uhdûd’un, ateş dolu hendeklerin içine atıldığı, ilk Îsevîlerin Roma sirklerinde aslanların dişleri arasında can verdiği, Habîb-i Neccar’ın zâlim bir kavim tarafından taşlanarak şehid edildiği, Firavun’un sihirbazlarının ise Mûsâ -aleyhisselâm-’a îman etmeleri sebebiyle kolları ve bacaklarının kesilip hurma dallarına asıldığı nakledilmektedir. Lâkin onlar bir an dahî îman zaafiyetine uğramadılar. Devamlı:

“…Yâ Rabbi! Üzerimize sabır yağdır ve canımızı müslümanlar olarak al!” (el-A‘râf, 126) diyerek son nefeslerinde îman mücâdelesi verdiler ve şehîden Rab’lerine kavuştular.

Kur’ân-ı Kerîm’de bahsedilen Ashâb-ı Kehf de, zâlim Dakyanus’un zulmünden kurtulmak ve tevhîdi yaşamak için bir mağaraya sığındılar. Cenâb-ı Hak da onları üç yüz dokuz sene o mağarada muhâfaza eyledi.

Mükemmel bir örnek şahsiyet olarak insanlığa armağan edilen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hayatı ise, çileler ve ıztıraplar manzûmesidir. Nitekim kendisi bu hâlini; “…Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere mâruz kaldım…” buyurarak ifâde etmişlerdir. (Tirmizî, Kıyâmet, 34/2472)

Ancak çektiği çilelerin hiçbiri, Allah Rasûlü’nün metânetini ve muvâzenesini bozamamıştır. O, bütün bunları büyük bir olgunluk ve rızâ hâliyle karşılamıştır. Gönlü nice acılarla dağlanmasına rağmen, gül yüzünden tebessüm hiç eksik olmamıştır. O’nu hiç kimse, hiçbir zaman asık bir yüzle, çatık kaşla ve abus bir çehre ile görmemiştir. Zira O, Hak Teâlâ ile beraberliğin neşe ve huzûru içinde dâimâ tebessüm hâlinde bulunmuş, her hâlükârda İslâm’ın güler yüzünü aksettirmiştir.

Peygamber Efendimiz’in zamana yayılmış temsilcileri olan Hak dostları da, başlarına gelen çileleri; hiçlik, acziyet ve kulluk hislerini inkişâf ettiren, kalbin Cenâb-ı Hakk’a yakınlaşmasını temin eden bir nîmet bilmişlerdir. Zira Hakk’a yakınlığın lezzeti karşısında dünyadaki bütün çile ve ıztıraplar, onların gözünde ve gönlünde ehemmiyetini kaybetmiştir.

Şemsettin ÖZKAN

21.02.2021 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-islamveihsan.com (Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem dergisi. Yıl: 2018 Ay: Temmuz Sayı: 161 alıntı)

YOLU DOĞRU OLANIN YÜKÜ AĞIR OLUR” için 1 yorum

  1. Ecdadımız da “Doğru ol, doğru çıksın canın” demişler. Nasıl yaşarsan öyle ölürsün. Allah ım doğruluktan ayırmasın. Amin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir