(Toplumsal İlişkiler 55)
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌۜ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍۜ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌۙ
“Çünkü Allah, var olan her şeye varlığını armağan eden, her birini kendi yaratılışındaki hikmete uygun niteliklerle donatan, hedefini ve yolunu göstererek onları daima iyiye, güzele yönlendiren; gönderdiği mesajlarla gönülleri aydınlatan, duygu ve düşünceleri arındıran ve böylece, tüm kâinata nuruyla tecelli edip varlığa anlam ve değer kazandıran mutlak hakikattir yani göklerin ve yerin nurudur. O’nun varlığa yansıyan en parlak nuru olan bu Kur’an, tıpkı rüzgâr ve yağmurdan korunmuş sapasağlam bir siper içindeki kandile benzer. Kandil, camdan bir fanus içindedir. O fanus ki, inci gibi parıldayan bir yıldızdır sanki. Bu kandil, hayır ve bereketin sembolü olan kutlu bir bitkiden, zeytinden elde edilen saf ve doğal zeytinyağıyla, yani ilâhî bir yakıtla tutuşturulmuştur ki, ne doğulu Hint mistisizminden kaynaklanmıştır ne de batılı Yunan felsefesinden. Bu nur, herhangi bir coğrafyanın, kültürün ve medeniyetin ürünü değildir; aksine, tüm zamanları ve mekânları kucaklayan ilâhî-evrensel bir mesajdır. Ve o kandilin yağı o kadar berrak, o kadar parlaktır ki, neredeyse hiç ateş değmese bile kendiliğinden ışık verecek! Öyle ki, iç içe daireler şeklinde kat kat ışık demetleri; nur üstüne nur! İşte Kur’an, böylesine parlak, böylesine aydınlatıcı bir kitaptır. Ne var ki, bütün gözler bu aydınlıktan istifade edemiyor, çünkü:
Allah, yalnızca hakikate ulaşmak isteyen kimseleri kendi nuruna eriştirir; işte bunun içindir ki Allah, insanlara böyle canlı örnekler vermektedir. Çünkü Allah, her şeyi en mükemmel şekilde bilmektedir.” (Nur/35)
Aşk hep vardı da, biz onu insanlarda aradık maalesef. Hz. Mevlana der ki; “Her gönül bir tek sevgiliye dönüktür aslında. Lakin kıblesi yanlıştır. Bulduğunu sandığı şey gerçekte aradığı değildir… Kimisi gül yüzlü bir güzele meftun, kimisi bir ceylan bakışlıya mecnundur. Bazısı dünyaya kanmış, bazısı mala mülke aldanmıştır. Oysa her biri aslında bir sevgili tarafından sınanmıştır.”
Ya Vedud, ya Vedud, ya Vedud… Ey çok seven ve sevilen Allah… Çok şefkatli, muhabbetli, salih kullarını çok seven ve onlarca çok sevilen, onları rahmet ve rızasına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya yegâne lâyık olan. Sevgi ve dostluk hissini yaratan Allah…
Biliriz bu âlemde her gönül bir tek sevgiliye âşıktır, meftundur. O da sensin. Dünyanın en güzel insanları, gönlü geniş ya Vedud (çok seven ve sevilen) esmasının tecellisini yüreklerine düşüren insanlardır. Ne verecek sevgileri biter onların, ne de bölüşecek ekmekleri. Allah ile olduktan sonra ölümü de ömrü de hoş görenlerdir onlar. Herkes korktuğundan kaçar, onlarsa korktuğu Allah’a yönelirler. Çünkü korku Allah’tan korkusu olmayanlar içindir. Aşk acısı ve çilesi taşır onların yüreği. Zaten taşımıyorsa bir deli ya da bir ölüden ne farkı olur ki?
Yunus Emre ne güzel söyler:
Hoştur bana Senden gelen,
Ya gonca gül yahut diken,
Ya hil’at-ü yahut kefen,
Narın da hoş, nurun da hoş.
Hz. Mevlana da aşkın tek kaynağı olan Allah aşkına değinir:
Edep bilenler başkadır, / Canı ruhu yanmış âşıklar başka. / Aşk şeriatı bütün dinlerden ayrıdır. / Âşıkların şeriatı da Allah’tır; mezhebi de.
Muhiddin-i Arabi boşuna “ aşk muhabbetin ifratıdır” demiyor. Allah Kur’an’da şöyle buyurur: “Müminlerin Allah’a karşı pek şiddetli bir muhabbet vardır.”(Bakara/165)
Yusuf suresi 30. Ayetinde de şöyle buyrulur: “Yusuf’un muhabbeti, Züleyha’nın kalbini bir zar gibi ihata etti.” Hastalandığında Züleyha’dan kan alınınca sıçramış YUSUF diye yazmıştır. Hallac-ı Mansur el ve ayakları kesilince kanı ALLAH yazmıştır. Aşk bu işte…
Gerçek aşkta geçicilik diye bir şey yoktur. Aşk süreklilik arz eden bir şeydir. Neyzen Tevfik nasıl olduysa İstanbul gençlerinin arasına düşmüş. Gençler halka oluşturup Neyzen’i ortaya alıp konuşturmak istemişler. Halkanın başındaki;
-Arkadaşlar bugün herkes başından geçen bir aşk hikâyesini anlatacak, demiş. Başlamışlar başlarından geçen aşk hikâyelerini anlatmaya… Kimi bir, kimi iki, kimi daha fazlasını anlatmış: –
-İşte benim başımdan şöyle bir aşk hikâyesi geçti. Böyle bir aşk geçti diye… Sonra lafı dolandırıp Neyzen’e getirmişler: -Sizin başınızdan bir aşk geçmedi mi? diye. O da gayet rahat;
– Geçmedi, demiş. Gençler;
-Olur mu? Bu yaşa gelmişsin bir aşk geçmedi mi başından? Deyince Neyzen;
-Benim başımdan geçmedi dese de, gençlerden biri;
-Olur mu? Benim başımdan üç tane aşk geçti. Öbürü beş tane geçti. Altı yedi deyince Neyzen;
-Sizin başınızdan geçmiş olabilir, ama benim BAŞIMDAN AŞK GEÇMEDİ. Tam tersine benim başıma bir girdi aşk Pir girdi, bir daha da o gün bugündür çıkmadı. Aşk sonsuzluktur, aşk erimektir, aşk yanmaktır, aşk kül olmaktır. Aşk Ney olup inlemektir. Neyin inleyişi de hep aşktandır, demiş.
Şemsettin ÖZKAN
01.06.2020 KONYA
KAYNAKLAR
1- kuran.diyanet.gov.tr
2- kuranmeali.com
3- incesoz.com
Erich Fromm, “Sevme Sanatı” adlı eserinde, bütün sevgilerin kaynağının “Allah sevgisi” olduğunu söyler. Diğer sevgilerin de bu sevgiden türediğini ifade eder.