MESNEVİ’DEN 5

“Ruhlara şifadır, sevgilileri sevdiğine, hastaları çaresine kavuşturur.”

HZ. MEVLANA DER Kİ:

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla

Denizi bir kâseye dökecek olsan ne alır ki, ancak bir günün kısmetini. Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef kanaatkâr olduğundan inci ile doldu. Her kimin elbisesi aşkın pençesiyle yırtılırsa o kimse hırstan da, bütün ayıplardan da temizlenir. Ey bizim sevdası güzel aşkımız şad ol! Ey bütün hastalıklarımızın hekimi! Ey bizim kibir ve azametimizin ilacı! Ey bizim Eflatun’umuz, Ey bizim Calinus’umuz.” (20-24. Beyitler)

        Kapitalistleşme (olumsuz anlamıyla malın, paranın zenginlerin elinde dönmeye başlaması zengin fakir arasında aşırı uçurum oluşu) tarih boyunca din ve dindarların olduğu kadar tüm insanlığın ana konularının başında gelir. İnsanların en çok sorun çıkaranlarını da, Peygamberlerin mücadelelerinde olduğu gibi, en ön safta zengin takımını (mele) görüyoruz. Bunlar maalesef toplumsal ve ekonomik anlamda adaletsiz yapılanmalarla güçsüzleri ezmişlerdir. Bugün bile fakirleri değil, zenginleri doyuramadığımız için dünyada cıngar çıkarılmaktadır. Açlığın nedeni de budur. 

        Mevlana hazretleri, bu beyitlerde insanın en zayıf noktasına yumuşak karnına vurgu yapıyor:                                                                     Müthiş hırslı oluşu.                                                               “Gerçekten insan hırslı yaratılmıştır.” (Mearic/19)

“Çoklukla övünmek sizi kabirlere varıncaya (ölünceye) kadar oyaladı.”   (Tekasür/1-2)

           Kur’an’da geçen tekasür kavramıyla, insanın bir şeyi teksir etmesi yani taşınır veya taşınmaz gerçek veya hayali kazançlarını artırma, çoğaltma peşinde olduğuna temas edilir. İnsanın daha çok konfor, ihtişam, daha fazla maddi servet edinme çabasıyla, insanlar ve doğa üzerinde güçlü bir otorite kurma isteği, kesintisiz bir teknolojik ilerleme için, sürekli çırpındığına değinilir. Bunun insanda bir saplantı oluşturduğu, açgözlülük içinde bu gidip gelmelerin, her şeyi dışlayan bir şekilde, aşırı tutkuya dönüştürerek hayatını sürdürmesi, insanı her türlü ruhi kavrayıştan uzaklaştırması, onu ahlaki ve manevi değerler üstüne kurulmuş, herhangi bir sınırlama ve kısıtlamayı kabullenmekten alıkoymaktadır. Sonuçta sadece toplumun bireyleri değil, toplumun kendisi de iç tutarlılığını ve dengesini yitirmekte herkes aslında mutsuzluğa düşmektedir.

            İnsanoğulları bu ölçüsüz ve sınırsız ekonomik büyümeden, doğal alanları tahrip etmeden, insanın ruhi ve dini yönelişlerinin tüm izlerini silme fikrinden, mutsuzlukla dayatılan bir yeryüzü cehennemi yaratma çabasından ve çoklukla övünme(açgözlülük) politikalarından ne zaman vazgeçecek? 

           Herkesin yediği nihayetinde bir ekmektir. Herkesin rızkı belli, tüm denizi senin kâsene döksek, alacağı su sınırlıdır. Ama açgözlülüğü, insana bir küp altını olsa, ikincisini istemesine sebep oluyor. İnsan doymuyor, doymuyor, doymuyor. Onu ancak sevgili Peygamberimizin ifadesiyle toprak doyurur.

         Bir Tibet atasözü der ki; “uzun yaşamak için yarısını yiyin, iki kat yürüyün, üç kat gülün, sınırsız sevin.”

           Şu deniz kabuklusu sedefe, hiç mi bakmıyorsunuz der Hz. Mevlana? Sedef hiç açgözlülük yapıyor mu? Sedef gayet mütevazi ve kanaatkar olarak, denize düşen o bir yağmur damlasını ağzına alıyor, dikkat edin, ağzını sonuna kadar su aygırı gibi (açgözlü insan gibi) açmıyor, sadece ve sadece bir damlacık yağmurla yetiniyor. İçi incilerle doluyor. Şu deniz canlısından örnek al, “ey göz testisi bir türlü dolmayan insan!” diye uyarıda bulunuyor.

        Hz. Mevlana’ya göre aşk, açgözlülüğünde tek ilacıdır. İnsanda hırsı besleyen ana damar; büyüklenme (kibir) her şeye tepeden bakmaktır. Şeytanın aşksız oluşu, büyüklenme egosunu bir türlü terk etmeyişindendir. İnsanoğulları, derhal Âdem(insanın orijinali, adam olan) babamızın özüne yani fabrika ayarlarına dönmek zorundadır. Aksi halde bu dünyevileşmeyle (sekülerleşmeyle) aşkın yitirilmesinden ötürü şeytanlaşacak, ahireti kaybettikleri gibi dünyayı da cehenneme çevireceklerdir.

       Eflatun ve Calinus aşka benzetilmiştir. Mevlana materyalist felsefelerin metafiziğine her zaman karşı çıkmış, onların yerine monist, panteist filozoflara ilgi duymuştur.

        Eğitim modellerimizde Hz. Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli gibi insanı ta kalbinden yakalayan sistemi getiremediğimiz sürece, gelecek nesillerimizin nasıl elimizden kayıp gittiğini hep beraber görürsek şaşırmayalım. Ünlü Fransız düşünür Roger Garaudy’nin ifadesiyle “batı arızadır” bu yüzden batı tarzı eğitim modelleri çocuklarımızı daha da hırslı, açgözlü, kibirli, popçu, topçu, youtuber olmak gibi zenginlik hayalleri kurduran, 67 yıldır Fulbright eğitim komisyonu adıyla bilinen Türkiye-ABD kültürel mübadele komisyonunda Milli Eğitimimizi başkan olarak Amerika’ya havale eden bu antlaşmalar bir an evvel bitirilip, şu çok sözü edilen, ama somut ifadeleri olmayan 2023 Eğitim vizyonundaki “akıl-kalp birlikteliği”  daha net, somut ve doyurucu bir şekilde, eğitim modelimizde, ivedilikle yerini almalıdır.

 Şemsettin ÖZKAN

(KONYA /28 Ekim 2019)  

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.