MECNUN’UN LEYLA’SI SEN MİSİN?

    ( Mesnevi’den 18. Sohbetimiz)             

“Halife Leyla’ya dedi ki; ‘Aşkından Mecnun’u perişan eden Leyla sen misin? Halbuki sen başka güzellerden daha güzel değilsin.’ Leyla; ‘Sus, çünkü sen Mecnun değilsin,” diye cevap verdi. Uyanık olan daha ziyade uykudadır. Onun uyanıklığı uykusundan beterdir. Ruhumuz Hak ile uyanık olmazsa, uyanıklığımız gafletimizdir. Ruhun her gün hayalin tekmesini yemeden, ziyandan, faydadan, elden çıkarma, kaybetme korkusundan ne temizliği kalır, ne letafeti (güzellik ve inceliği), ne kuvveti ne de göklere çıkacak yolu… Gafil ya da uyumuş ona derler ki o, her hayalden ümitlenir, onunla konuşur, uykuda şeytanı huri gibi görür, sonra şeytana erlik suyu döker. Nesil tohumunu çorak toprağa dökünce de uyanır ve kendine gelir. Hayali de ondan kaçar. Onun rüyadan elde ettiği baş ağrısı, sersemlik ve vücudunda kirliliktir. Ah o zahirde görünen, hakikatte görünmeyen aslı olmayan hayalden… Kuş havadadır, gölgesi yerde kuş gibi uçar görünür. Ahmağın biri o gölgeyi avlamaya kalkışır, takati kalmayıncaya kadar koşar. O gölgenin havadaki kuşun aksi olduğundan, o gölgenin aslının nerde bulunduğundan haberi yoktur. Gölgeye doğru ok atar da, arayıp taramaktan sadağı boş kalır. Gölgeyi avlamak için sürat ve hararetle koşmaktan ve oraya buraya ok atmaktan ömür sadağı boşalmış ve hayatı heder olmuştur. Bir kişinin mürebbisi Allah olursa onu gölgeden de, hayalden de kurtarır. Allah’a kul olana, Allah gölge olur. O bu âlemde ölmüştür ama Allah ile dirilmiştir. Fırsatı kaçırmadan ve şüphe etmeksizin Allah’ın gölgesi olan yüce zatın eteğine sarıl ki, böylece ahir zamanın eteği içinde olmaktan kurtulasın. ‘Keyfe meddezzıl?’ (Rabbinin gölgeyi nasıl uzatmakta olduğunu görmedin mi?) ayeti evliyanın nakşıdır. Çünkü veliler Allah’ın güneşinin nuruna delildirler. Bu vadide öyle delilsiz gitme! Halil İbrahim aleyhisselam gibi ‘La ühibbul âfilin’ (Ben batanları sevmem) de. Yürü gölgeye bakarak kendine bir güneş bul. Şah Şemsi Tebriz-i’nin eteğine yapış. Bu düğün ve gelinin bulunduğu yerin yolunu bilmezsen Hak ziyası Hüsamettin Çelebi’den sor. Haset yolda gırtlağına sarılırsa, bil ki şeytanın azgınlığı hasettedir. Çünkü şeytan Âdem’e olan hasedinden ötürü ona secde etmeye utandı. Kutlulukla haset yüzünden savaştı. Bu yolda bundan daha güç geçit yoktur. Ne kutludur ki o kişinin, yoldaşı haset değildir. Bu beden haset evi olagelmiştir. Soy sop haset yüzünden kirlenir. Ten evi de haset evi olmuştur ama Allah o teni tertemiz etmiş, arıtmıştır. Allah-u Teâlâ; Hazreti İbrahim Ve İsmail Aleyhi’s Selam’a “Evimi temizleyin” buyurmuştur. İnsanın bedeni, her ne kadar aslı topraktan da olsa nurun hazinesidir.  Sen haset etmeyen birine hile yapıp haset edersen o hasetten gönlün kararır. Allah erlerinin ayakları altında toprak ol! Onlara haset etme! Bizim gibi sen de hasedin başına toprak at!” (406-435. beyitler)

              GİRİŞ

        Mecnun olmayana Leyla görünmezmiş. Kimsin? Dediler, “Leyla’yım” dedi. Nereye? Dediler. “Leyla’ya” dedi. Nereden böyle? Dediler. “Leyla’dan” dedi. Mecnun’a “neden Leyla’yı alıp kaçmadın?” diye sordular. “Çünkü annesi üzülürdü, ben içinde Leyla olan bir kalbi kıramam,” dedi. Babası Mecnun’u Leyla ile hemhal olmaktan onu unutsun diye Mekke’ye götürdü. Ama o, Ey Rabbim dedi, Kâbe’de dua ederken; “Aşk belasıyla beni tanıştır. Beni bir an bile olsa aşk belasından ayırma.” Kara haberi tez ulaştırdılar Mecnun’a; “Leyla öldü” dediler. Mecnun sadece gülümsedi;           “-Ben böyle severken mi?” dedi. Aşağıdaki beyitlerde “sen de pek güzel biri değilmişsin,” diyen dönemin Halifesine cevap veren Leyla; “sus, sen Mecnun değilsin” dediği Mecnun da işte buydu. 

                   AÇIKLAMA

“Halife Leyla’ya dedi ki; ‘Aşkından Mecnun’u perişan eden Leyla sen misin? Halbuki sen başka güzellerden daha güzel değilsin.’ Leyla; ‘Sus, çünkü sen Mecnun değilsin,’ diye cevap verdi.”

İZAH: Leyla’nın Halife’ye cevabı, onun aşk ve güzellik bahsinden vazgeçmesini istemesiydi. Çünkü “Sen Mecnun da değilsin, âşık da değilsin, beni görecek göz sende yok” diyordu. Arif ve akıl sahibi olanlar da bunun gibi maneviyatı inkârda inatçı olanlara lisanı hal ile şunu ima ederler: “Benim irfanımı anlayabilmek ve hakikatimin sırrına erebilmek akıl nurunun, ruhanî feyzinin olmasına bağlıdır. Sizde ise o nimetler olmadığından bu meseleyi kavrayamaz ve zorunlu olarak da yücelemezsiniz.

“Uyanık olan daha ziyade uykudadır. Onun uyanıklığı uykusundan beterdir.”

İZAH: Uykuda olup midesinin açlık acısından rüya gören kimse bir miktar hayaller görebilir. Ama irfandan nasipsiz olan adam şeklen uyanık görünürse de faydasız işlerle meşgul olduğundan işi bütün hayaller, vehimler, anlamsız saçmalıklardır. Kendini bin türlü hayale kaptırmış olan gafil, nadan, uyurgezer, gerçekten uyuyanlardan bin kat daha uykudadır. Bunlar; sürekli zarar içinde, hayırdan kesilmiş olur.

“Ruhumuz Hak ile uyanık olmazsa, uyanıklığımız gafletimizdir.”

İZAH: Dünyada şeklen uyanık iken, canımız Allah’ın emirlerini yerine getirme çabası içinde değilse, o uyanıklığın hiçbir faydası yoktur. Bu sebeple o şeklen uyanıklık bizim için prangadır, eziyettir ve gaflettir.

“Ruhun her gün hayalin tekmesini yemeden, ziyandan, faydadan, elden çıkarma, kaybetme korkusundan ne temizliği kalır, ne letafeti (güzellik ve inceliği), ne kuvveti ne de göklere çıkacak yolu…”

İZAH: Zarar, kâr ve zeval (yok olma) korkusu hayali, insanı perişan eder, dermansız bırakır. Gelmesi ihtimali olan kötülüklerin korkusunu hayaller kurarak, bazı insanlar o kadar büyütürler ki korktukları şey meydana gelse bile onun acısı meydana gelmeden önce korkudan çektikleri acıdan daha şiddetli gelir.

Zarar ve zeval korkusu bedende kuvvet bırakmaz. Akıl ve kalp de, Allah düşüncesini ve zikri ihmal eder. Sahibini güçsüz kuvvetsiz bırakır. Korkak ne dünya işlerinin güzelce görmeyi ve yürütmeyi başarabilir ve ne ruhanî âleme yükselebilmek için gücü yetebilir. Maddi korku üç çeşittir:

– Biri kan dolaşımı ve sinir sisteminin zayıflamasından ortaya çıkan bir ızdıraptır. Böyle korkular mantıklı bir temele oturmaz. Esasında korku da sayılmaz. Çünkü yaratılışla ilgili değildir. Kan dolaşımı ve sinir sistemi kuvvetlendirilip normale döndürülürse bu korku ortadan kalkar. Rahatlığa ve cesarete dönüşür. Bu tür korku, insanı birçok haramlardan, kötü işlerden de koruyabilir. Mesnevide geçen bu beyit dikkat edilirse, bu konuyla ilgilidir. “Aklı erkek gibi korkusuz, çirkin nefsi kadın gibi zayıf ve korkak olan mutlu olandır.”

