(Toplumsal İlişkiler 572)
اَلَّذٖي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّـكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًؕ وَهُوَ الْعَزٖيزُ الْغَفُورُۙ
“O Allah ki, hanginiz daha güzel işler yapacak diye sizi imtihân etmek için ölümü ve her iki âlemde hayatı yaratmıştır.Gerçekten
O, sınırsız izzet ve kudret sahibidir, bununla birlikte, çok ama çok merhametlidir.” (Mülk/2)
Şu dünyaya gelmeden önce yaşıyor muyduk? Ölüm sanki yok muydu önceden? Dünyaya geldik yaşadık mı zaten? Dünyada ölümden başka bir gerçek var mıdır? Ya da bu dünyada ölümden başkası yalan değil mi dostlar?
Ya aşk? Ölümlü hayatımızın bir uçurumu değil midir?Sezai Karakoç “hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum” derken, yaşamımızın bir trajedi olduğunu anlatmıyor. Aşkı bir uçuruma (yardan geçmeye) benzeten Hz. Mevlana da, bu yüzden sevgiliye yar denilmiş der.
Aşk… Her daim ölümüne sevmek. Onun uğruna ölümü göze almak. Korkunç bir uçurumdan veya başka bir ifadeyle yardan geçmek. Hayatsa herkesin öldüğü ama gerçekte herkesin yaşamadığı bir gölgelik. Bir ağacın altına kısa süreliğine soluklanmak için durmuşsunuz gölgeleniyorsunuz, sonra da o ağacın altından kalkıp yola revan oluyorsunuz. Yani dünya dedikleri bir gölgelik o kadar işte. Yani hayat hayat diye kendimizi yiyip tükettiğimiz paraladığımız şey bir gölge oyunundan ibarettir.
Aşk; Yunus Emre’nin dediği gibi; “aşıkı şir eder, aslanı zencir eder, katı taşı mum eder.” Anlayacağınız olmazları olur eder. Adam dizi yapıyor adına aşk mantık diyor. Ne mantığı arıyorsun kardeşim aşkta mantık mı var akıl mı var? Aşkın kendisi zaten akıl tutulmasıdır. Yoksa aşktan söz edemeyiz.
Bilmiyorum Erdem Beyazıt’ın “Ölüm Risalesi Son Söz” şiirini okudunuz mu? Ben çok severim. Adı gibi tam bir ölüm kitapçığı. Hayat ve ölüm ilişkisi. Geliniz bu güzel şiiri lafı fazla uzatmadan okuyalım:
Damla
damla oluşuyor hayat
Ölüm kımıl kımıl
Duymak
kolay
Anlatmak değil
Her
an
Farkındayım
Az az öldüğümün
Bilincindeyim
doğan ayın
Eriyen karın akan suyun
Ve usul usul tükenen
zamanın
Tekrarlayıp
duruyor saat
Vakit te mahluktur
Vakit te mahluktur
İşliyor
kalbim
Eskiyor saçlarım
Ve gözlerimin en ince hücreleri
Okuyorum
hayatı
Toprağın üstünden çok
Altındakilerle var
olduğunu
Toprak
Ölüme
aç
Ölüme muhtaç
Hayat
Ölüm
muhakkak
Ve ölüm mutlak
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün
Ölümle
tanıştıktan sonra anladım
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu
yaşamanın
Kesitler
Mahlukta
devinen
Gürül gürül bir ırmaktır ölüm
Babalar
ölür
Dolaşır eli ölümün
Saçlarında anaların
oğulların
Analar
ölür
Kök salar hasret yüreklere
‘Bir evlat pir olsa
da’
O zaman anlar ancak neymiş öksüzlük
Oğullar
ölür
Bir kafes olur ölüm
Ana kalbi bir kuştur
Azad
kabul etmez
Sevgililer
ölür
Bir hicret olur ölüm
Bir sıla
Mesela
arkadaşlar
Arkadaşlıklar vardır okullarda
Bakarsın
biri gelmez bir gün
Ve artık hiç gelmeyecektir
Simsiyah
bir gölge düşmüştür adeta
Bahçeye koridorlara
sınıflara
Bir fısıltı dolaşır dudaklarda
Kimi
kirpikleri ıslak
Çökmüş bahçenin tenha bir yerine
Elinde
bir çöp resmini çizer toprağa
Anıların
Kimileri öbek
öbek toplanıp
Çaresizliği dile getirirler anlamsız
sözcüklerle
-Nasıl olur daha dün beraberdik
-Salıncakta
İki Kişi’yi izlemiştik daha dün nasıl olur
-Geçen pazar
kırlarda dolaşmıştık
”Göçmen kuşlar yerli kuşlardan
daha mutlu olmalılar
Hayatı dolu dolu yaşıyorlar” demişti
unutamıyorum
Sonra
bir mezarlıkta Bir çukurun başında
Bir kapının
ağzında
Herkez susar
Konuşur ölüm
Ve sürer hayat.
Bazan
bir tekerlek altında
Ansızın gelir ölüm
Apansız biter
sınav
Bir elektrik kesilmesi gibi
Kesilir tulu emel
Bazan
ölüm vardır
Ölümden önce gelir
Mesela bir hapishanede
bir hücrede yaşanır
Sorular hep yanıtsız kalır
orada
Sadece konuşan rüyalardır
Yahut hayaller suskun
duvarlarda
Gözler kabul eder parmaklar kabul eder
Ama
beyin hep umuttan yanadır
Bazan
akan bir film şeridinin
Tek kare donan bir fotoğrafı
gibidir
Ölüm
Karşıda bir manga asker
Gözler
namluların karanlık ağızlarını görmez de
Takılıp kalır
masmavi gökyüzünde
Asılıp kalmış bembeyaz bir buluta
Ölümden
uzak ölümler vardır
Gazete ilanlarında rastlanılan
Dünyaya
bağlılığın zavallı
Ve muannit
Bir belgesidir
Daha
çok kalanlara ait.
