RABBİN SENİ TERKETMEDİ SANA DARILMADI DA

(Toplumsal İlişkiler 468)


وَالضُّحٰىۙ
وَالَّيْلِ اِذَا سَجٰىۙ
مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلٰىؕ
Müminlere ışıl ışıl, apaydınlık bir geleceği müjdeleyen sabahın aydınlığına;
Ve vahiyden yüz çeviren inkârcıların, bir kâbus gibi insanlığın başına sardığı, fakat Kur’an’ın gündeme gelmesiyle birlikte her geçen gün karanlığı biraz daha azalarak durulmaya yüz tutan geceye andolsun ki;
Rabb’in seni terk etmedi, ey Muhammed ve sana darılmadı da! Zaten hiçbir zaman darılmamıştı; tam aksine, seni dâimâ en büyük nîmetleriyle el üstünde tutmuştu.” (Duha/1-3)

Yukarıdaki başlık duha suresinin üçüncü ayetinde geçen cümlenin anlamıdır. Ne hoştur, insanın kendini yalnız hissettiğinde, aslında kimsesiz olmadığının farkında olması, şu ayetle. Çünkü bu surede, vahyin kısa bir zaman dilimi de olsa, inkıta-i vahiy dediğimiz sürede kesilmesi ve müşriklerin Peygamberimize “ne o Rabbin seni terk mi etti?” göndermelerine bir cevap teşkil ediyor bu sure. Bu sureyi okumayı çok severim. Güne bu sureyi okuyarak başlıyorum. Manen insanı çok rahatlatıyor, sıkıntı ve kederlerden uzaklaştırıyor. Sevgili Peygamberimize bu teselliler veriliyorsa sana da verilir. Rabbin seni yalnız bırakmaz.

Surenin konusu, vahyin kesilmesi dolayısıyla üzüntüye düşen Rasulullah’a teselli vermek ve onun üzüntüsünü gidermektir. İlk önce apaçık aydınlık gündüze ve gecenin sükun haline yemin edilerek, Rabbının onu terk etmediği ve ona darılmadığının açıklanmasıyla Rasulullah’a teselli verilmiştir. Daha sonra, bu Hak İslam davetinin başlangıcındaki zorluğun geçici olduğu ve uzun sürmeyeceği müjdelenmiştir.

Buna göre, her gelen devir, ilk devrin durumundan daha iyi olacaktır. Çok geçmeden de Allah’ın bağış ve rahmeti yağmur gibi inecek ve Rasulullah da ondan memnun kalacaktır.

Bu da Kur’an-ı Kerim’in gelecekten haber verdiği şeylerden birisidir ki, daha sonra harfiyen yerine gelmiştir. Oysa bu haberin verildiği dönemde Mekke’deki bu çaresiz insanlar, cahiliyeye batmış kavimlerine karşı mücadele vermekteydiler. Kafirler, bu çaresiz Müslümanların hayret verecek derecede üstünlük kazanacaklarına ufak bir ihtimal gözüyle bile bakmıyorlardı.

Bundan sonra Allah (c.c) Peygamberine, “Sen niye perişan oldun ve benim seni terk ettiğimi, sana darıldığımı zannettin? Biz, doğuşundan beri sana merhametle bakıyoruz. Sen yetim doğdun. Seni en iyi şekilde yetiştirdik Sen bilmiyordun, sana doğru yolu gösterdik. Yoksuldun, seni zenginleştirdik. Bütün bunlar gösteriyor ki, başlangıçtan beri seni seçmiştik. Her zaman da sana lütuf ve fazlımızdan verdik, vermekteyiz de” demiştir.

Burada Taha suresi 37. ayet’ten 42. ayet’e kadar olan bölümü hatırlayalım. Hz. Musa’yı Firavun gibi cebbar bir hükümdara gönderdiği zaman, Allah (c.c.) O’na teselli vererek şöyle buyurmuştu: “Doğuş zamanında bile lütfum seninle beraberdi. Onun için, mutmain ol ki, bu önemli görevde (misyonda) sen yalnız değilsin. Lütfumuz seninle beraberdir.” Sonunda Allah (c.c.), Rasulullah’a (s.a), bu ihsanlarda bulunduğunu belirtmiş, O’nun da bu ihsanlar karşısında Allah’ın kullarına nasıl davranması ve bu nimetlere nasıl şükretmesi gerektiğini bildirmiştir.