– Korkunun diğer türü: Ölümden veya gelmesi beklenen manevi acılardan korkmaz. Hırs ve açgözlülüğü nedeniyle servetini, malını, makamını, itibarını kaybetmekten korkar. Ve bu korku sebebiyle korkak, kendini rahattan mahrum eder.

– Üçüncü tür korku en şiddetli olanıdır: Bunlar ölümden, hastalıktan, mal, itibar, makamını kaybetmekten, kısacası her şeyden korkar. Korkusunun bilinmesinden de korkar.

Maddi Korkulardan kurtulmanın çaresi :
– Bütün düşüncelerini Allah-u Teâlâ’ya bağlamaktır.
– İbadetleri, emredilmiş çeşitli işleri kusursuz yerine getirmeyi öncelikli görevi olduğunu bilmektir.
– Bedenin çalışma düzenini korumaktır.
– Orta derecede gıdalarla beslenmek, temiz havalı yerlerde bulunmaktır.
– En önemlisi ve özelliklisi; yalnız Allah’tan korkmaktır.

“Gafil ya da uyumuş ona derler ki o, her hayalden ümitlenir, onunla konuşur.”

İZAH: Faydasız şeyleri düşünüp durarak hayaller kurmak, aklı yormaktır, aklın kuvvetini boşa harcamaktır, zaman kaybıdır, ahmaklıktır, aptallıktır. Düşünülen şeyler, uygulanabilir, yapıldıktan sonra güzel sonuçlar elde edilebilir, o sonuçlar görülebilir ise o gibi düşüncelere hayal denmez. Onların faydalı fikirler olduğunu ispata ihtiyaç yoktur. Ama uygulanabilir olmayan, uygulanabilir olsa da bazı sebeplerden dolayı yapılması mümkün görünmeyen, uygulandıktan sonra zararlı sonuçları olan fikirler ve düşünceler, zararlı tasavvurlar sayılır. Sırf hayal olanlara gelince; mesela parasız bir adam “bir gemi satın alsam ve ona kendim kaptan olup âlemi gezsem” diyerek hayalindeki gemisiyle gezeceği yerleri, alacağı eşyayı, hayalî olan tüccarlarla yapacağı ticarî işlemleri, pazarlıklarını, aralarında geçecek konuşmaları zihninde yaşamasıdır. Ama tarlası, hayvanları, alet ve araçları olan bir adamın, “bu tarlayı şu zamanda sürerim, şu şekilde ekerim, sularım, biçerim, şu kadar masraf, bu kadar emek harcarım, Allah’ın izni ile şu kadar ürün elde ederim” şeklinde düşünmesi hayal değildir. Kurtuluş vesilesi olabilecek bir düşünce tarzıdır. Beyti şerifin birinci mısraında beyan buyrulduğu üzere; kendini hayallere kaptıran kimse uykuda ve rüyada gibi karşısında bazı hayalî adamlar varmış gibi konuşur. Cevaplar alır. Verir. Güzel nükte söylemiş gibi memnun olur, gülümser. Veya diğer sıkıntılı bir hayalle uğraşır, mahzun olur. Bazı savaşa atılır, cesaretle çarpışır, yaralanır ama ölmez. Halktan çeşitli aferinler alır. Bazen zengin olur.

“Uykuda şeytanı huri gibi görür, sonra şeytana erlik suyunu döker.”

İZAH: Rüyada insan ihtilam olur. Sonra uyanınca anlar ki gördüğü şey hayal idi. Yine de o hayalden kirlenir ve gusül abdestine muhtaç olur. İşte dünyanın birçok işleri bunun gibidir. Dünyada hakikat ve hikmeti anlamayanlar uykuda ihtilam olanlar gibidir. Asılsız ve faydasız şeylere haddinden fazla sevgi, hırs, düşkünlük gösterir, büyük zevkler ve lezzetler ümit ederler. Arzu ettikleri şeyi elde edinceye kadar akıl ve bedenleri büyük gam ve meşakkatler çeker. Nihayet bunca gam, meşakkat, bazen hakaret, zilletlerle elde ettikleri şeyi görürler ki, onda zevk ve lezzet yokmuş. Hatta görülmemiş, tahmin edilmemiş çeşitli zahmetler doğuruyor. Sonuçta görecekleri şey, pişmanlık, bazen perişanlıktır.

“Nesil tohumunu çorak toprağa dökünce de uyanır ve kendine gelir. Hayali de ondan kaçar.”

İZAH: İnsan ömür ve mesaisini faydasız ve geçici şeylere döküp saçtıktan ve israf ettikten sonra hatasından pişman olur. Elem çeker. Her halinin sakat olduğunu görünce kalbinde bütün şiddetiyle keder ve üzüntü baş gösterir. Bu hakikatler bedeni zayıflayıp ölüm yaklaşınca görüneceğinden akıllı olan insan vaktiyle Allah’ın emir ve isteklerine kendini bağlamalıdır. Ebedî yokluktan kendini kurtarmalıdır.

“Hayali de ondan kaçar. Onun rüyadan elde ettiği baş ağrısı, sersemlik ve vücudunda kirliliktir. Ah o zahirde görünen, hakikatte görünmeyen aslı olmayan hayalden…”

İZAH: Rüyasında ihtilam olan uyanınca başında ağrıyı, bedeninde kirliliği görecektir. Bunun gibi, dünya hayalleri üzere vaktinin büyük kısmını kaybeden kimse de zamanın geçmesiyle kendini kirlenmiş ve güvenini kaybetmiş olduğunu görür. “Nakş-ı Bedid: Görünen nakış, süs” ve “nâ-bedid: Görünmez olan, aslında olmayan” tabirlerinden maksat dünya işlerinin çoğunluğu ve hatta dünyanın asıl varlığıdır. Şeklen görünürler ve hakikatte yokturlar. Geçici olan zevklere, fani şeylere ait hâllerden insanlar çoğunlukla daha dünyadayken ayrılırlar. Hele öldükten sonra tamamen mahrum kalacaklardır. Dünyaya ait olan her durum ve zevk süstür, nakıştır, aslı olmayan şekillerdir. Bundan dolayı akıllı olan insan, hayırlı ve kalıcı olan işlerle uğraşır, yasaklanmış fiillere, geçici zevk ve lezzetlere ulaştıracak araçlar peşinde koşmaktan kendini uzak tutar.

“Kuş havadadır, gölgesi yerde kuş gibi uçar görünür.”

İZAH: Kuşlar havada uçarken gölgesi de beraber koşar. Halbuki uçan kuşlar yüksekte, gölgesi aşağıdadır. Bundan maksadın ne olduğu gelecek beyitlerde açıklanacaktır.

“Ahmağın biri o gölgeyi avlamaya kalkışır, takati kalmayıncaya kadar koşar.”
İZAH: Dünyanın zevklerinde saadet ve lezzet gölge gibidir. İnsan her ne kadar peşinden koşarsa o kadar dermansız kalır, o kadar hüsrana düşer. Çünkü bütün lezzetlerin ve sürekli ve gerçek mutlulukların aslı İlahi âlemdedir. Bundan dolayı akıllı avcı gölgeye değil gerçeğe sevgi ve istek duyar. Ahmak ise asıldan habersizdir. Hiç bir hayrı olmayan gölgeyi yani dünyada olan lezzetleri devamlı takip eder. Takip ederken ihtiyarlık gelir, yorulur. Önce pişman, sonra kederden perişan, daha sonra bunların acısıyla azap içinde olur. En sonunda uğursuz ve değersiz bir hâle gelecektir.

“O gölgenin havadaki kuşun aksi olduğundan, o gölgenin aslının nerde bulunduğundan haberi yoktur. Gölgeye doğru ok atar da, arayıp taramaktan sadağı boş kalır.”

İZAH: Avcı, avlanmak için, kuşun gölgesini kuş zannederek ne kadar oku varsa arkasından atar. Sonuçta kendisi yorgun, bezgin, takatsiz kalmış, okları faydasız yere tükenmiş olur. Ahmak da dünya zevkleri ve ihtişamını fayda verecek zanneder ve gerçek olduğuna inanır. Bunları ele geçirmek düşüncesiyle meşgul oldukça yorgun, takatsiz kalır. Ebedî saadetten mahrum kalır. Daha dünyada iken gamlara ve kederlere düşer.

