PADİŞAH VE CARİYE

Mesnevi’den 7. sohbetimiz
“Ruhlara şifadır, sevgilileri sevdiğine, hastaları çaresine kavuşturur.”
HZ. MEVLANA DER Kİ:
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla

Ey dostlar, bu hikâyeyi dinleyin. Gerçekte o bizim bugünkü halimizdir. Bundan evvelki bir zamanda bir padişah vardı. O hem dünya saltanatına sahipti ve hem de dindar biriydi. Padişah bir gün hususi adamları ile av için hayvana binmiş giderken anayolda giderken, anayolda bir cariye gördü, o cariyenin kölesi oldu. Can kuşu kafeste çırpınmaya başladı. Mal verdi, o cariyeyi satın aldı. Cariyeyi aldı, ondan mutluluk duydu. Fakat kazara o cariye hastalandı. Bu durum şuna benzer ki; birisinin eşeği varmış, fakat palanı yokmuş. Palanı ele geçirmiş, bu sefer eşeği kurt kapmış. Yahut birisinin ibriği varmış, fakat suyu elde edememiş. Padişah sağdan soldan doktorlar topladı. Onlara dedi ki: “İkimizin hayatı da sizin elinizdedir. Benim hayatım bir şey değil, asıl canımın canı odur. Ben dertliyim, hastayım ve benim dermanım o. Kim benim canıma derman, Mercan ismindeki cariyemi tedavi ve iyi edecek olursa benim inci ve mercan hazinemi de aldı demektir.” Hepsi birden dediler ki: “Canımızı feda edelim. Beraberce düşünüp, beraberce tedavi edelim. Bizim her birimiz bir âlem Mesih’idir, elimizde her hastalığa bir ilaç vardır. Kibirlerinden dolayı “inşallah” demediler. Allah da onlara insanların acizliğini gösterdi. “İnşallah” sözünü terk ettiklerini söylememden maksadım, insanların yürek katılığını ve mağrurluğunu söylemektir. Yoksa arizi(sonradan olan) bir halet(durum) olan inşallahı söylemeyi unuttuklarını anlatmak değildir. Doktorlar ilaçtan ve tedaviden neyi verdilerse ve ne yaptılarsa hastalık arttı, şifa hâsıl olmadı. O cariye hastalıktan kıl gibi olunca padişahın kanlı gözyaşı ırmağa döndü. Kazara sirkengübin (sirke, bal ve çörekotundan ibaret olan) şurubu safrayı artırdı. Badem yağı da kabız etti. Kara helile ile kabız oldu. Su bile ateşi söndüreceği yerde neft gibi ateşe yardım etti.”

(Mesnevi, 36-55. Beyitler)

         Dostlarım, iyi dinleyin bu anlatacaklarımı… Bu hikâye aslında bizim hikâyemizdir. Padişah insan ruhunu, cariye ise insanın nefsini sembolize eder. Padişahın hususi adamları yani sevgisi, muhabbeti, fikirleri, düşünceleri akıl ve melekeleriyle giderken anayolda dünyada bir cariye yani nefsi gördü. Nefsine cariyeye çarpıldı, kul köle oldu ona. Böyle olunca da roller değişti. Emir komuta zinciri bozuldu. Padişah cariyeye hükmederken, cariye padişaha hükmetmeye başladı. Ruh nefse köle olunca, acı çekmeye başladı. Çünkü cariye nefis arıza vermeye başlayınca, ruhun ritmi bozuldu. Doğrusu padişah, kendini cariyeye kul köle etmekle hiç iyi etmedi. Çünkü sıkıntılar ve acılar baş göstermeye başladı. Akıl ve hesap yapılmazsa her şey birbirine karışacaktı, karıştı da. At var meydan yok, meydan var yiğit yok, gibi bir şeydi bu. Doktorlar sözde yol gösteren mürşid-i kâmil olacaklar ya, hastalanan cariyeyi, nefsi iyileştirecekler ama nerede? Bu doktorlarda bir ego, bir ego sormayın. Kibirlerinden elimizde her şey mevcut deyip, geleceği inşa etmede cariyeyi iyileştirme hususunda inşallah bile demiyorlar. Bir Müslüman’ın geleceğe ait bir şeyi yapacağında inşallah (Allah dilerse, isterse) demesi farzdır. İnşallah dememekle bu doktorların kalplerinin katılığına ve aşırı mağrur kibirli oluşlarına da dikkat çekiyor Hz. Pir. Her şeyi bilim çözer, ilaç ve materyaller mevcut havasındalar. Halbuki ilmi ve ilacı da yaratan Allah’tır, noktasına bir gelseler, kendilerine kul köle yapacak müritler yetiştirmese bu sahte şeyhler, hasta iyileşecek. Ama bu din liderleri, insanları Allah’a kul olmaya değil, kendilerine kul olmaya çağırıyorlar. Kendilerini İsa Mesih zannediyorlar. Cariyeyi iyileştireceklerini, her çeşit teknik donanıma sahibiz anlayışında olduklarından olsa gerek, Allah (c.c) onların acizliğini ortaya koyuyor. Kendilerini sümme haşa, kâinatın imamı (Peygamber) zannediyorlar. Büsbütün nefisleri, insanları kendilerine kul köle etmekten başka bir şey yapmıyorlar. Bu dünyada, gökteki yıldızlardan daha çok, sahte şeyh ve hoca mevcut noktasına getiriyor Hz. Mevlana. Bu hekimlerin yani sahte şeyhlerin cariyeyi (nefsi) iyileştirmek için aldıkları tüm tedbirler (sirkengübin, badem yağı, helile hepsi geri tepti. Hastalığını azdırdı da azdırdı. Peki, gerçek bir şeyh, mürşid-i kâmil yok mu bu hikâyede? Elbette var, ama ikinci bölümde gelecek.

            Gelelim eğitim boyutuna… Yeni nesillerin ruhlarına daha az hitap ediyoruz. Daha çok nefislerini egolarını tatmin eden, işin hem maddi boyutuyla, akıl noktasında programlara yoğunlaştık. İç dünyalarına seslenmemiz gerekiyor. Çocukları eğitim ve öğretimin önemi konusunda iyi motive edemiyoruz desem bana inanır mısınız? TRT belgeselde “Zorlu okul yolları” adlı belgeseli severek ve gözlerim dolarak izliyorum. Daha ilkokul çocukları kimi Afrika’da, vahşi hayvanların yaşadığı bölgelerden geçiyor, kimi nehirlerden, kimi de karlarla kaplı dağları aşarak, okullarına ulaşıyor. Bizde bırakın onu bunu öğretmenin, okulun ve kitabın kıymetini bile unuttuk. Çocuğumuzun eli, soğuk sudan soğuk suya değmiyor, her çeşit konfor içinde, ama ilmi, ilim içinde yitirdik. İlim Mü’min’in yitik malı değil mi? Onu nerede bulursa alır.

 Şemsettin ÖZKAN

20.11.2019 KONYA

KAYNAKLAR

1-Mevlana, Mesnevi,(Türkçesi Tahirü’l Mevlevi), İst. 2006, Kırkambar kitaplığı

2-Mevlana Celaleddin Rumi,Mesnevi-Tam Metin-Ankara, Panama yay.

3-www.mevlanavakfi.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir