(Toplumsal İlişkiler 581)
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَؕ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِؕ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًؕ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
“Ey Peygamber! Biz sana bu dünyada ebedî bir hayat bahşetmediğimiz gibi, senden önce de hiçbir insana ölümsüzlük vermedik, bundan sonra da verecek değiliz; o hâlde, sen vakti zamanı gelir de ölürsen, senin ölümünü dört gözle bekleyen o
insanlar dünyada ebedî mi kalacaklar? İmtihan hikmeti gereğince bir süre yaşasalar bile, eninde sonunda ölüp hesaba çekilmeyecekler mi? O hâlde, zalimlerin tehditlerinden korkma; sonunda ölüm bile olsa, mücâdeleden asla vazgeçme! Unutma ki:” (Enbiya/34)
“Her can, mutlaka ölümü tadacaktır. Allah yolunda olmasa da, mutlaka ölecektir. Ancak, bu hayatın anlamını iyi kavradığınız takdirde, sonsuz âhiret hayatını kazanabilirsiniz: Biz sizi,
yeteneklerinizi açığa çıkarmak ve olgunluk mertebelerinde yücelmenizi sağlamak üzere, bazen hastalık, fakirlik, deprem gibi kötülük saydığınız şeylerle ve bazen de sıhhat, zenginlik, güç, başarı gibi iyilik kabul ettiğiniz şeylerle sınayarak imtihân ediyoruz. İşte bu amaçla, bu dünyada kısacık bir hayat yaşayacak ve sonunda, yaptıklarınızın karşılığını görmek üzere Bize döneceksiniz.” (Enbiya/35)
Bazen aramızdan ayrılıp ahirete intikal eden anne baba, eş dost ve sevdiklerimiz arkasından öyle bir çığlık kopar ki içimiz yangın yerine döner. Onlardan ayrı düşmenin acısını ta yüreklerimizin derinliklerinde hissederiz.
Sanki dünyamız gökkubbe tepemize yıkılıyormuş gibi gelir. Edebiyatımızın ağıt ve destanları da bir anlamda böyle günyüzüne çıkmıştır. Üstad Necip Fazıl ölüm temasını en iyi işleyen şairlerimizden biriydi:
Ne kervan kaldı ne at hepsi silinip gitti
İyi insanlar iyi atlara binip gitti.
Şimdilerde geriye baktığımızda nice sevdiklerimizi kaybettik. Ne güzel insanlardı onlar. Sevgi dolu muhabbet doluydular. Onlara bakınca insanın neşesi gelirdi. Onları görünce insana güven gelirdi. Dostluk sıcaklık gelirdi. Onların varlığı insana insan olduğunu hatırlatırdı. Gerçi cepleri boştu ama yürekleri sevgi doluydu. 2002 Konya mahreçli “Sen Bilmezsin Çocuğum” adlı şiirimde bu konuya değinmişiz:
Bilmiyorum,
Kaç ihtilal beklentisi daha olacak?
Bu şehrin yüreğinde
Umutlarını buharlaştırmadan
Yağmur bekleyecekler.
Yine sorular soracaklar birbirlerine;
“Ne olacak bu memleketin hali?” diye.
Daha ne kadar yutturacaklar?
Halkın çocuklarını
………..çocuğu ya da,
……….çocuklarını halk çocuğu diye.
Sen bilmezsin çocuğum!
Delik kunduralarla mektebe gittiğimizi,
“Soğan ekmek yiyelim Zeynep ilen” türküleriyle,
Fakirliğin sofralarımıza bağdaş kurduğunu
Ceplerimizin boşluğunu
Yüreklerimizin doluluğunu
Sözlerimizde de merdin sarhoşluğunu
Görürdün.
Sen bilmezsin çocuğum!
Yağmur yağınca akan,
Çatısız, kiralık evlerde
Rutubetten kapılan
Romatizmalarımızı.
Mangal yakıp ısındığımızı,
Ve meçhul bir sokak çeşmesinde,
Eğilip bükülen,
Dolup boşalan,
Gençlik tasımızı.
Sen bilmezsin çocuğum!
On senede bir ihtilal olduğunu,
Memleketi ilerletmek için,
Yönetime el konulduğunu.
Anarşinin şıp diye kesiliverdiğini,
Ekonominin düzeldiğini,
Okuryazar oranının da birden
Yüzde doksan beşlere yükseldiğini.
Yine de anlayamazdık çocuğum!
İki senede kalkınıp,
Sekiz senede battığımızı.
Sonu sıfırlı yıllara
Bel bağladığımızı.
Babamdan dinlediğim,
Babamın da dinlediği dedemden,
Senin de dinlediğin benden.
Bizim hazin hikâyemiz;
Zengin ecnebi kızıyla
Fakir Türk delikanlısı.
Anladın mı şimdi Cüneyt abimizin neden?
Filmlerde acı acı n’ayır, n’olamaz diye bağırdığını.
Şemsettin ÖZKAN
19.01.2022 GÜZELYALI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com