Bir
de bir örümcek ağının ortasına düşmüş
Bir sineğin
titrek bacaklarında seyretmiştim ölümü
Ölümler
vardır:
Can kuş gibi uçar gider
Bir
martının süzülüp
Kaybolması gibi maviliklerde
Bir Portre
Engin
sakin berrak bir denize
Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır
Nasıl
yürürse insan
Sokrates öyle yürüdü ölüme
Tilmizleri
ağlaşırken
O vasiyet ediyordu:
-Asklepyos’a bir horoz
borçluyuz
Unutmayınız.
Ne
tuhafsınız dostlar
Güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak
niye
Yükselmek varken ölümsüzlüğe
İnancına
sahip olmak
İnsan olmanın şartı
Kölelikler içinde en
onulmaz kölelik
Hayatın ölümcül yanına
Takılıp
kalmak değil mi?
İlkin
ayaklarında duydu Sokrates
Zehirin soğukluğunu
Ve yavaş
yavaş ölüm
Yükseldi göğsüne çenesine
Dudaklarında
donan son bir tebessümle
Bir işaret taşı da böylece
Sokrates
dikmiş oldu ölüme
Ölümün Sesi
Ölümden
bir işaret var her şeyde
Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda
türkülerde:
-Kışlanın önünde redif sesi var
Namluların
ucunda ölümün sesi!
-Bir
ay doğdu geceden oy oy
Karanlığın ağzında ölümün sesi!
-Erzurum
dağları kan ile boran
Vadilerin koynunda ölümün sesi
-Ezo
gelin durmuş bakar yollara
Umudun ardında ölümün sesi!
-Bir
ihtimal daha var
Umuddan da öte ölümün sesi!
Kendi Ölümüme Ait Bir Deneme
Bir
gün öleceğim biliyorum
Bunu her an ölür gibi biliyorum
Anamın
yüreğinde bir kor
Ölene dek sönmeyecek bir ateş
Kımıldanıp
duracak hep
Karım
bomboş bulacak dünyayı
-N’olurdu birlikte ölseydik, deyip
duracak
Oysa insan yalnız ölür
Ama o olmayacak dualarla
teselli arayacak
Kızlarımın
gırtlaklarında bir düğüm
Bir süre kaçacaklar
insanlardan
Boşluğa düşmüş gibi bir duygu
içlerinde
Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine
Ölümüme
en çabuk dostlarım alışacaklar
-Yaşayıp gidiyorduk yahu
Ne
vardı acele edecek!
Diyecekler
Biliyorum
yaklaşıyoruz her an
Biliyorum oruçlu doğar insan
Ölümün
iftar sofrasına
Son Söz
Ve
zaman döne döne
Gelmişti başlangıç noktasına
İlk
yaratılış düğümüne
Mahlukatın
var olduğu
Yüzüsuyu hürmetine
Evrenin
Efendisinin
Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.
Hayatın
menbaı
Merhametin son durağı
Madeni, muhabbet
ocağının
Ateşler içindeydi
Yatağında.
İltica
etmişti sanki Kainat
Kutsal tenine
Hayata şafak olan
alnında
Ter taneleri
Her biri insanlık çilesinden
Bir
haberdi sanki
Bir an oldu
Aralandı gözleri
Sonsuzu
kuşatan bakışları
Süzdü ciğerparesi Fatıma’yı
Süzdü
tek tek çevresindeki
Can dostlarını
Kıpırdadı
dudakları, dedi:
-Ebu Bekir kıldırsın namazı
Sonra
daldı daldı uyandı
Son defa aralandı
Bakışları
Yöneldi
bir noktaya
Karar kıldı bir noktada
Ve
dedi:
-Merhaba ey refik-i ala!
Olacak
oldu
Akıllar kamaştı
Kalpler tutuştu
Feryat ve
figan gökleri tuttu
Çekti kılıcını Faruk olan
Sıçradı
orta yere:
-Kim derse ”O öldü”, öldürürüm!
Ayrılık
ateşinden
Ateşin şiddetinden
Sanki bendler
çözülmüş
Felekler çökmüştü
Şuur tutuşmuş
Akıl
iflas etmişti.
Sonra
Sıddıyk olan
Yetişti geldi
Baktı baktı yatağında
hareketsiz yatan sevgiliye
Mağarada arkadaşına Hicrette
yoldaşına
Sonra baktı çevresine
Mahşerden önce mahşer
hali yaşayan
Ashabına
Aline
Ebu Bekir dedi:
-Ey
nas, susun!
Kim ki Resulullaha tapmaktadır
Bilsin ki Resul
ölmüştür
Kim ki Allaha tapmaktadır
Bilsin ki Allah
ölmez
Hayy ve Layemuttur
Ey
nas, susun!
”İnna Lillah ve inna ileyhi raciun”
Sonra
eğildi sevgilinin yüzüne
Sürdü bulutlanmış gözlerini
O
güzellikler ülkesine
Baktı baktı ve dedi:
-Hayatında
güzeldin
Ölümünde güzelsin
Öldün
Bir daha
ölmeyeceksin
Şemsettin ÖZKAN
10.01.2022 KONYAALTI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-antoloji.com