ANLATACAKLARIM ANLAYABİLECEĞİNİZ KADAR

      (Toplumsal İlişkiler 19)

Silifke-Mut 25. kilometresinde, Göksu ırmağını temaşa…

فَقُولَا لَهُۥ قَوْلًا لَّيِّنًا لَّعَلَّهُۥ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَىٰ
       “Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslûpla söyleyin, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer.” (Taha/44)

Ne söyleyeyim dostlar size? Anlatacaklarım anlayacağınız kadar… Ne söyleyeceksiniz dostlar bana? Benim de eh işte, anlayacağım kadar. Ne söylersem söyleyeyim, ne anlatsam anlatayım, taşmayacak mı o belleğin? Anlattıklarımın ne kadarını alacak o destin? Sahi denizi anlatsam sana, okyanusları getirip döksem destine alacak mı deryaları?

         Kifayetsiz kalmış kelimelerimi anlayabilecek misin? “Ben bir şey bilmiyorum” diyen şu dostunuzun hiçbir şeyden çakmadığını, bilgisizim demesini idrak edebilecek misiniz? Ne anlatayım dostlarım ben size? Anlat dediğiniz bu adam, anlatılacak adamlardan daha bilgili değildir. Daha çok,  mürekkep yalaması lazım, demedim mi?

Oraya gitme demedim mi sana,
seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi benim?

Bir gün kızsan bana,
alsan başını,
yüz bin yıllık yere gitsen,
dönüp kavuşacağın yer benim demedim mi?

Demedim mi şu görünene razı olma,
demedim mi sana yaraşır otağı kuran benim asıl,
onu süsleyen, bezeyen benim demedim mi?

Ben bir denizim demedim mi sana?
Sen bir balıksın demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,
senin duru denizin benim demedim mi?

Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan benim,
senin kolun kanadın benim demedim mi?

Demedim mi yolunu vururlar senin,
demedim mi soğuturlar seni.
Oysa senin ateşin benim,
sıcaklığın benim demedim mi?                                         

Türlü şeyler derler sana demedim mi?
Kötü huylar edinirsin demedim mi?
Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?               

Yani beni kaybedersin demedim mi?                              

Söyle, bunları sana hep demedim mi?

        Bu sözleri söyleyen Mevlana hazretleri, Herkesin anlayış derecesi farklıdır. Benim sana anlatacaklarım senin anlayabileceğin kadardır.” derken hiç de haksız sayılmaz.

      “Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslûpla söyleyin, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer.” (Taha/44)

Yukarıda da sözü edilen bu ayette Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun’a; Firavun’a gidip, eğitimde çok önemli bir metot olan kaba saba değil, yumuşaklıkla, kibarlıkla, kişinin seviyesine göre hitap ederek, tebliğ vazifelerini yapmaları istenmektedir.

         Kur’ânî anlatım; değişmeyen bir gerçeği, ya da gerçekleri ortaya çıkarmak yahut insan davranışlarıyla ilgili evrensel bir ilkeye açıklık kazandırmak amacını taşıdığına göre, açıktır ki, Allah’ın Hz. Musa’ya, belirli bir günahkâr     için yönelttiği “onunla yumuşak, ılımlı bir tarzda konuş ki,  aklını başına toplamak için fırsatı olsun” emri, bütün çağlar için ve hidayete ermeye vesile olabilecek bütün tebliğ çabaları için geçerlidir.  

           Peygamberimiz (s.a.v), konuşurken muhatabın anlayış ve kavrayış seviyesine göre konuşurdu. Bir hadisinde, (enzilü-n nâse  menâzilehüm) “Halkın seviyesine ininiz.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 20) buyurarak, bunu dile getirmiştir. İnsanların anlayabilecekleri bir üslup kullanırdı.

          Peygamberimiz (s.a.v)’in, en önemli konuşma özelliği; az ve öz konuşma anlamına gelen, “cevamiü’l-kelim” olmasıydı. Birçok hadisinde iki veya üç sözcükle önemli hakikatleri ifade ederdi. Peygamberimizin hutbeleri de insanları usandırmayacak derecede kısa idi. O, kısa, öz ve samimi konuşmayı uzun konuşmalara tercih ederdi. Bu konuda Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Ben cevamiü’l-kelim ile gönderildim…” (Buhârî, Ta’bîr, 22)

      Peygamberimiz (s.a.v), konunun daha iyi anlaşılması için çeşitli örnekler verir, hikâye diliyle insanlara hitap ederdi. Böylece anlatılması ve anlaşılması güç konuların daha kolay kavranmasını sağlardı. Peygamberimizin pek çok hadisinde bu usulü kullandığı görülmektedir.

      Dale Carnegie dört şeyle değerlendiriliriz der: Ne yaptığımız, nasıl göründüğümüz, neyi nasıl söylediğimiz…” Yani üslubumuz çok önemli. Hatta nasıl söylediğimiz, tarz ve üslubumuz usulden asıldan da önce gelir. İnsan sözünden at yularından tutulurmuş. Bu yüzden olsa gerek yalan yanlış veya hatalı olabileceğinden olsa gerek, “her doğru her yerde söylenmez,” derler.

      Katıldığı bir toplantıda gençlerden biri İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif’le adeta alay edercesine:

“- Üstat siz baytardınız değil mi?” diye sorar. Akif gayet rahat ve sakince şöyle cevap verir:

“- Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?”

      Ünlü İtalyan Fizikçi, Matematikçi, Astronom, Mühendis, Filozof Galileo’yu gören bir adam;

“-Bir insan için kulaklarınız biraz büyük değil mi?” deyince Galileo;

“- Evet, büyük ama bir eşek için de, senin kulakların da fazla küçük değil mi?” der.

        Fransızca capacité’den dilimize geçen kapasite kelimesi; bir şeyi içine alma sınırı, kapsama gücü, algılama kavrama yeteneği vb. anlamlara gelir. “Vermeyince Mabut, neylesin Mahmut” sözü de kapasite ile ilgilidir. Bu yüzden pedagojik açıdan “her öğrenci, her insan özeldir.” Her insanın bir algılama kavrama yeteneği vardır. Ama bunun ne kadar farkında modern dünyanın insanları? Her şeyi bildiğini zanneden bireylerden oluşan hayli fazla bir toplum katmanı var karşımızda. Haddini bilen mütevazı insanlar ise her geçen gün azalmakta. Hani şu meşhur bir sözümüz var: “Herkes hoca, herkes teknik direktör.” Bunu daha da çoğaltabiliriz; herkes öğretmen, doktor, hukukçu, müdür, polis, asker, uzman hem de her işin… Çağın insanı internet dünyasında gezinirken kendini tam kapasiteli zannediyor galiba… O işin erbabı, ehli ise sanki bir yerlere gizlenmişler gibi. Sahi ben ne anlatıyorum bu yüzyılın insanına;

  • Anlatacaklarım, anlayacağınız kadar…           

Şemsettin ÖZKAN

13.02.2020 KONYA  

KAYNAKLAR

1-sorularlaislamiyet.com

2-kuran.diyanet.gov.tr

3-antoloji.com

4-Sünen-i Ebu Davud (terceme :İbrahim Koçaşlı) ,  kitab-u’l Edeb 23, c.5, s.522

5-kuran.gen.tr

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.