(Toplumsal İlişkiler 246)
اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ
“Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler.” (Bakara/156)
Ebu Türab en-NAHŞEBİ’ye ait olduğu söylenen şu sözü insan beyninin bir yerlerine mutlaka nakşetmelidir:
Şu “üç” şeyi çok seversiniz, fakat sizin değildir:
1- Bedeninizi seversiniz: O toprağındır.
2-Ruhunuzu seversiniz: O Allah’ındır.
3- Malı seversiniz: O varislerindir.
Ve hep şu “iki” şeyin peşinde koşarsınız;
RAHAT ve HUZUR
O ise “CENNET” tedir.
Adı Asker bin Husayn, künyesi Ebû Türâb, nisbesi en-Nahşebî. Horasan şeyhlerinin ulularından. Maveraünnehr civarında Nahşeb’de doğdu. Ali Rıza ve Şakik Belhi’nin müridi, Hatim-i Esam’ın çağdaşı ve arkadaşı. Hamdun Kassar’ın şeyhi. Şafii mezhebinde fakih. Hadis rivayetiyle meşgul bir muhaddis. Ahmed bin Hanbel, İbnu’l-Cella ve benzeri bazı büyük muhaddisler ondan rivayetlerde bulundu. 245/859 yılında Basra çölünde vefat etti.
Mücadele ehli ve fütüvvet erbabı olan sûfîlerdendi, Müridlerinde nâhoş bir hareket gördüğünde derhal tevbe edip mücahedesini artırarak: “Bu zavallılar benim uğursuzluğum yüzünden bu belaya düçâr oldular” derdi. Sûfî’yi şöyle tarif ederdi: “Sûfî hiçbir şeye üzülmeyen, herşeyin kendisiyle safâ bulduğu kimsedir.” Derviş ise, “rızkı bulduğundan, elbisesi mahrem yerlerini örtmek üzere giydiğinden, evi de barındığı yerden ibaret olan kimsedir.” “İnsanlar kendilerinin olmayan üç şeyi severler: Nefs, ruh ve mal. Bunlardan ilk ikisi Allah’ın sonuncusu ise varislerindir. İnsanlar bulamıyacakları iki şeyin peşinde koşup dururlar: Ferah ve rahat. Halbuki bunların ikisi de cennettedir.” O’nun anlayışına göre dünya, insanın gölgesine benzerdi. Sen onu kovalayınca kaçar, sen ondan kaçınca o seni kovalardı.
Ebu turab en-Nahşebi bu sözleri sadece söylemiş değil, eylemleriyle, hayatıyla da göstermiş bir sufidir. Tam bir cihat adamıdır. Evliyaullahtandır.
Allah yolunun büyüklerinden mücâhede ve takvâda kuvvetli, hikmetli ve te’sîrli sözleri meşhûr olup, yıllarca başını, yastığa koymadı. Yalnız Harem-i şerîfte bir seher vakti uyudu. Rü’yâsında hûrîlerden bir kısmı gelip kendilerini ona göstermek, onunla konuşmak istediler. Ebû Türâb: “Ben kendimi Allahü teâlâya o kadar verdim ki, hûrîlerle oturup konuşacak vaktim yok” dedi. Hûrîler etrâfında gürültü ederlerken, Cennet meleklerinin reîsi Rıdvan gelip: “Bu azîzin size yüz vermesi mümkün değildir. O Cennetteki yerini almadıkça sizinle ilgilenmez. Gidin ve o zaman gelirsiniz” dedi.
İbn-i Celâ anlatır: “Ebû Türâb Mekke’ye geldi. Bitkin yorgun ve zaif görünmüyordu. “Nerede yemek yedin?” dedim. “Basra’da, Bağdâd’da, bir de burada” dedi. Yine İbn-i Celâ der ki: “Üçyüze yakın evliyâ gördüm. Bunlardan dördü çok büyük olup, ilki Ebû Türâb idi.”
Kendisi anlatır: Birgün Hicaz’da yalnız yürüyordum. Siyah yüzlü bir adam gördüm. Boyu çok uzun idi, korkmuştum. “Dev misin, cin misin?” diye sordum. Bana: “Sen müslüman mısın, kâfir misin?” diye sordu ve “Eğer Müslümansan Allah’tan başkasından korkma” dedi ve kayboldu.
Şemsettin ÖZKAN
03.02.2021 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-islamveihsan.com (19 Haziran 2020 Ebu Turab en-Nahşebi Hazretleri Kimdir? Yazısından alıntı)
3-ehlisunnetbuyukleri.com