“Gölgeyi avlamak için sürat ve hararetle koşmaktan ve oraya buraya ok atmaktan ömür sadağı boşalmış ve hayatı heder olmuştur. Bir kişinin mürebbisi Allah olursa onu gölgeden de, hayalden de kurtarır.”

İZAH: “Saye-i Yezdan: Allah’ın gölgesinden maksat; Arif olan mürşittir. Terbiye edici bir yüce zat olunca dünyevi lezzetlerin, şeklen var aslen yok olduğunu, gerçeğin bilgisini isteyene öğretir. Böylece onu birçok ham sevdadan kurtarır. Korkularından emin eyler.

“Allah’a kul olana, Allah gölge olur. O bu âlemde ölmüştür ama Allah ile dirilmiştir.”

İZAH: Allah’a köle olan, iradesini onun emirlerine bağlayan, Allah’ın gölgesidir. Dünya ile sınırlı olan ve ahirete ait olmayan hâller için ölü gibidir. Ama Rabbanî iradenin icrası için diridir. O köle “MUTU KABLE EN TEMUTU: Ölmeden önce ölünüz” hadis-i şerifinin sırrına ermiştir. İrfan sahiplerinin katında, iki cihanda da övünç kaynağıdır.

“Fırsatı kaçırmadan ve şüphe etmeksizin Allah’ın gölgesi olan yüce zatın eteğine sarıl ki, böylece ahir zamanın eteği içinde olmaktan kurtulmuş olursun.”

İZAH: Burada “ahir zaman eteği” tabirinden üç mana anlaşılır. Biri zaman geçtikçe inançsızlık ve ahlâksızlığın eskiye oranla daha çoğalmasıdır. Diğer anlamı; bunca zamanlar boyunca birçok nesiller geçmesi nedeniyle mevcut zamanlarımızın ahir zaman sayılmasıdır. Üçüncü anlamı ise; her insanın ömrünün günleri daima akıp giderek ölüme yaklaşmasıdır. Bundan dolayı ahir zamanın, insana getireceği kötülüklerden ve ömrün kendinden ortaya çıkan zorluklar ve güçlüklerden kurtulmak için bir insanı kâmilin, arifin yardımına ve hikmetine başvurmak kurtuluşun çaresidir.

“ ‘Keyfe meddezzıl?’ (Rabbinin gölgeyi nasıl uzatmakta olduğunu görmedin mi?) ayeti evliyanın nakşıdır. Çünkü veliler Allah’ın güneşinin nuruna delildirler.”

İZAH: Evliya, üç yönden Hak Teâlâ Hazretlerinin gölgesine benzetilebilir.

– Birincisi; insan sıcakta bir gölge altına girince cismen ısının eziyetinden kurtulduğu gibi, bir evliyaya sığınınca birçok ızdıraptan kurtulmuş olur.

– İkincisi; bir yerde gölge görününce güneşe ve ışığa delil olur. Evliya da Allah’ın nuruna delildir.

– Üçüncüsü; gölge her yönden güneşe tabidir. Evliya da Cenabı Hakkın her emrine sürekli uymaktadır. Bu ayeti kerime Furkan Suresinin kırk beşinci ayetidir.

“Bu vadide öyle delilsiz gitme! Halil İbrahim aleyhisselam gibi ‘La ühibbul âfilin’ (Ben batanları sevmem) de.”

İZAH: Vadiden maksat dünyadır. Dünyadayken kendi fikrinle hareket etme. Bir arif, bir Allah’ın yakın kulunun nasihat ve yardımıyla hareket et. Göreceğin şatafata, yönelişe, zevke, lezzete aldanma. Böyle yok olup gitmeye mahkûm şeyleri sevme. Bunları başarabilirsen; kulluğa ve sevgiye yegâne şayan olan, Hay: diri, Baki: ebedi olan Allah’ı bulursun. Mutlu olursun. Ölümsüzlerin arasına katılmış olursun.

Bu ayeti kerime Enam Suresinin yetmiş ikinci ayetidir. O vakit Hazret-i İbrahim’i gece karanlığıyla örttü ve kapladı. Hazreti İbrahim bir yıldız görünce işte benim Rabbim dedi. Yıldız battı. Batanları sevmem dedi. Hazreti İbrahim ayı doğmuş gördü. Budur benim Rabbim dedi. Ayın da battığını görünce eğer benim Rabbim bana hidayet vermezse asilerden sapkınlardan olurum dedi. Güneşi doğmuş görünce, dedi benim Rabbim budur bu daha büyüktür. Ama güneşin de battığını görünce dedi ki ey benim kavmim! Ben Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben yüzümü gökleri ve yeri yaratan, O yaratıcının tarafına yönelttim. Hak dinine uydum. Ben Allah-u Teâlâ’ya ortak koşanlardan değilim.

