KALBİ OLANLARIN DİLİ YOK, DİLİ OLANLARINSA KALBİ…

(Toplumsal İlişkiler 54)

Cumalıkızık, BURSA


اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ
“Ancak Allah’ın huzuruna tertemiz bir kalple gelenler kurtulur!”  (Şuara/89)

Yahya Kemal Beyatlı, “Kalbi olanların dili yok, dili olanlarınsa kalbi…” yok derken selim (tertemiz) kalbi olanların tam bir mü’min olduğunu mu kast eder acaba? Homeros, “temiz bir kalp, zehirli dillerin bozduğunu düzeltir,” derken aynı konuya işaret eder.  İsmet Özel, “ey kalbim, ey suları gizli gizli yükselen deniz… İçimiz damar damar parçalansa da, dışımız lal gibi sessiz,” derken kalbi olanların tercihinin sukuttan, sessizlikten yana olduğunu ortaya kor. Çünkü kalp sırrına erenler susarak konuşur. Yani sukuti sohbet ederler. Hz. Şems Hz. Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’e bu yolla Mevleviliğin düsturlarını öğretmiştir.  Bazen dilin susar ama kalbin konuşmaya devam eder ya işte böylesi bir sohbetle Mevlevilik öğretisinin temelleri Hz. Şemsi Tebriz-i tarafından atılmıştır.

       Kalp saflığın, temizliğin sembolüdür. Bu durum en çok da çocuklarda görülür. İmam Suyuti şöyle der: “Çocuklarda beş haslet vardır ki; onlar büyüklerde olsa evliya olurlar:

1-Rızık için endişe etmezler.

2-Hasta olduklarında Rabbini kimseye şikâyet etmezler.

3-Tek başına yemeyi sevmezler.

4-Hata yaptıklarında korkar ve ağlarlar.

5-Kavga ettiklerinde, kin tutmadan hemen barışırlar.”       

Kimse kimsenin gönlüne talip değil, herkes karakaş, kara göz sevdasında. Anlayacağın biz yeniğiz güzel çocuğum. 

        İnsanın iyi ya da kötü olması tamamen kalple ilgilidir. Kalp doğru olursa insanın diğer uzuvlarına yansıması da iyi olacaktır. Kötü olursa el, dil, göz, kulak vb. azalarına etkisi de kötü olacaktır.  Kalp denizinde ne varsa kıyıya köpük olarak (dile) o vuracaktır. Bu husus Peygamberimizin hadislerinde çok güzel açıklanır. Abdullah b. Mes‘ud r.a Rasulullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: 

“Dikkat edin vücudun içinde bir et parçası vardır; o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir!” (Buhârî, İmân, 39, Büyû‘, 2; Müslim, Müsâkât, 107)

Bu hadis-i şerif bize, bir kimsenin Allah Teâlâ’nın emirlerine uygun bir hayat sürdürebilmesinin ancak kalbin düzelmesi ile mümkün olabileceğine işaret eder. Eğer kalp selamette ise, yani Allah’ın ve O’nu sevenlerin muhabbetiyle dolu; Allah korkusu ve O’nun yasaklarını çiğneme endişesi ile atıyorsa bütün organlar düzelir. Böylelikle bu organlar şüpheli işlerden de sakınmaya başlar. 

Şayet kalp bozuk olursa, Allah Teâlâ’nın hoşuna gitmediğini bile bile nefsin hoşuna giden şeyleri yapma arzusuyla dolar. Bu durumda vücudun bütün organlarının davranışları bozulur; nefsin kötü isteklerine göre hareket ederek her türlü haramı ve şüpheli ameli işler.

       Hz. Enes r.a.’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah s.a.v. buyurdu ki:“Bir kişinin kalbi dosdoğru (müstakim) olmadıkça imanı dosdoğru olmaz. Kişinin dili dosdoğru olmadıkça da kalbi dosdoğru hale gelmez.” (Ahmed, el-Müsned, 20/343; İbn Ebü’d-Dünya, es-Samt, s. 48; Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb, 2/62; Beyhakî, Şu‘abü‘l-Îmân, 1/98)

İmanın istikamet bulmasından maksat, el ayak, göz kulak gibi organların yaptığı işlerin doğru olmasıdır. Zira diğer organların amelleri ancak kalbin istikamet bulmasıyla düzelir. Kalbin istikametinden maksat ise kalbin Allah’ın muhabbeti, O’na itaatin muhabbeti ve günahlara karşı nefret ile dolu olmasıdır.

        Evet dilin kalbi yok, ama sorumluluğu çoktur. Dilin afetleri dedikodu, gıybet(çekiştirme), koğuculuk, laf taşıma, kalp kırma ve benzeri şeylerdir. Kalbin kötüleşmesiyle kalpte olanlar dile vurur. Dil eyleme geçtiği sürece de yaptıklarından mesuldür.  

       Âdemoğlu sabaha çıktığı zaman bütün organları dile baş eğerler ve kendi dilleri ile şöyle derler: “Ey dil! Bizim hakkımızda Allah’tan kork. Biz sana uyarız. Eğer sen doğru olursan biz de dürüst oluruz. Eğer eğilirsen bizde eğiliriz.” (Tirmizi, Zühd, 60)
        Sahabeden Süfyân b. Abdullah (r.a.) anlatıyor:
Benim hakkımda en çok korkup endişe ettiğin şey nedir? Ya Rasulallah! diye soran bir sahabeye Efendimiz mübarek dilini tutarak işte bundan cevabını vermiştir. (Tirmizi)

         Kalbi olanlar pek konuşmaz, sessizliğinde derinlik vardır. Dili olanlar ise konuşur çünkü kalbi yoktur. Çok konuşmalarda içtenlik olmayabilir, yalan olabilir, ifadelerde yapmacıklık olabilir. Bu yüzden olsa gerek atalarımız; “çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz,” demişlerdir. Tasavvufta da en önemli kurallardan biri de “az konuşmaktır.”

          Konuyu kalbi en iyi resmeden ressam Willam Holman Hunt’un “Kâinatın ışığı” tablosu hikâyesiyle noktalayalım:     On sekizinci yüzyıl İngiltere’sinin ünlü ressamlarından William Holman Hunt’ın bir tablosu Londra Kraliyet Akademisinde sergileniyordu. Bir bahçeyi tasvir eden bu tablosuna, Hunt ‘Kainatın Işığı’ adını vermişti. Tablo geceleyin elindeki fenerle bir bahçede duran bilge görünümlü bir adamı resmediyordu. Adam serbest kalan eliyle bir kapıya vuruyor ve içeriden bir cevap bekler halde duruyordu.

           Tabloyu inceleyen sanat eleştirmenlerinden biri: ”Güzel tablo doğrusu.“ demişti Hunt’a. ”Ama anlamını bir türlü kavrayamadım. Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Kapıya tokmak takmayı unutmuşsunuz da…”

Ressam gülümsedi. Tam da bu soruyu bekler gibiydi:

“Adam alelade bir kapıya vurmuyor” dedi.

“Bahçedeki bu kapı, insanın kalbini temsil ediyor. Ancak içeriden açılabildiği için de kalbin dışarıdan tokmağa ihtiyacı yoktur.”

Şemsettin ÖZKAN

30.05.2020 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranvemeali.com

3-semerkanddergisi.com   

4-dinihaber.com

5-sezgiler.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.