Rivayetlerden anlaşılıyor ki, Rasulullah’a gelen vahiy bir süre kesilmiştir. Çeşitli rivayetlerde bu süre, birbirinden farklı beyan edilmiştir. İbni Cüreyec 12 gün, Kelbi 15 gün, İbni Abbas 25 gün, Süddi ve Mükatil de bu sürenin 40 gün olduğunu söylemişlerdir. Her halükarda, bu süre o kadar uzundur ki, Rasulullah bu yüzden çok üzülmüştü ve muhalifleri de bu nedenle alay ediyorlardı. Çünkü Rasulullah her yeni sure nazil olduğunda halka duyururdu. Epeyce bir müddet vahiy gelmeyince, muhalifleri vahiy kaynağının kesildiğini zannetmişlerdir. Cündüp b. Abdullah El-Becli şöyle rivayet eder: “Cebrail gelmeyince müşrikler Rasulullah’a şöyle demeye başladılar. Rabbi Muhammed’i terk etmiştir” (İbn Cerir, Taberani, Abd b. Numeyd, Said b. Mansur, İbn Merduye).

İkinci bir rivayet de şöyledir: “Rasulullah’ın amcası Ebu Leheb’in karısı olan Ümmü Cemil’in evi Rasulullah’ın evinin yanındaydı. Rasulullah’a şöyle derdi: Anlaşılıyor ki şeytanın seni terketmiştir.” Avfi ve İbn Cerir, İbn Abbas’tan rivayet ediyor ki, uzun müddet Cebrail gelmeyince Rasulullah çok perişan oldu. Müşrikler de, “Rabbi ona darılmış ve onu terketmiştir” dediler. Katade ve Dahhak da mürsel bir rivayette hemen hemen aynı şeyleri söylemişlerdir.

Rasulullah’ın bu konudaki üzülme hali pek çok rivayette beyan edilmiştir. Küfür ile imanın mücadele ettiği bir dönemde gücünü Allah’tan alan Hz. Muhammed (s.a) için vahyin kesilmesi onun yapayalnız kalması demekti. Üstelik düşmanlarının şamataları onun üzüntüsünü bir kat daha artırıyordu. Rasulullah, kendisinin bir kusuru nedeniyle Allah’ın darıldığını, bunun için hak ile batıl mücadelesinde kendisini yalnız bıraktığını tahmin ediyor, şüpheleniyordu.

Bu durumda, Rasulullah’a teselli vermek için bu sure nazil olmuştur. Gündüzün aydınlığı ve gecenin sükunetine yemin edilerek, “Rabbin seni terketmedi ve sana darılmadı da” buyurulmuştur. Bu iki şeye yemin edilmesinin sebebi, gündüzün aydınlığının ve gecenin sükunetinin, Allah’ın kullarına dargınlığı ya da memnuniyeti anlamında olmamasıdır. Gecenin daralmakla, gündüzün de memnuniyetle bir ilgisi yoktur. Böylece, gece ve gündüz nasıl bir hikmete mebni ise, vahyin kesilmesi de öylece bir hikmete mebnidir. Vahyin kesilmesi, Allah’ın Rasulullah’a darılmış olması anlamında değildir.

Bu iki şeye yemin edilmesinin diğer bir özelliği de şudur: Gündüz aydınlığı, insanı yaptığı meşguliyetten dolayı yorar. Gece karanlığı, yorgun olan insanın sükunet bulması ve dinlenmesi için gereklidir.

Aynı şekilde vahiy senin için gerginlik kaynağı olmuştu. Vahyin kesilmesi, gerginlikten sükunet bulman içindir. Vahiy güneş aydınlığı gibidir, onun kesilişi ise gecenin sükunetine benzer.

Şemsettin ÖZKAN

26.09.2021 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuranmeali.com

2-kuranmeali.com 3-sevdalara.net

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.