“Yürü gölgeye bakarak kendine bir güneş bul. Şah Şemsi      Tebriz-inin eteğine yapış.”

İZAH: Şemsi Tebriz-i Hazretleri “Saye-i Huda: Allah’ın gölgesi” ve muhakkak surette Evliyadandır. Bunun için onun önderliğiyle Allah-u Teâlâ’yı bul. “Damenini:Eteğini tut” ifadesinden üç mana çıkarılır.

– Birincisi; Gölge ve Allah’ın yakın kulu kimler sayılabilir diye somut bir örnek aranılırsa Şemsi Tebriz-i Hazretleri gösterilir.

– İkincisi; O, Mevlana Rumî Hazretlerinin şeyhidir. Mesnevi-i Şerifte beyan olunan saadet bahşedici anlamlar ve öğütler de Şemsi Tebriz-i Hazretlerinin fikrine uygun olduğundan o yüce nasihatleri kabul etmek Cenabı Şemsettin Tebriz-i’nin eteğinin tutulmasıdır.

– Üçüncüsü; Hazret-i Şems’ten maksat Allah’ın makbul ve yakın herhangi bir kulu olduğundan insanın mutlaka bir Evliya’ya teslimiyet göstermesidir.

“Bu düğün ve gelinin bulunduğu yerin yolunu bilmezsen Hak ziyası Hüsamettin Çelebi’den sor.”

İZAH: “Sur: düğün” ve “arus: gelin” kelimelerinden kastedilen anlam; ya Hazreti Şemsi Tebriz-î veya mutluluk bahşeden ruhanî âlemdir. Evliya’nın en büyüklerinden “kutbu azam” olan Şemsi Tebriz-î veya İlahî âleme gidecek yolu bulamazsan seni o nimetlere götüremeye gücü yetecek olan Hüsamettin Çelebi gibi vaktinin mürşidi kâmiline müracaat et. Böylece kendini mutluluğa ve gerçek hayata, diriliğe ulaştırmış olursun.

“Haset yolda gırtlağına sarılırsa, bil ki şeytanın azgınlığı hasettedir.”

İZAH: Ey irfan isteyen! Rûhaniyet yoluna girmeye isteğin varsa, hasetten çok sakın, ona karşı dikkatli ol. Çünkü haset seni boğar. Kötülüklere düşürür. Nitekim şeytan Hazreti Âdem’e haset ettiğinden lanetlenmiştir. Onun dünyada yaptığı bilinen ve bilinmeyen bütün kötülüklerin temelinde haset vardır. Haset düşmandır, hastalıktır, kötülüklerin kaynağıdır. Bu beyti şeriften: Hüsamettin Çelebi’nin zamanında yaşayanlardan bazısının bu zata mükemmelliğinden dolayı belli derecelerde haset ettikleri de anlaşılır.

Çünkü şeytan Âdem’e olan hasedinden ötürü ona secde etmeye utandı.”

İZAH: Şeytan Hazreti Adem (a.s)’a secde etmedi. Mutluluk düşmanı, irfan ve bilgi düşmanı oldu. Hüsrana düştü. Rabbanî emirleri yerine getirmek saadettir. Şeytan ise Allah’ın iradelerini yapmaktan insanları engellemeye çalışmaktan mutlu olmaktadır. Böylece gerçek saadetten mahrum ve asidir.

“Kutlulukla haset yüzünden savaştı. Bu yolda bundan daha güç geçit yoktur. Ne kutludur ki o kişinin, yoldaşı haset değildir.”

İZAH: Haset hakikaten tehlikeli sonuçlara yol açan, zillete neden olan bir sıfattır. Öncelikle; Allah’ın rızasına aykırıdır. İkinci olarak; bütün insanoğluna zararlıdır. Üçüncü olarak; hasetçinin kalbi zarar ve sıkıntıdadır. Dördüncüsü; insanlar arasında düşmanlığın ve zararların genişlemesine etkili bir sebeptir. Hasedi gidermenin çaresi üç şeyi düşünmeye bağlıdır:

– Birincisi: insan; başkalarında gördüğü nimetler, ne kadar çok ve ne kadar büyük olursa olsun, onları veren Hak Teala Hazretlerine içten, samimi olarak teslim olursa, onlardan bin kat fazlasıyla mutlu olacağını düşünmeli. Asıl olan nimetler değil, o nimetleri veren Allah olduğu yüce fikri ile her durum ve zamanda dopdolu olmalı.

– İkincisi: Her hasetçi, haset ettiği kişinin kendi cinsinden olduğunu, dolayısıyla bir vücudun diğer azası olduğunu aklından çıkarmamasıdır.

– Üçüncüsü: Haset eden Allah’ın gazabını davet edeceğini, diğer insanlar tarafından çeşitli şekillerde düşman kazanacağını ve zarar göreceğini mutlaka bilmeli.

“Bu beden haset evi olagelmiştir. Soy sop haset yüzünden kirlenir.”

İZAH: Bu beyti şeriften iki mana çıkarılabilir. Biri insanın, bedenin hanedanı olan manevî şahsiyetinin kirlenmesidir. Diğeri ise, haset pek çok bela ve musibetleri davet edeceğinden evleri, ocakları harap edeceği, yıkacağıdır.

“Ten evi de haset evi olmuştur ama Allah o teni tertemiz etmiş, arıtmıştır.”

İZAH: Yaratılışın gereği haset ve diğer kötü ahlak nedeniyle insan büyük tehlikelere düşerse de yaratılışı ve özellikle niyeti hangi derecede saf ve temiz ise, Allah’ın merhameti ve lütfu onu o derecede temizler. Adaletle diğer kötülükleri ve pislikleri temizler. Mutluluğa yakınlaştırır.

“Allah-u Teâlâ; Hazreti İbrahim Ve İsmail Aleyhi’s Selam’a “Evimi temizleyin” buyurmuştur. İnsanın bedeni, her ne kadar aslı topraktan da olsa nurun hazinesidir.”

İZAH: Cenabı Hak, ev sahibi olmaktan, zamandan ve mekândan münezzehtir, uzaktır. Bundan dolayı Allah’ın evinden maksat, ya Allah’a itaat yeri olan “Kâbe” veya insanın bedeninde bulunan kalp ve aklıdır. Eğer maksat zahir ise ziyaret eden hacılar için “Kâbe” yi temizleyiniz, batın ise, bozuk ve yakışıksız düşüncelerden, fikirlerden, tavırlardan kalbinizi temizleyiniz, böylece Cenabı Hakk’ın emirlerini, oraya gelecek melekleri, ilhamları, hayırlı düşünceleri kabul etmeye uygun hâle gelsin, demektir. İşaret olan ayeti kerime Bakara Suresinin yüz yirmi altıncı ayetidir; “İbrahim ve İsmail Aleyhi’s Selam’a evimi, orayı tavaf edenler, orada duranlar, rükû edenler, secde edenler için temizleyin diye emreyledik.

“Sen haset etmeyen birine hile yapıp haset edersen o hasetten gönlün kararır.”

İZAH: Haset her zaman kötü ve tehlikelidir. Özellikle gönlünde haset olmayan kimseye karşı olunca hasetçinin en evvelki cezası kalbinin kararması, gelecekte halinin harap, yıkık ve viran olmasıdır.


“Allah erlerinin ayakları altında toprak ol! Onlara haset etme! Bizim gibi sen de hasedin başına toprak at!”

İZAH: Bu beyti şerifte iki faydalı maksat vardır. Biri alçakgönüllülüğü seç, mütevazı ol demektir. Diğeri hasedi (çekememezliği) yok et uyarısıdır. “Biz de böyle yaptık ve Allah’ın izni ile Mesnevi şerife nail olduk” tabiri Hz. Mevlana’nın kusursuz, yüce tevazularını ilan etmektedir.

Şemsettin ÖZKAN

15.02.2020 KONYA

                                                                                            KAYNAKLAR

1-Mevlana, Mesnevi,(Türkçesi Tahirü’l Mevlevi), İst. 2006, Kırkambar kitaplığı

2-Mevlana Celaleddin Rumi,Mesnevi-Tam Metin-Ankara, Panama yay.

3-www.mevlanavakfi.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir